Sinema dünyası, bazı filmlerin devamını çekmekte ısrar etti. Bunun birkaç sebebi vardı. Elbette ilki para kazanma motivasyonu. Ancak mesele bu kadar basit değil tabiii.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
“İkinci film asla birincisi kadar iyi değildir.” klişesini bozan Baba II, Terminatör 2 gibi istisnalar, aslında bir kuralı doğrular nitelikte: Sinema endüstrisi, ilk filmin başarısını tekrarlamaya çalışırken çoğu zaman aynı hataya düşüyor: Orijinalin sihirli formülünü kopyalamaya çalışmak!
Peki “Neden Devam Filmi?”
Hollywood’un devam filmi tutkusunun arkasında elbette ekonomik gerçekler yatıyor. Tanıdık bir marka, hazır bir hayran kitlesi ve garantili gişe geliri. 2023 verilerine göre, en çok hasılat yapan filmlerin yüzde 70’i bir serinin parçası. “Fast & Furious”, “Marvel Sinematik Evreni” ve artık neredeyse rahmetli Müslüm Gürses kaset üretimine dönen “Mission: Impossible” gibi franchise’lar, stüdyoların güvenli limanları haline geldi.
Tabii Hollywood kaçın kurası? Başarılı devam filmlerinin bir formülünü de çıkarmış.
Godfather Part II (1974), orijinal hikayeyi genişletip derinleştirerek devam filmlerinin nasıl yapılması gerektiğini gösteriyordu. Hem “prequel” (ilk hikayenin öncesi) hem de sequel (ilk hikayenin sonrası) olarak kurgulanması, Corleone ailesinin düşüşünü iki zaman çizgisinde anlatması, filme özgün bir kimlik kazandırmıştı.
Vaktiyle Nolan filmlerini analiz ettiğimizde de yazmıştık. Chrestopher Nolan’ın en büyük başarısı fantastik bir dünyada hayali bir kent olan Gotham’ı tutup günümüz dünyasına getirmesiydi. The Dark Knight (2008), Batman Begins’in kurduğu evreni daha karanlık ve felsefi bir noktaya taşıdı. Heath Ledger’ın Joker performansı, filmi sadece bir süper kahraman filmi olmaktan çıkarıp, çağımızın kaos-düzen çatışmasının alegorisine dönüştürdü.
Elbette mebzul miktarda başarısız örnekler de var.
Gerçi devam filmi sayılmaz (Zira ilk üç film bir tek bir film olarak tasarlanmıştı ve dikkat ederseniz her filmin sonunda “devam edecek” değil, “Tamamlanacak”; “To be concluded” yazıyordu.) çünkü Wachowski Kardeşler üçlemeyi bir bütün olarak tasarlamıştı. Ancak başarısızlığı (bence öyle değil ama) gişe ve seyirci memnuniyeti açısından serinin 4 ve 5. Filmleri için söyleyebiliriz. Bir başka klasik Jaws 2, ilk filmin gerilim unsurlarını tekrarlamaya çalışırken karikatürleşti.
Belki de şöyle bir şey var: Modern izleyici, sadece aynı formülün tekrarını değil, orijinal hikayeye saygı duyan ama onu yeni bir perspektifle ele alan yapımlar bekliyor. Blade Runner 2049 (2017), bu dengeyi başarıyla kurdu. İlk filmin atmosferini korurken, kendi özgün hikayesini anlatmayı başardı.
Yönetmen Değişimi Faktörü: Alien serisinde her film farklı bir yönetmenin elinde bambaşka bir tona büründü. James Cameron’ın Aliens’ı (1986), Ridley Scott’ın gerilim ağırlıklı ilk filmini aksiyona yöneltti. Bu değişim, seriye taze bir bakış açısı getirdi.
Öte yandan Star Wars serisi, devam filmlerinin kültürel etkisini en iyi gösteren örnek. İlk üçleme (1977-1983) popüler kültürü şekillendirirken, “prequel” üçlemesi (1999-2005) karışık tepkiler aldı. Yeni üçleme ise (2015-2019) nostalji ve modern sinema tekniklerini harmanlamaya çalıştı.
Son tahlilde devam filmleri, sinema endüstrisinin vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Başarılı örnekler, orijinal filmin DNA’sını koruyup onu yeni bir yöne evriltebilenler oldu. Başarısız olanlar ise sadece formülü tekrarlamaya çalışanlar. Gelecekte de bu trend devam edecek gibi görünüyor, ancak izleyici artık daha seçici ve talepkâr olacağı da açık.
Peki bu ‘aynı formül, farklı sonuçların’ sebebi ne olabilir? Şimdi biraz bu sorunun peşine düşelim.
Devam filmlerinin sosyolojik etkisi, öncelikle izleyicinin orijinal filmde tanıştığı karakterlerle kurduğu duygusal bağ üzerinden şekilleniyor. Bu bağ, modern toplumda giderek atomize olan bireyin, tanıdık karakterlerle kurduğu “parasosyal ilişki” üzerinden güçleniyor. Karakterler adeta izleyicinin uzak arkadaşlarına dönüşüyor.
Sinema tarihinde devam filmleri, yalnızca ticari bir strateji olarak değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın ve kolektif bilincin şekillendirilmesinde önemli bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Hollywood’un altın çağında, devam filmlerinin toplum üzerindeki etkisi belirginleşmeye başlamıştı çünkü.
Alfred Hitchcock’un “Psycho” (1960) filmi ve sonrasında gelen devam filmleri, bu olgunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Norman Bates karakteri, Amerikan toplumunun kolektif bilinçaltında öyle derin bir iz bırakmıştır ki, 1983’te çekilen “Psycho II” filminde Anthony Perkins’in canlandırdığı karakter, artık sadece bir film karakteri değil, toplumsal bir fenomene dönüşmüştür. Bu dönüşüm, izleyicilerin karakterle kurduğu parasosyal ilişkinin derinliğini gösterir.
Karakter etkisinin sosyolojik boyutunu daha iyi anlamak için “The Godfather” serisine bakmak gerekiyor. Michael Corleone’nin üç film boyunca süren dönüşümü, 1970’ler Amerika’sının değişen değer yargılarını ve ahlaki çöküşünü yansıtmakta. İzleyiciler, Corleone ailesinin hikayesi üzerinden kendi toplumsal gerçekliklerini yorumlamış, aile, güç ve ahlak kavramlarını yeniden sorgulamışlardı.
Modern dönemde “Marvel Cinematic Universe” fenomeni, devam filmlerinin yarattığı kolektif anlatı deneyiminin en büyük örneklerinden biridir. Iron Man karakterinin on yılı aşkın süren yolculuğu, Z kuşağının büyüme süreci ile paralel ilerlemiş, karakterin dönüşümü ile izleyicilerin kendi hayat deneyimleri arasında güçlü bağlar kurulmuştu.
Toplumsal cinsiyet rollerinin değişimi de devam filmlerinde kendine güçlü bir yer bulduğunu görüyoruz. “Alien” serisinde Ellen Ripley karakteri, geleneksel kadın temsilini kırarken, devam filmlerinde bu dönüşüm daha da derinleşiyor. Ripley, feminist hareketin sinemadaki en güçlü temsillerinden birine dönüştürülüyordu. Benzer şekilde, “Mad Max: Fury Road”da Furiosa karakteri, erkek protagonistin yerini alarak toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkmaya çalıştı.
Kuşaklararası aktarımda devam filmlerinin rolü, “Star Wars” evreninde net biçimde görülür. 1977’de başlayan “saga”, üç farklı kuşağı birbirine bağlamış, aile içi iletişimin ortak referans noktalarını oluşturmuştu. Luke Skywalker’ın yolculuğu, kuşaklar boyunca aktarılan bir modern mitolojiye dönüşmüştü.
Öte yandan fan kültürünün ekonomi-politik boyutu da göz ardı edilemez. “Harry Potter” serisi, kitaplardan filmlere uzanan süreçte, karakter bağlılığının nasıl ekonomik sermayeye dönüştüğünün çarpıcı bir örneği. Hogwarts öğrencileriyle büyüyen bir nesil, kendi çocuklarını da aynı evrenin parçası yapmakta, böylece kültürel sermayenin kuşaklararası aktarımı gerçekleşmekte.
Dijital çağda devam filmleri, sosyal medya platformları üzerinden yeni bir boyut kazanmıştır. “Stranger Things” gibi seriler, nostalji ve modernliği harmanlayarak, farklı kuşakların ortak bir anlatı etrafında buluşmasını sağlıyor. Karakterlerin gelişimi, sosyal medyada gerçek zamanlı olarak tartışılır, teoriler üretilir ve kolektif bir hikâye anlatımı deneyimi yaşanıyor.
Devam filmlerinin inşa ettiği “evren” kavramı, modern toplumun parçalanmış yapısına karşı bir tür direniş mekanizması olarak da okunabilir aslında. Marvel ya da DC evrenlerinin sebep olduğu süreklilik hissi, belirsizliklerle dolu modern dünyada bireylere bir tür ontolojik güvenlik sağlamakta.
Hasılı kelam; devam filmleri basit bir ticari strateji olmaktan çıkıp, toplumsal hafızanın, kolektif bilincin ve kültürel aktarımın önemli araçlarından birine dönüşmüştür. Karakterlerin yarattığı etki, kuşaklar boyunca devam eden bir sosyolojik fenomen haline gelmiş, modern toplumun anlam arayışında önemli bir referans noktası olmuştur. Bu bağlamda, devam filmlerini sadece sinematik değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olarak okumak, modern toplumu anlamak için önemli ipuçları sunuyor.
Nihayetinde, devam filmlerinin sinema tarihindeki yolculuğu, basit bir ticari hesaptan çok daha derin bir anlam taşıyor. Bu filmler, toplumsal hafızanın taşıyıcıları, kuşaklar arası köprüler ve kültürel değişimin aynalarına dönüşmüş durumda. Başarılı devam filmleri, orijinal yapımın ruhunu korurken çağın getirdiği yeni anlatım olanaklarını da ustaca kullanıyor, böylece hem nostaljik duyguları besliyor hem de yeni nesillere hitap edebiliyor.
2020’lere geldiğimizde, “digital-streaming” platformlarının yükselişi ve değişen izleyici alışkanlıklarıyla birlikte, devam filmlerinin geleceği de yeni bir evreye giriyor. Artık sadece sinema salonlarında değil, dijital platformlarda da varlık gösteren bu yapımlar, trans-medya anlatımının önemli bir parçası haline geliyor. Bu dönüşüm sürecinde başarılı olacak yapımlar, muhtemelen sadece orijinal hikayeyi devam ettiren değil, onu günümüz dünyasının karmaşık gerçekliğiyle harmanlayabilen, teknolojik imkanları hikaye anlatımının hizmetine sokabilen ve en önemlisi izleyiciyle duygusal bağ kurabilen filmler olacak.