Kleptokrasi!

Kleptokrasi, son 10 yılda Türkiye’de olduğu gibi, Doğu Avrupa’dan Rusya’ya kadar birçok ülkede gerçekleştirilen sahte özelleştirme programlarıyla kazanılan milyarlarca dolardır. Küçük oligarşik seçkin gruplar, çoğu zaman yerel mafyayla ve devlet görevlileriyle iş birliği yaparak, daha önce kamuya ait olan fabrikaları ve doğal kaynakları piyasa değerinin altındaki fiyatlarla ele geçirmeyi başarmış, böylece bir gecede milyarder olmasıdır.

Kleptokrasinin derecesi ülkeden ülkeye değişiyor. Bir uçta, devletin adeta hırsızlık etrafında örgütlendiği “tam olgunlaşmış kleptokrasiler” var. Diğer uçta ise yolsuzluğun yaygın olduğu, hoş görüldüğü ve hatta beklendiği, ama bir takım yasal ve demokratik normların da hala varlığını sürdürdüğü “tomurcuk kleptokrasiler” bulunuyor.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Kavramı dün de bahsini ettiğimiz kitabı olan “Lexus ve Zeytin Ağacı”nda Thomas Friedman kullanıyor. Yazar kitabında ülkeleri ve sistemleri ‘Benzin İstasyonu’ metaforuyla anlattığı bir bölüm var ki ben bayılıyorum buna. Hemen anlatayım 5 Benzin İstasyonu Teorisi’ni. Şöyle anlatıyor Thomas Fredman:

“Ben, Dünya’ya ilişkin beş benzin istasyonu teorisine inanıyorum. Evet, bugünkü dünya ekonomilerinin beş temel benzin istasyonu çeşidine indirgenebileceği kanısındayım.

Birincisi Japon benzin istasyonudur. Benzinin galonu 5 dolardır. Bir ömürlük iş anlaşmaları imzalamış üniformalı ve beyaz eldivenli dört adam size hizmet eder. Benzininizi doldururlar. Yağınızı değiştirirler. Camınızı siler ve siz huzur içinde oradan ayrılırken, dostça bir gülümseme ile arkanızdan el sallarlar.

İkincisi Amerikan benzin istasyonudur. Benzinin galonu sadece 1 dolardır ama benzini kendiniz doldurursunuz. Camınızı kendiniz silersiniz. Lastiklerinize kendiniz hava basarsınız. Sonra köşeyi döndüğünüzde, dört evsiz insan jant kapaklarınızı çalmaya çalışır.

Üçüncüsü Batı Avrupa benzin istasyonudur. Benzinin galonu orada da 5 dolardır. İstasyonda tek bir görevli vardır. Lütfeder gibi benzininizi doldurur ve asık suratla yağınızı değiştirir, sendika sözleşmesinin onu sadece benzin doldurmak ve yağ değiştirmekle yükümlü kıldığını size her an hatırlatarak camları silmez. Haftada sadece 32 saat çalışır, her gün 90 dakika yemek molası verir ve bu süre içinde benzin istasyonu kapalı kalır. Ayrıca her yaz Güney Fransa’da 6 hafta tatil yapar. Devletin işsizlik sigortası son işlerinden daha çok para verdigi için 10 yıldır çalışmamış iki erkek kardeşi ve amcası, sokağın karşı tarafında bowling oynamaktadır.

Dördüncüsü gelişmekte olan ülke benzin istasyonudur. Burada 15 kişi çalışır ve hepsi de birbirinin kuzenidir. İçeri girdiğinizde kimse sizinle ilgilenmez, çünkü herkes birbirine laf yetiştirmekle meşguldür. Devlet benzini sübvanse ettiği için benzinin galonu sadece 35 senttir ama 6 pompadan sadece biri çalışmaktadır. Diğerleri bozulmuştur ve Avrupa’dan gelecek yedek parçaları beklemektedir. İstasyon hayli kırık döküktür, çünkü sahibi Zürih’te yaşamakta ve bütün kazancını ülke dışına çıkarmaktadır. İstasyon sahibi, işçilerin yarısının geceleri tamirhanede uyuduğundan ve araba yıkama yerini duş olarak kullandığından habersizdir. Gelişmekte olan ülke istasyonunda müşterilerin çoğu ya son model Mercedes ya da uyduruk bir motosiklet kullanır ama burası her zaman doludur, çünkü bisiklet lastiklerine hava basmak icin insanlar akın akın gelmektedir.

Son olarak, Rusya benzin istasyonu gelir. Burada benzinin galonu sadece 50 senttir ama hiç benzin yoktur, çünkü burada çalışan dört işçi bütün benzini karaborsada galonu 5 dolara satmıştır. Benzin istasyonunda görevli olan 4 adamdan sadece biri oradadır. Diğer ucu yer altı ekonomisinde başka işler tutmuştur ve sadece haftada bir kez haftalıklarını almak için uğrarlar.”

Friedman kitabında bir metafor daha kullanıyor. Bilgisayar işletim sistemi olan “DOS”u. Yazar buna “DOSermaye” diye bir bölümle giriyor. Bu kavramı küreselleşme çağında ülkelerin ekonomik sistemlerini temsil eden bir metafor olarak kullanılıyor. Kavram, bilgisayar işletim sistemlerine atıf yapılarak oluşturulmuş ve ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeylerine göre bir sınıflandırmayı ifade ediyor.

Kitapta özellikle, komünist ekonomilerin merkezi planlamayı esas alan yapısı “DOSermaye 0.0” olarak tanımlanıyor. Bu tür ekonomilerde sermaye tahsisini hükümetler kontrol eder ve serbest piyasa sistemi bulunmaz. Bu tanım, komünist ülkelerin merkezi planlamaya dayalı ekonomik sistemlerini temsil etmekte.

Buna karşılık, karma ekonomiler ve devletçi sistemler ise “DOSermaye 1.0” ile “DOSermaye 4.0” arasında sıralanıyor. Bu sınıflandırma, sosyalist ekonomilerin, devlet kontrolünün ağır bastığı ve piyasa ekonomisinin kısmen var olduğu karma sistemleri içeriyor. Örneğin, Macaristan “DOSermaye 4.0” olarak sınıflandırılırken, Endonezya ve Kore gibi ülkeler “DOSermaye 3.0” ve “DOSermaye 4.0” kategorisine dahil ediliyor.

Daha ileri düzeydeki kapitalist ekonomiler, “DOSermaye 5.0” ve “6.0” seviyelerine kadar ilerliyor. Bu sistemler daha gelişmiş piyasa ekonomilerine sahip olmakla birlikte, sosyal devlet bileşenlerine de önem veriyorlar. Örneğin, Fransa, Almanya ve Japonya “DOSermaye 5.0” ile tanımlanırken, ABD, Hong Kong ve Birleşik Krallık gibi daha liberal ekonomilere sahip ülkeler “DOSermaye 6.0” olarak nitelendiriliyor .

Bu kavram, bir ülkenin küresel pazardaki başarısının ve sürdürülebilir ekonomik büyümesinin büyük ölçüde ekonomik sisteminin esnekliğine ve modernleşmesine bağlı olduğunu vurguluyor. Özellikle “DOSermaye 6.0”, piyasa serbestliği ve esnekliği ile ön plana çıkan bir model olarak tanımlanırken, eski ve daha katı sistemler elektronik sürü gibi hızla gelişen küresel pazarın taleplerine ayak uydurmakta zorlanabiliyor.

Şunu vurgulayalım, bu kitap kaleme alınırken Tayyip Erdoğan’ın tuhaf rejimi henüz uç vermediği için muhtemelen kitabında yer almıyor. Yoksa tersine bir ilerleme söz konusu olabilir Türkiye için. DOS 0.0’a epey yakınlaştı çünkü ülke!

DOS Kapital!

En enfes bölüm ise biraz önce belirttiğim gibi DOSermaye başlıklı 7. Bölüm.

Bu bölümün esas kavramı ise “Kleptokrasi”. Yazar yine bolca bilgisayar kavramlarından metaforlar ile öylesine şahane izahlar yapıyor ki hayran olmamak elde değil.

Şunu en başta söyleyeyim ki, Kleptokrasi sadeve bir kavram değil aynı zamanda sinsi ve ve tehlikeli bir hastalığın ismi. Birazdan yazacaklardımdan anlaşılacağı gibi Erdoğan yönetimindeki Siyasal İslam rejimi Türkiye’yi bu hastalığın pençesine öylesine savurdu ki, buradan dönüş olabilir mi emin değilim.

Kleptokrasi… Bu kelime, belki de çoğunuzun ilk kez duyduğu, ama etkilerini her gün hissettiği bir olguyu tanımlıyor.

Kleptokrasi, Yunanca “hırsız” anlamına gelen “kleptes” ve “yönetim” anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Yani, en basit tanımıyla “hırsızların yönetimi” demek. Ama bu tanım, kleptokrasinin gerçek boyutlarını ve etkilerini anlatmakta yetersiz kalıyor.

Amerikalı gazeteci ve yazar Thomas Friedman’ın “Lexus ve Zeytin Ağacı” adlı kitabında detaylıca ele aldığı bu kavram, aslında modern dünyanın en büyük sınavlarından birini teşkil ediyor. Öyle ki, kleptokrasi sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de karşı karşıya kaldığı bir tehdit.

Kleptokrasinin en belirgin özelliği, devlet sisteminin kilit fonksiyonlarının yolsuzluğa batmış olması. Vergi toplama sisteminden gümrüklere, özelleştirmeden piyasa mevzuatına kadar birçok alanda yolsuzluk o kadar yaygın hale geliyor ki, yasal işlemler istisna, yasa dışı işlemler ise norm haline geliyor.

Düşünün ki, bir ülkede her düzeydeki görevli, yurttaşlardan, yatırımcılardan ve hatta devletin kendisinden olabildiğince para koparmak için mevkiini kullanıyor. Yurttaşlar ve yatırımcılar da herhangi bir karar veya hizmet elde etmenin tek yolunun rüşvet vermek olduğunu düşünüyor. İşte bu, kleptokrasinin en belirgin görüntüsü.

Ancak, kleptokrasinin derecesi ülkeden ülkeye değişiyor. Bir uçta, devletin adeta hırsızlık etrafında örgütlendiği “tam olgunlaşmış kleptokrasiler” var. Diğer uçta ise yolsuzluğun yaygın olduğu, hoş görüldüğü ve hatta beklendiği, ama bir takım yasal ve demokratik normların da hala varlığını sürdürdüğü “tomurcuk kleptokrasiler” bulunuyor.

Bu iki uç arasındaki farkı anlamak için, Dünya Bankası çevrelerinde anlatılan eski bir fıkrayı sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum. Fıkra, karşılıklı ziyaretlerde bulunan Asyalı ve Afrikalı iki Bayındırlık Bakanı hakkında:

Önce Afrikalı Bakan, Asyalı meslektaşını ülkesinde ziyaret eder. Akşam olduğunda Asyalı Bakan, Afrikalıyı evine yemeğe götürür. Asyalı Bakan saray gibi bir malikânede yaşamaktadır. Bunu gören Afrikalı Bakan şaşkınlıkla sorar: “Vay canına, böyle bir evi maaşınla nasıl karşılayabiliyorsun?”

Asyalı Bakan, Afrikalıyı denize bakan büyük bir pencerenin yanına götürür ve eliyle uzaktaki bir köprüyü gösterir. “Şuradaki köprüyü görüyor musun?” diye sorar.

“Evet, görüyorum” der Afrikalı. Bunun üzerine Asyalı, parmağıyla kendisini işaret ederek fısıldar: “Yüzde 10.” Yani köprü maliyetinin yüzde 10’u Bakanın cebine girmiştir.

Bir sene sonra bu kez Asyalı Bakan, Afrikalının ülkesine ziyarete gider ve meslektaşının daha da görkemli bir evde yaşamakta olduğunu görür. “Vay canına, böyle bir evi maaşınla nasıl karşılayabiliyorsun?” diye sorar Afrikalıya.

Afrikalı Bakan, Asyalıyı oturma odasındaki deniz manzaralı pencerenin yanına götürür ve eliyle ufku işaret eder. “Şuradaki köprüyü görüyor musun?” diye sorar. “Hayır, orada köprü falan yok” diye cevap verir Asyalı. “Haklısın” der Afrikalı Bakan ve işaret parmağını kendisine doğrultarak “Yüzde 100!” diye ekler.

Bu fıkra, kleptokrasinin farklı derecelerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak, kleptokrasinin belirtileri sadece bu kadar basit ve açık değil.

Kleptokrasi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından adi suçların her köşeye yayıldığı 1995 (ve sonraki yıllar) Moskova’sıdır.

Kleptokrasi, Arnavutluk’ta vergi kaçakçılığının ve hırsızlığın vardığı noktadır. 1997 yılında Arnavutluk’un en çok vergi ödeyen şirketler listesinde otuz beşinci sırayı, Amerikan-Arnavutluk ortak girişimi bir pizzacı dükkânı işgal etmişti. Aynı yıl oto hırsızlığı o kadar tırmanmıştı ki, Amerikalı yetkililerin tahminine göre Arnavutluk sokaklarındaki arabaların yüzde 80’i bir Avrupa ülkesinden çalınmış araçlardı.

Kleptokrasi, Endonezya’da yolsuzluğun o kadar derinlere işlemiş olmasıdır ki, memurlar ödediğiniz rüşvet karşılığında size makbuz verirler. İnanın bana, bu bir şaka değil.

Kleptokrasi, memurların ve düzen koyucuların, uygulamakla görevli oldukları kuralların kendileri için geçerli olmadığını düşünmeleridir.

Kleptokrasi, son 10 yılda Türkiye’de olduğu gibi, Doğu Avrupa’dan Rusya’ya kadar birçok ülkede gerçekleştirilen sahte özelleştirme programlarıyla kazanılan milyarlarca dolardır. Küçük oligarşik seçkin gruplar, çoğu zaman yerel mafyayla ve devlet görevlileriyle iş birliği yaparak, daha önce kamuya ait olan fabrikaları ve doğal kaynakları piyasa değerinin altındaki fiyatlarla ele geçirmeyi başarmış, böylece bir gecede milyarder olmuştur.

Bu konuya devam edeceğiz gibi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin