AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
Enes Kanter’in ABD’nin yeni seçilmiş Başkanı Donald Trump’ın zafer yemeğine katılması, özellikle Hizmet Hareketi kamuoyunda farklı tepkilere neden oldu. Bu katılım, özellikle Kanter’in ‘Hizmet’ gönüllüsü kimliği üzerinden değerlendirildi ve bazı çevrelerde Cemaat’in Trump’ın siyasi çizgisini desteklediği şeklinde yorumlandı. Ancak bu yaklaşım, Hareket’in temel ilkeleri çerçevesinde ele alındığında gerçeklikten oldukça uzak.
Hizmet Hareketi siyasi bir organizasyon değildir ve ABD başkanlık seçim sürecinde hiçbir siyasi çizgiye veya partiye destek açıklaması yapmamıştır. Hareketin gönüllüleri, barış, eğitim, diyalog ve insan hakları gibi evrensel değerlere odaklanmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Enes Kanter’in Trump’ın zafer yemeğine katılması, Hizmet Hareketi’nin Trump’ın siyasi çizgisini desteklediği anlamına gelmez.
Hizmet Hareketi, farklı dünya görüşleri arasında diyalog zemininde iletişim sağlamayı hedefleyen bir harekettir. Trump’ın politikaları birçok çevrede tartışmalı bulunmuş olsa da, bu tür bir etkinliğe katılım, siyasi destek ya da angajman yerine, diyalog fırsatını değerlendirme çabası olarak görülebilir.
Atlanan bir konu da şudur: Enes Kanter, Hizmet Hareketi gönüllüsü olmasının yanı sıra, bir “celebrity” yani kamu figürü ve insan hakları savunucusudur. Kanter’in kamu figürü olması, doğal olarak kendisini bazı ABD elitlerinin bir parçası hâline getirmektedir. Kanter, kamu figürü kimliğiyle, farklı siyasi liderler ve kesimlerle temasta bulunarak, aslında insan hakları ve demokrasi gibi evrensel değerleri savunma amacını gerçekleştirmektedir.
Enes Kanter’in söz konusu yemeğe, güvendiği ve değer verdiği bazı dostlarıyla istişare ederek katıldığını açıklaması, bu gerçeği değiştirmez. Yani siyaset üstü bir misyon belirlemiş olan Hizmet Hareketi, kurumsal olarak Amerika’da bir siyasi partiyi desteklemiş değildir.
TR724’ten Veysel Ayhan, “En Kritik Kırmızı Çizgi” başlıklı yazısında Hizmet kökenli bireylerin siyasete girme koşullarını şöyle açıklıyor: “Peki, ‘Hizmet’ insanı siyasete giremez mi? Tabii ki girebilir. Ama şartı şu ki siyaset sahnesine daha çıkmadan şunları kamuoyuna deklare etmelidir: ‘Ben siyasete Hizmet’in tüzel kişiliği adına girmiyorum. Ben bir bireyim. Birey olarak kişisel kimliğimle siyasete giriyorum. Hizmet gömleğimi çıkardım. O nedenle şimdiden sonraki yanlışlarım, taraftarlığım, taraftarlığımın karşı cephede oluşturacağı düşmanlıklar, idareci olduğum zamanlar yapabileceğim hatalarım… Bunların tamamı şimdiden sonra sadece beni bağlar. Hizmet Hareketi ile ilgisi yoktur. Lütfen bu tarihten sonra bunları Hizmet’e mâl etmeyin.’”
Konuya Enes Kanter açısından bakıldığında; Enes Kanter siyasete girmiş değildir. Kendisine herhangi bir teklif de yapılmamıştır. Girecek olsa, kendisinin zaten tüzel bir kimliği bulunmamaktadır. Hizmet gömleğinden kasıt kurumsal bir temsil ise, o temsil zaten kendisinde bulunmamaktadır. Gömlekten kasıt, kimlik ve Hizmet’ten aldığı evrensel değerler ve İslami terbiye ise, Enes Kanter o kimliği en temiz şekilde temsil edebilecek isimlerden biridir ve bunu örnek hayatıyla kanıtlamıştır. Diğer taraftan, Enes Kanter’in ABD’deki ve dünyadaki algısı, öncelikle Hizmet kimliği değil, bir “celebrity,” yani kamu figürü algısıdır.
Ancak bir varsayım üzerinden akıl yürütecek olursak, Enes Kanter’in günün birinde ABD Kongresi’nde yer alması durumunda, bazı kritik konularda alacağı kararlarda, Hizmet Hareketi ile ilişkisinin sorgulanması kaçınılmazdır.
Nitekim bunun örnekleri de mevcuttur. ABD’de siyaset yapan birçok önemli isim aynı zamanda çok büyük Hristiyan cemaatlerin mensubudur. Örneğin, Mitt Romney Mormon Cemaati içinde yetişmiş, siyasi kariyerine Cumhuriyetçi Partide başlamış Amerikan siyasetinin önemli figürlerinden biridir. Romney, kampanyalarında Mormonluğunu açıkça savunmaktan ziyade, laik bir lider olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Ancak bu da eleştirilerle karşılaşmasına engel olmamıştır. İlginçtir ki aynı dönemde, Mitt Romney’i eleştiren isimlerin başında Mormon cemaatinde yetişmiş bir başka isim, Demokrat Parti’nin çoğunluk lideri Harry Reid olmuştur.
Mormon Kilisesi’nin dini liderliğiyle arasına mesafe koymaya çalışsa da, Romney’nin kilisenin sosyal ve ahlaki doktrinlerine bağlı olup olmadığı sorgulanmıştır. Özellikle kürtaj, LGBTQ+ hakları ve kadınların rolü gibi konularda Mormon öğretilerinin etkisiyle hareket ettiği iddia edilmiştir.
Eleştirmenler, Romney’nin kilise liderlerinin etkisi altında olup olmayacağını tartışmış ve bu durum, John F. Kennedy’nin Katolik olduğu için benzer eleştirilerle karşılaşmasını hatırlatmıştır. Ancak büyük resme bakıldığında, 2012’de Başkan adayı olarak beliren Romney’in Mormon cemaatinin ulusal çapta algısına pozitif bir şekilde etki ettiği de yadsınamaz bir gerçektir.
Cumhuriyetçi bir başkan adayı olarak, ülkenin büyük bir bölümünde tartışmalı olarak görülen bir cemaate ulusal düzeyde ışık tutmuş ve cemaatin siyasi ılımlılığa, ayrışmadan ziyade birliğe odaklanmak gibi yapıcı ilkelere örnek olarak gösterilmesine neden olmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri, dini çeşitliliğin toplumun her alanında etkili olduğu bir ülkedir. Hristiyanlık, tarihsel ve kültürel olarak siyasette güçlü bir etkiye sahiptir. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partilerde çeşitli Hristiyan cemaatlere mensup pek çok politikacı aktif olarak rol almıştır. Bu kişiler, kendi dini değerlerini siyasi idealleriyle harmanlayarak Amerikan siyasetinde iz bırakmıştır.
Özetle, Amerika Birleşik Devletleri’nde siyaset ve din bir arada bulunabilir, fakat dini inanışlar, kişilerin politik tercihlerini evrensel insan haklarına, Anayasa’ya ve uluslararası hukuka saygı çerçevesinde şekillendirdiği sürece bir tehdit değil, zenginlik olarak görülür.