DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
Atatürk devrinin enteresan gelişmelerinden birisi de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Elmalılı Hamdi Efendi’ye tefsir, M. Akif’e meal ve Babanzade Ahmet Naim’e Buhari tercümesi görevlerinin verilmesidir.
Bir taraftan medrese, tekke, zaviye ve türbeler kapatılırken diğer taraftan bu şekilde çalışmalar yaptırılması büyük bir çelişki olarak görülmekte, bazı araştırmacılar da bu teliflerin ücretinin Atatürk tarafından ödendiğini iddia etmektedir.
ATATÜRK’ÜN DİNİ ALTYAPISI
Bu süreci anlaşılması öncelikle Atatürk’ün dini alt yapısının nasıl oluştuğunun açıklanmasıyla mümkün olabilir. Onun okuduğu okullarda aldığı eğitim, okuduğu kitaplar ve etkilendiği kişiler dine bakışını şekillendirmiştir.
Mustafa Kemal’in ilk gittiği okul “sıbyan mektebi” veya “iptidai mektep” denilen mahalle mektebidir. Kendi anlatımıyla; bu okula o zamanki gelenekler çerçevesinde dua ve ilahilerle başlamışsa da birkaç gün sonra, kız kardeşi Makbule Hanım’a göre ise birkaç ay sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne geçiş yapmıştır.
Şemsi Efendi Mektebi “Sabatay” kökenli Şemsi Efendi’nin, okuma yazmayı kolaylaştıran “usul-i cedit” yöntemini uyguladığı özel okuludur. Bu okulda ders araç gereçleri etkili bir şekilde kullanılır ve jimnastik yaptırılırdı. M. Kemal, dönemin Selanik’inde çok meşhur olan bu okulda altıncı sınıfa kadar okumuştur. Şemsi Efendi gösterdiği başarılardan dolayı hem V. Murat hem de II. Abdülhamit’ten nişan almıştır. Okul bir azınlık okulu olmayıp müfredatında “İslam Akaidi” dersi de bulunmaktaydı.
Sonrasında babasının ölümüyle eğitimine ara vermişse de daha sonra kısa bir süre Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne, ardından da Askerî Rüştiye’ye devam etmiştir. O dönem rüştiyelerinde “ilmihal, Arapça ve Farsça” dersleri bulunmaktaydı. Sonrasında devam ettiği Manastır Askerî İdadisi ve Harbiye Mektebi’nde de yine “İslam Akaidi” dersi okutulmaktaydı. Buna göre onun örgün eğitim yıllarında tefsir, hadis, kelam gibi dersleri almasa da temel dini bilgileri öğrendiği görülmektedir.
Atatürk’ün dine bakışının şekillenmesinde ayrıca “vülger materyalizmin savunucuları” Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı, Baha Tevfik, Celal Nuri gibi isimler dışında geçen yazıda bahsettiğimiz, bu düşüncenin fikir babası denilebilecek Alman filozof Büchner’in kitapları etkili olmuştur.
Kütüphanesinde Büchner’in “Kraft und Stoff” adlı eserinin Fransızca nüshası (Force et matière, Paris, 1884) bulunan Atatürk, onun düşüncelerinden etkilenen Tevfik Fikret’in şu beyitini ezberlemiştir: “Bir gün yapacak fen, şu siyah toprağı altın/Her şey olacak kudret-i irfanla … inandım”. Nitekim Büchner’in bilimin gelişmesiyle dinlerin ve felsefenin sonunun geleceği düşüncesini de “Hayatta en hakiki mürşid, ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir” sözüyle ifade edecektir.
Atatürk, Abdullah Cevdet’in yayınladığı “İctihad” mecmuasında Büchner’den yapılan tercümeleri de okumuş ve sohbetlerinde kullanmış, eserlerindeki Hıristiyanlık ve İslamiyet’le ilgili tenkitlerini altını çizerek okumuştur. Bunlar arasında Hıristiyanlık’ın evrensel bir din olmadığı, İslamiyetin sadece göçebe ve yarı göçebelere uygun bir din olduğu ve Arapların Müslümanlığı kabul ettikten sonra medeni yönden geriledikleri gibi yaklaşımlar yer almaktadır.
O da bunlardan hareketle “seküler-Türkçü” Türk Tarih Tezi’ni geliştirecek ve Türklerin İslam’ı kabulleriyle medeniyet açısından geriye gittiklerini savunacaktır. Büchner hem Hıristiyanlık hem de İslamiyetin bilim ve uygarlığa karşı hoşgörüsüz olduğu ve paganizmden bile geri gidişi ifade ettiğini, bundan dolayı da bilimin bu dinlerin yerini alması gerektiğini savunmaktadır. Nitekim Halide Edip de Atatürk’ün “metafizik alanına giren hiçbir şeyi dikkate almayan” bir kişiliğe sahip olduğunu belirtir. Buna rağmen II. Ordu Komutanlığı yaptığı 1916 yılında Şehbenderzade Ahmet Hilmi’nin “Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?” adlı eserini okumuş ve “ilim ve fen yönünden” makbul bulmuştur.
Atatürk’ün etkilendiği yazarlar arasında Carlyle, Dozy ve Caetani de yer almaktadır. Nitekim o, bu kişilerin eserlerini altını çizerek okumuştur. Bilindiği gibi Carlyle, kahramanlarla ilgili bir eser kaleme almıştı. Atatürk de bu eserin Fransızcasını okumuş (Les Heros…, Paris, 1892) ve “o dönemin en radikal Türk düşmanlarından” olan ve “laf anlamaz Türk (unspeakable Turk” ifadesinin yayılmasında etkili olan Carlyle’dan etkilenmiştir.
Carlyle tarihi oluşturan kahramanları incelediği bu eserinde peygamberimizi “samimi” bulduğunu ve bu nedenle de milyonlarca müntesibi bulunan İslamiyetin varlığını devam ettirdiği tespitini yapmıştır. Ancak ona göre Hz. Peygamber yaşadığı ruhi sıkıntıları Cebrail’in vahiy getirdiği şeklinde algılamıştı. Dolayısıyla ona göre, peygamberimiz “samimi” ve Kur’an-ı Kerim “dürüst” bir kitap olsa da İslam, ilahi kaynaklı bir din değildir. M. Kemal bu düşünceleri dikkate değer bulduğu gibi Celal Nuri’nin bu etkilerle kaleme aldığı Hatemü’l Enbiya (1332-İstanbul) adlı kitap da kütüphanesinde bulunmaktaydı. Bunların etkisiyle Hz. Peygamber’i “übermench-insan-ı kâmil” olarak değerlendirecektir.
Atatürk’ü etkileyen bir başka kitap da Hollandalı müsteşrik Reinhart Dozy’nin (1820-1883) “Essai sur l’Histoire de l’Islamisme (571-1863) (Leiden, 1863)” adlı eseridir. Bu eser Hüseyin Cahid tarafından “Tarih-i İslamiyet (Kahire, 1908)” adıyla yayınlanmış; gerek kitabın içeriği gerekse Dr. Abdullah Cevdet’in yazdığı giriş kısmı çok büyük tartışmaları beraberinde getirmişti.
Ardından da Matbuat İdaresi Hz. Peygamberle ilgili olarak birtakım iftiraların yer aldığı tercümenin toplatılmasını istemiştir (Devlet Arşivleri, BOA, DH. MKT. 2776/68, H. 3.03.1327-25.3.1909). Kitapla ilgili süreç bundan sonra da devam etmiş; Mısır’dan Rusya’ya gönderilen kitapların müsaderesi istenmiş (MV, 146/50, H. 22.11.1328), İbrahim Hakkı Paşa kabinesi döneminde de mevcut nüshaların Galata Köprüsü’nden denize atılması kararlaştırılmıştı (17 Şubat 1910).
Mustafa Kemal’in okuduğu diğer şarkiyatçı ise Caetani’dir. Caetani, “Annali dell’Islam” adlı eserini 1905 yılında yayınlamaya başlamıştı. Eserin Türkçe çevirisi ise Hüseyin Cahit tarafından yapılmış ve “İslam Tarihi” adıyla 1924’te yayınlanmıştır. Önceki oryantalistlerin görüşlerini devam ettiren bu eserin dokuz cildi farklı zamanlarda M. Kemal tarafından okunmuştur. Onun da temel tezi vahyin gerçek olmadığı ve “Kuran’ın edebi ve felsefi bir metin olarak Hz. Muhammed’in eseri olarak” değerlendirilmesi gerektiğidir.
Atatürk işte bu birikimlerinin etkisiyle harekete edecektir. Örneğin; İslamiyete dair Beşir Fuad gibi “İslamiyetin bir akıl dini olduğu, bilimi teşvik ettiği, …” gibi söylemleri öne çıkaracaktır. İstiklal Harbi süresince “İslamcı gibi gözüken” söylemleri kullanmaktan geri kalmayacak ancak sonraki yıllarda pozitivist yaklaşımını açıkça ortaya koyacaktır.
Onun dini alt yapısının kamusal alandaki en önemli yansıması, önce ortaokullar için yazılıp içeriği ağır olduğundan liselerde okutulan “Tarih II Orta Zamanlar Tarihi (İstanbul, 1931)” adlı ders kitabındaki “İslamiyetin doğuşu ve peygamberlik (s. 88-92)” hakkındaki ifadelerde görülecektir. Nitekim Hanioğlu, Caetani’nin eserindeki bilgilerin doğrudan bu kitaba aktarıldığını belirtmektedir. Aslında önce Zakir Kadri (Ugan, 1878-1954) “İslam Tarihi ve Türklerin İslam Tarihindeki Yeri” bölümünü yazmakla görevlendirilmişse de Mustafa Kemal bu nüshaları beğenmemiş ve Caetani’nin tezlerini benimseyen bir yazımı tercih etmiştir.
KUR’AN TERCÜMELERİ SONRASI
Saltanatın kaldırılması ile başlayan devrimler sürecini 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması izlemiş, daha sonra da 30 Kasım 1925’te tarikatlar yasaklanmış, tekke ve türbeler kapatılmıştı. Halbuki 1925 yılı bütçesi TBMM’de görüşülürken alınırken bir kararla Kur’an tefsiri, meali ve Sahih-i Buhari tercümesi için bütçeye ödenek konulmuştu. Ardından da Beyoğlu Noterliği’nde yapılan bir sözleşmeyle Elmalılı Hamdi Efendi (Yazır) tefsir, Mehmet Akif de meal yazımı görevini üstlenmişlerdi.
Aslında bu kararın alınması o dönemde meydana gelen gelişmelerin sonucuydu. TBMM’nin 21 Şubat 1925 tarihli oturumunun ikinci celsesinde Diyanet İşleri Bütçesi görüşülürken Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi “Şimdi biz ki, yani bütün heyet-i umumisiyle Türk ve Müslüman olan bir devletiz…” diye başlayan konuşmasında elli imzalık bir takrirle yirmi bin liralık ödenek isteneceğini belirtmiştir. Ödenek kapsamında Kur’an’ın “mütehassıs bir heyet tarafından” tefsir ve tercüme edilmesi ve “ehadis-i şerifenin tercümesi” yer alıyordu.
Meclisteki konuşmalarda; son dönemde yapılan tercümeler tenkit edilmiş, Dozy’ye eleştiriler yöneltilmiş, Başvekil Ali Fethi Bey (Okyar) de Kur’an’ın tefsir ve tercümesi teklifini desteklediğini, böylece yanlış tefsir ve tercümelere karşı gereken tedbirin alınmış olacağını belirtmiş, Diyanet İşleri Riyaseti adına görüşmelere katılan Aksekili Ahmet Hamdi de tercümeler için tahsisata ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir.
Görüşmelerde; yapılan tercümelerde hata mı yoksa tahrif mi olduğu sorgulanmış ve Aksekili “tahrif de olduğunu” söylemiştir. Mecliste ödenek tahsisine hiçbir mebusun karşı çıkmadığı dikkat çekmektedir. Sonunda önerge, “Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i Nebeviye Türkçe Tercüme ve Tefsir Heyeti Muhasses Ücret ve Masarifi” şeklinde kabul edilmiştir (TBMM Zabıt Ceridesi II. Devre, C. 14, 61. İçtima, s. 210-226).
Önergenin elli mebusun imzasıyla verilmesi, Başvekil Fethi Bey’in teklifi desteklemesi ve önergeye karşı hiçbir muhalefetin olmaması, Hükümetin ve dönemin iktidar partisi Halk Fırkası ve muhalefet partisi Terakkiperver Fırka’nın da teklifi desteklediğini göstermektedir. 13 Şubat’ta yani görüşmenin yapıldığı tarihten bir hafta önce Şeyh Sait İsyanı’nın başlamasına rağmen Diyanet İşleri Bütçesi görüşülürken isyanın hiç gündeme gelmemesi de ilginç bir durumdur. Kararın alınmasında isyanın etkili olduğuna dair bir şey söylemek de mümkün gözükmemektedir.
Buna karşılık Meclis müzakerelerinde bir taraftan Dozy’nin “Tarih-i İslamiyet” adıyla yayınlanan eseri diğer taraftan da o yıllarda yapılan mealler gündeme gelmiştir. Dolayısıyla TBMM’nin kararında, ehil olmayan kişilerin yaptığı tercümelerin yetersizliği ve bu konuda ortaya çıkan eleştiriler önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle 1923-1925 arasında hangi tercümelerin basıldığı ve ne gibi tenkitler yapıldığı çok önemlidir.
Türkçe Kur’an konusu ilk defa II. Meşrutiyet döneminde kamuoyunun gündemine gelmiş ve Ziya Gökalp de “Vatan” şiirinde bunu şöyle ifade etmişti:
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın…
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın…
Ziya Gökalp’in şiirinde ifade ettiği ortam o yıllarda mevcut olmasa da cumhuriyetin ilanıyla oluşmuş gözükmektedir. Nitekim 1914’te Tüccarzade Hilmi’nin Suriye’nin Hıristiyan Araplarından Zeki Megamiz’e yaptırdığı tercümenin ilk formasının yayını tepkiyle karşılanmış ve beşinci formanın basımı sonrasında yayım durdurulmuştu. Ancak cumhuriyetin ilanı sonrasında eserin tamamı yayınlanmak istenmiş, Şeriye Vekâleti’nin isteğiyle Dahiliye Vekâleti tarafından basıma izin verilmemişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında basılan ilk tercümelerden birisi “Nuru’lbeyan, Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi” adını taşımaktadır. Bu eser Şeyh Muhsin-i Fani müstearını kullanan Hüseyin Hazım Kadri ve eski Adliye nazırlarından Antepli Mustafa Efendi’nin içinde yer aldığı bir heyet tarafından kaleme alınmış; ilk cildi 1924, ikinci cildi 1925’te basılmıştır. Tercümeye, içerdiği hatalar nedeniyle hem Diyanet İşleri Başkanlığı tepki göstermiş hem de Sebilürreşad Mecmuası’nda aleyhte makaleler yayınlanmıştır.
Diğer tercüme ise Albay Cemil Said (Dikel, 1872-1948) tarafından “Kur’an-ı Kerim Tercümesi” adıyla yayınlanmıştır (İstanbul, 1340, Şems Matbaası). Ancak bu eser Arapçadan değil Fransız oryantalist Albert Kasımirski de Biberstein (1808-1887) tarafından yazılan “Le Kur’an” adlı Fransızca tercümesinden çevrilmiştir. Tercümedeki önemli bir sorun da Cemil Said’in mukaddimede Kur’an’ın Arapçasından ve Türkçe diğer tercümelerden yararlandığını söyleyip Fransızcadan çevirdiğine dair bir bilgi vermemesidir.
Diyanet İşleri de esere büyük bir tepki gösterecek ve baştan sona “muharref (tahrif edilmiş)” olduğunu açıklayacaktır. Bu tenkitlere rağmen 1932 yılı Ramazan ayında hafızlara camilerde okunması için bu tercümenin verildiği ileri sürülmektedir. Bunlara ayrıca 1927’de tamamlandığı anlaşılan ve farklı isimlerle 1924’ten itibaren yayınlanan Süleyman Tevfik’in eseri de ilave edilebilir. Bu da aynı şekilde ağır tenkitlere uğramıştır.
Sonuç olarak Türkçe Kur’an tefsiri, tercümesi (sonradan meal ifadesi kullanılacaktır) ve Buhari tercümesi öncelikle Türkçe Kur’an tercümelerinin karşısında bir çözüm olarak düşünülmüş, Hükümetin ve Atatürk’ün de onayıyla TBMM’de 1925 Bütçesi görüşmelerinde ödenek ayrılarak uygulamaya konulmuş ve bunun için görevlendirmeler yapılmıştır.
“Bilimi rehber edinen” Atatürk’ün amacı, modern bilim ışığında Kur’an’ın tercüme ve tefsir edilmesi ve hadislerin de halkın anlayacağı şekle getirilmesiydi. Böylece yeni toplum inşasında bu çalışmalardan yararlanılacaktı. Nitekim bunu 30 Kasım 1929’da Alman gazeteci Emil Ludwig’e verdiği ancak Türkiye basınında hiçbir zaman yayınlanmayan ve sadece Ayın Tarihi’nde yer alan röportajda şu şekilde ifade edecektir: “Ahiren Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. (Hz.) Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim… (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 1997, s. 124)”.
Buna karşılık Elmalılı’nın kaleme aldığı tefsir ancak 1939’da basılabilmiş, M. Akif hazırladığı meal çalışmasını teslim etmediğinden meal de Elmalılı’ya havale edilmiştir. Hadis tercümesi de Babanzade’nin vefatı nedeniyle Kâmil Miras tarafından tamamlanabilmiştir. Sürecin bu kadar uzaması ise başka bir yazıda ele alınacaktır.
Kaynaklar: Mert, Ö. (1991), “Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi (1852-1917)”, ATAM Dergisi, S. 20, s. 331-346; Hanioğlu, Ş. (2023), Atatürk: Entelektüel Biyografi, İstanbul, Bağlam; Bilgin, M. S. (2018), “Dozy’nin Tarih-i İslamiyet’ine İslamcı Dergilerde Verilen Tepkiler”, İslam’ı Uyandırmak, İstanbul, İlem, C. 1, s. 165-184; Gümüş, S. (2015), “Cumhuriyet Döneminde (1923-1960 Arası) Meal Çalışmaları”, FSM İlmi Araştırmalar, S. 5, s. 285-332; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (1997), Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, C. III; TBMM Zabıt Ceridesi, II. Devre, C. 14, 61. İçtima (21 Şubat 1925); Türkoğlu, İ. (2012 ), “Ugan, Zakir Kadiri”, DİA, C.42, s. 44-45.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Elmalılı Hamdi, M. Akif.
Çok akıcı net anlatiminiz için teşekkürler.
Kaleminize sağlık..
Çok güzel, Bilgilendirme için teşekkürler, devamını da hayorlısı ile bekliyorum
Selamlar
Nihayet şu camianın içerisinden, Atatürk hakkında, seviyeli, dengeli, metodu bilimsel ve delilli, ideolojik yaklaşmayarak, nezih ve yapıcı bir dili olan, birilerini aşağılamadan ve ötekileştirmeden, barış eksenli bir yaklaşım sergileyen, aklı başında sahasında uzman bir akademisyen çıktı da… bunları objektif okuyabiliyoruz..
yoksa bıkmıştım, ‘kafir, münafık, zındık, deccal, süfyan’ tarzı haddi aşan ağır yargılayıcı ifadeleri Atatürk hakkında okumaktan.. tebrikler tr724, teşekkürler Yüksel bey
“Bilimi rehber edinen” Atatürk’ün amacı, modern bilim ışığında Kur’an’ın tercüme ve tefsir edilmesi ve hadislerin de halkın anlayacağı şekle getirilmesiydi…. ….??
ŞU CÜMLEYİ BU GAZATEDE, akademisyen DR. YÜKSEL BEYDEN DUYMAK ÖNEMLİ BİR GELİŞME:
“Bilimi rehber edinen” Atatürk’ün amacı, modern bilim ışığında Kur’an’ın tercüme ve tefsir edilmesi ve hadislerin de halkın anlayacağı şekle getirilmesiydi.