Tarihi savunma; ‘Ben Kemal…’

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Mahkeme salonları sadece verilen hükümlerle değil, yapılan savunmalarla da tarihe geçer. Hakimlerin kararları, savunmalar kadar derin izler bırakmamış ve tarihe mal olmamıştır. Ben öteden beri gerçeğin haykırıldığı savunma metinlerini okumaktan büyük keyif alırım. Milattan öncesine tarihlenen Sokrotes’in savunmasını adeta ezberledim. Bir zabıt değildir o, bizim Eflatun diye bildiğimiz Platon yıllar sonra kaleme almıştır. Fırsat buldukça göz atarım.

Sonra Ahmet Altan’ın savunma metinlerini okumaya bayılırım.  Savunma değil aslında saldırıdır. ‘Savunma saldırıyor’ ifadesine en iyi örnektir. 28 Şubat sürecinde Çevik Bir’in şikayeti üzerine mahkeme salonunda yaptığı konuşmayı unutamam. Herkesin sindiği ortamda Ahmet Altan cesur ve korkusuz bir ses olmayı başarmıştı. O, salon adamı değil; nefesi barut kokan Hasan Paşa’nın torunuydu. Bugün AKP’yi oluşturan kadrolar o çetin günlerde Ahmet Altan’ın arkasına sığınmıştı.

O sığıntılar iktidar olduğunda Ahmet Altan, onlara karşı da sesini ve sözünü yükseltmekten geri durmadı. AKP mahkemelerinde ‘hak, hukuk, adalet’ diye haykırdı. Duruşma savcısına ‘artist’ dedi. Hukukun zerresine rastlanmadığı kendisi hakkındaki iddianameyi ‘hukuk pornosu’ diye niteledi. Belki Türk insanına sesini duyuramadı ama ‘adalet çığlığı’ bütün dünyada yankılandı. Avrupa’da hukuk fakülteleri öğrencilerine okutuldu. Çağımızda ‘hakikat nasıl haykırılırın’ en iyi örneğini verdi Ahmet Altan.

Erdoğan’ı eleştiren hapsi boyluyor!

CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önceki günkü savunmasını okurken de benzer duyguları yaşadım. Mahkeme salonunda sesli olarak dinlemek isterdim zira; o metin de bir ‘savunma’ değil, ‘saldırı’. Suçlu insan savunma yapar. Masum ve mazlum ise haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe isyan eder. Futbolda tabiriyle ‘defansta’ kalmaz, hukuksuzluğun altına imza koyanları perişan eder. Hak sahibi sultandır çünkü. Eğer haklıysan ‘sultan’ sensin. Konjonktür bileklerine kelepçe vurabilir, dört duvar arasına yollayabilir. Ama tarih ve kader seni ‘sultan’ diye kaydeder.

Kılıçdaroğlu niye hakim karşısına çıktı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirdiği için! Erdoğan’a laf söyleyen, yan gözle bakan, polis tarafından derdest edilir, hakkında iddianame düzenlenir ve hakim karşısına çıkarılır; hatta hapishaneye gönderilir. Bir ara hapis yatmış birinden duymuştum, hapishanede ‘hakaretçiler’ diye grup oluşmuş. ‘Suçun nedir’ sorusuna mahpus ‘Ben hakaretçiyim’ cevabını verirmiş. İçeride uzun boylu tutulmasa da ‘hakaretçiler’ de hapishanenin havasını tatmaktan kurtulamaz.

AKP, askeri vesayet dönemini geride bıraktı!

Siyasetçilerin hakim karşısına çıkması askeri darbe dönemleri ya da olağanüstü iklimlerde gerçekleşir. Hele genel başkanlık yapmış birinin mahkemeye düşmesi sıradışı gelişmedir. Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş gibi cumhuriyet döneminin siyasi aktörlerine bakınız; albümlerindeki mahkeme salonlarındaki fotoğrafları askeri yönetimin eseridir. Normal zamanlarda siyasetçiler mahkeme yüzü görmez. Düşüncelerinden, fikirlerinden dolayı yargılanmaz. Demokrasilerde farklı partiler olacaksa farklı düşünceler de olur. Hiçbir politikacı siyasi görüşlerinden dolayı yargılanmaz.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun mahkeme salonundan yansıyan fotoğrafı bile dönemin olağanüstü olduğunu anlatmaya yeter. Bu bazen 16 yaşındaki çocuk bile olabilir. Erdoğan her türlü devlet gücünü ele geçirmesine rağmen küçük bir çocuğun şakasından bile korkar ve anında yargıyı harekete geçirir. Türkiye’de bütün kutsallara söz söyleyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz hatta hakaret edebilirsiniz ama Erdoğan’ı asla eleştiremezsiniz! Erdoğan’ın ağzından çıkan sözleri dönüp ona söylerseniz, kendinizi hapishanenin soğuk ve karanlık duvarları arasında bulabilirsiniz.

Kılıçdaroğlu mahkeme kürsüsünü sesini duyurmak için bir imkan ve fırsat olarak değerlendirdi. “Safları sıklaştıralım!” dedi, partisinden birçok ismi salona ve adliye önüne toplamayı başardı. Ve tarihe geçen savunma metniyle çıktı hakimlerin karşısına. Sinmedi, korkmadı, haykırdı. Sesini de sözünü de yükseltti. Söyledikleri bir ‘siyasi manifesto’ olacak türden. Muhtemelen kitaba da dönüşecek; ki mutlaka dönüşmeli. Sosyal medyanın dehlizlerinde kaybolup gitmemeli. Yabancı dile çevrilmeli ve hukuk fakültelerinin kütüphanelerine girmeli.

İşlenen suçları kayda geçirmek için buradayım!

Sözlerine, “Ben buraya işlediğim bir suçtan ötürü kendimi savunmak için değil, işlenen suçları kayıtlara geçirmek, hesabını sormak ve tarihe not düşmek için geldim. Tarih bana gerçekleri söyleme görevi verdi!” diyerek başladı. Hakkında açılan davanın gerekçesini de ‘Erdoğan’a Başçalan, Hırsız ve Başhırsız’ demiş olmamdır!” diye açıkladı. “Pişman değilim!” dedi ve ekledi; “Ne mutlu ki bana mahkeme karşısına rüşvet suçundan çıkmadım. Ne mutlu ki bana ‘yetim hakkı yiyen zimmet suçlusu bir hırsız’ olarak karşınıza çıkmadım…”

Bir siyasetçinin bu sözleri söyleyebilmesi önemli. Kaç siyasetçi böyle meydan okuyacak cesareti kendinde bulabilir? AKP ve medyasından hiçbir kişi de “Hayır, senin şu suçların var…” diye çıkmadı, çıkamadı. Devletin bütün kayıkları ellerinin altında, Kılıçdaroğlu’nun itham edecekleri suç veya iddia olsaydı anında cevap verilirdi. Kılıçdaroğlu’nun muhatabı Erdoğan, AKP ve yandaşları mahkeme salonundan yükselen bu sesi duymazdan geldi. Onlar duymayınca bu ses yok olup gitmeyecek. Atmosferde yankılanmaya devam edecek.

Sıfırlama tapesi de mahkeme kayıtlarına girdi!

Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri mahkeme zabıtlarına geçti; “Oğlum evdeki paraları sıfırladın mı” diyen hırsızdır. ‘Bir tek yüzüğüm var, zengin olursam bilin ki çalmışımdır’ diyen adam zengin olmuşsa sayın yargıç tekrar söylüyorum, başçalandır, hırsızdır…”

Bu sözlere bir cevap gerekmez mi? Muhatabı, “Evet, yüzüğüm dışında mal varlığım yoktur!” diyebilir mi? Bir şeyler söylemesi lazım. Kamuoyu belki Kılıçdaroğlu’nun sesini duymadı ama resmi tutanaklara geçti, tarihe not edildi. Sükut ikrardan gelirmiş. Sessizliğin, cevapsızlığın yorumu bu olur.

Kılıçdaroğlu’nun savunması bunlarla sınırlı değil, uzun bir metin. Satırlar arasında parti içine, yol arkadaşlarına mesajlar da var. Her bir kelime ve cümle kurşun gibi ağır, hakimlere değil, doğrudan muhatabına söyleniyor. Söyledikleri tarihe yazılmış bir dilekçe gibi. O zabıtlar kaybolmaz. Kılıçdaroğlu’nun dilekçesi gün gelir işleme konur.

Muhatabın ilanihaye sessiz kalamaz, devran döner ve cevap vermek zorunda kalır. Tarih ve kaderden kaçabilene bugüne kadar rastlanmamıştır. ‘Adalet topaldır, ağır ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır.’ Bugün sesler kısılır, yargı tasallut altına alınır ama iktidar bitince hesap zamanı başlar. Bir insan geçmişini ne kadar derine gömerse gömsün bir gün yüzleşmek ve hesaplaşmak zorunda kalır.

Entelektüel siyasetçi Mehmet Bekaroğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun savunmasıyla ilişkin tespiti yerinde; “Kemal Kılıçdaroğlu mahkemede söyledikleri ile bugüne kadar hiçbir siyasetçiye nasip olmayan itibarın zirvesine ulaşmıştır. Düşmanları; saraylarda oturanlar mal, mülk, para, altın… yığanlar asla böyle bir itibara ulaşamazlar. Kılıçdaroğlu’na itibar suikastı düzenleyenler, onu arkadan hançerleyenler, yarı yolda bırakanlar da…”

Mahkemenin Kılıçdaroğlu hakkında vereceği hükmün hiçbir önemi yok. Aslolan tarihin hükmü… Kılıçdaroğlu da bunun bilincinde, savunmasını tarihe postaladı. Ve söyledikleri ‘ölümsüz savunmaların’ arasında yerini aldı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin