YORUM | KERİM BALCI
Kırk yıl geç sevmişim Babanzâde Ahmed Naim Beyi.
Geç kalmışlıklar içinde en ağır koyanıdır sevmeninkisi. Her şeyin kazası olur, sevmenin olmaz. Bugün sevdiğinin üzerine bir de dünün sevgisini ekleyemezsin ki… Zaman gibidir sevgi de… Dünkü zamanı bir daha asla yaşayamaz, dünün sevgisiyle bir daha asla sevemezsin.
Yirmili yaşlarda, yirmili yaşların heyecanıyla sevebilirdim Ahmed Naim Beyi.
Mehmet Akif’i sevdiğimde on iki yaşındaydım. Hafızam beni yanıltmıyorsa yirmi yaşında Edirnekapı Şehitliğindeki kabrini ziyaret etmiştim. Şimdinin tabiriyle ‘kankası’ Ahmed Naim Beyin yanıbaşında yattığının farkına bile varmamışım. Otuzüç sene sonra Londra metrosunda, Ertuğrul Düzdağ’ın Yakın Tarihimizde Irkçılık kitabının ilk sayfalarında okudum bu bilgiyi, otuz üç yıl gecikmiş bir Fatiha ile birlikte…
Gecikmiş ile geç kalmış aynı şey değil. Gecikmiş, geç de olsa erişmiştir. Toplantıya gecikilir; trene geç kalınır. Geç kalan, kalakalır öyle.
Fatiham gecikmişti, sevgim geç kalmış.
Külçe gibi oturdu içime Ahmet Naim’i sevmekte geç kalmış olmak…
* * *
Zaten mücerret bir geç kalmışlık hissiyatıyla uyanıyordum bir müddettir. Namaza geç kalmışlık, işe geç kalmışlık, randevuya geç kalmışlık gibi değil… Mücerret bir duygu. Nesnesi yok. Hani borç batağına düşmüş adamlar vardır, kime ve niye borçlu olduklarının bir anlamı kalmamıştır artık da serapa borçludurlar… Araz, zâtîleşmiştir. Hasta değil artık, hastalıklı… Öyle mücerret bir geç kalmışlık hissiyatıyla uyanıyor ve gecikmiş işlerin koşuşturmacasıyla gaflete daldığım anlar dışında o hissiyatla yaşıyorum hep…
Geç kalmış adam, hayata ve kainata geç kalmışlık penceresinden bakar. Bir başka zamana ait olma duygusu bütün duyuları kendi rengine bürür o pencerede. İnsanlık geç kalmış… İslamlık geç kalmış… Türkler, Kürtler, Araplar hep geç kalmışlar… Gazze’de geç kalmış insanlık… Geç kalmış Meriç’te Müslümanlar… Geç, ama çok geç kalmışız… Geç kalmışız hicrete… Sürgünde sürgün vermeye geç… kalmışım… kalmışlar…
Nerden baksan geç kalmışlık… Nerden baksan geç kalmışlık… Nerden baksan… geç bakmışsın…
* * *
Sevmeye geç kalan, sevdirmeye hayli hayli geç kalır. Kırk yıldır seviyor ve sevdiriyor olabilirdim Babanzâde Ahmet Naim’i, Said Halim Paşa’yı, Çerkeşşeyhi-zâde Halil Hâlid Beyi… Benden bir asır önce Londra sokaklarında dolaşmış, Londra Merkez Camii’ni yaptıran heyette yer almış Halil Hâlid’i Düzdağ’ın kitabını okuyana kadar hiç duymamıştım bile. Severdim, okusaydım. Seviyorum, şimdi. Şimdinin sevgisiyle seviyorum.
Benden önce, benim derdimi, benden fazla dert edinmiş, çözüm için benden çok daha fazla gayret göstermiş bu düşünce ve aksiyon kahramanlarını sevmek konusundaki geç kalmışlığımı daha 1997 yılında fark edebilirdim. Henüz Hocaefendi’nin Kütüphanesi Projesi gönlüme düşmemişti. Zaman’ın Washington temsilcisi Ali Halit Bey’in Fethullah Gülen Hocaefendi ile o yıl eylül ayında yaptığı röportajı satır satır okumuştum.
Hocaefendi ırkçılık konusundaki bir soruya cevap verirken Bediüzzaman ve Ahmet Naim Bey gibi isimlerin ırkçılık karşıtı ifadelerine atıfta bulunduktan sonra “bunları bir araya getiren Ertuğrul Düzdağ Bey bir kitap yazmış,” ifadesini kullanmış o röportajda. Okuyup geçmişim bu ifadeyi. Hocamın, Rehberimin, Kaptanımın bir satırla dahi olsa atıfta bulunduğu bu kitabı arayıp bulma, okuma ihtiyacı hissetmemişim.
Yirmi beş yıl sonra düştü gönlüme Hocaefendi’nin Kütüphanesi Projesi. Gecikmiş bir projeydi… Zaten geciktiği için düşmüştü bana kadar…
* * *
Hocaefendi’nin Kütüphanesi’nde tanımakta, sevmekte, sevdirmekte geç kaldığım nice isimler tanıdım son üç yıldır. Hocaefendi’nin düşünce atlasında iz bırakmış eserleri ve eser sahiplerini, Haydar Bammat’ı, Abdurrahman Azzam Paşa’yı, Blaise Pascal’ı, Sir James Jean’ı, Goethe’yi, Tagore’u tanıdım o kütüphanede…
Hocaefendi’nin bütün yazılı ve sesli eserlerini yüzü aşkın gönüllü arkadaşımla birlikte kodlayarak başladık Hocaefendi’nin Kütüphanesi Projesine. Hayatı boyunca verdiği röportajları okuma ve kodlama vazifesi bendeydi. Eylül 1997 tarihli Zaman röportajını bir defa daha okudum böylelikle. “Bunları bir araya getiren Ertuğrul Düzdağ Bey bir kitap yazmış,” ifadesi ilk bakışta sadece bir bilgi aktarımı… Oysa Hocaefendi’nin Kütüphanesi’nde bir vazife: Eser sahibinden esere ulaşılacak, eser okunup özetlenecek, tanıtım videosu hazırlanacak ve HizmetWiki’ye yerleştirilerek Hocaefendi’nin Kütüphanesi’nin müstakbel ziyaretçilerinin ulaşımına açılacak…
Bu vazife çerçevesinde okudum Yakın Tarihimizde Irkçılık kitabını. Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Bediüzzaman ve Halil Hâlid’in yanısıra Ahmet Naim Bey’in makalelerinden de seçme bölümler okudum böylelikle. Londra metrosunda sevdim Ahmet Naim’i… Kırk yıl geç kalmış bir sevgiyle…
Kırk yaşında bir sevgi boşluğu var kalbimde şimdi… Külçe gibi ağır bir boşluk…
* * *
Mecnun’un Leyla’nın sokağında gördüğü her şeyi sevmesine şaşırmayan sevda yoksunu! Hocaefendi’nin kitabet ve hitabet mahallesinde muttali olduğum bir isme muhabbet duymama niye şaşırıyorsun?
* * *
Hocaefendi’nin Kütüphanesi, bu dönem iki büyük ürününü hayata geçirmeye çalışıyor: Hocaefendi’nin Entelektüel Biyografisi ve Hocaefendi Ansiklopedisi… Ödüm kopuyor, zaten gecikmiş bu projeler hayata geçirilemez de Hocaefendi’yi ve Hocaefendi’nin sevdiklerini sevdirmekte tümden geç kalırsak diye…
Geçmişin ihmal edilmiş sevgilerine, geleceğin inşa edilememiş sevgileri katılır da gönlümdeki bu boşluk külçesi başka yürekleri de dağidar eder diye…
* * *
Geç kalma…
* * *
Not: Yazıda atıfta bulunulan Respect Graduate School bünyesinde açılan Hocaefendi’nin Entelektüel Biyografisi ve Hizmet Tarihi semineri hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız: https://turkce.respectgs.us/risale-ve-hizmet-arastirmalari-merkezi/hocaefendinin-entelektuel-biyografisi/cocukluk-genclik-ve-edirne-yillari/
Yahudilerin karakteristik ozelligidir, insanlari yuceltmek, tanrilastirmak ve ondan sonra, tapinma yarisiyla insanlari ayristirmak. (bkz. m kemal, rte)
Ne saçmalıyorsun? Kimi şirkle itham ediyorsun? Yahudi kim, tanrılaştırılan kim? Senin haricî mantığına göre mü’min mü’mine ihtiramda bulunmamalı yoksa şirk olur. Bu düşünce çok yanlış, iftira ediyorsun.
Bazi insanlar kendinin küçüklüğü nispetinde büyük insanlarin büyüklüğünü kabullenmek ve takdir etmek konusunda hep cimridirler. Taktir etmek tanrilastirmak ya da ayristirmak degildir. Sinegin yaratilisini taktir etmek sizi yaratana, guzel insanlarin takdir edilmesi, guzelligin kaynagi olan Rehber’e ve sonucta sizi yine Yaratacinin guzelligine goturecektir.
Sayet TR724 ekibi, bu tarz yorumlari yayinliyor da, hakaret icermeyen elestirel analizleri yayinlamiyorsa sansür kriteri olarak geriye tek sey kaliyor: Hosa gitmeyen, dogru oldugu bilinen ama cevabi olmayan elestiriler.
Kerim bey çok teşekkür ederim bu güzel yazı için. Cumartesi tadında iyi gitti emin olun.
Sınanmayan iddia yoktur derler, en başında da sevgi gelir muhtemelen. SEVGİ de sınanır.
Subjektif bir bağlamda ele alıyorum tabi. Bu söyleyeceklerim ne imanın şartı, ne islamın ne şunun ne bunun.
Hocaefendiyi sevmek. İnsan sever bir insanı dimi. Anneyi severiz annemiz olduğu için, babamızı severiz babamız olduğu için. Derin kökleri vardır çünkü anne ve baba olmanın.
Küçükken küçük bir çarşı da annemi kaybetmiş çok korkmuştum, bulunca o sarıldığımda ki hisleri mi hala hatırlıyorum. Bağrına basınca annem ne hissetti bilmem ama benim içimdeki o tuhaf güven, rahatlama hissi.
Yıllarca babam uzakta yaşadı, gurbetçiydi. Her izne geldiğinde, sarıldığımda aldığım tatlı bir histi.
Yıllar sonra yanımıza geldi, ergenlikte olsa yine de küçüktüm. Babamın o işten gelmiş, ter kokan haliyle, o yorgun haliyle uzanmış koltuğa, sarılıp öpüp koklamak, çok güzel gelirdi. Ten kokusu bile evlada güzel gelir mi, herkese böyle mi olur inanın bilmiyorum, ama bana hep güzel gelirdi.
Selvi Boylum, Al yazmalım da, Aytmatov sevgi nedir? sorusunu sorar.
Sevgi EMEK tir cevabını verir kahramanı.
Salt genetik bağ yeterli midir sevginin oluşmasına bunu uzmanları söylesin tartışsın da,
ben annemi ve babamı her hatırladığımda, o gözümde canlanan anıların içinde benim için yaptıkları, emekleri, gayretleri, üzerimize titredikleri anlar gelir en başta aklıma.
Gençliğin enerjisiyle ,, o sağanak yağmurda, cebimde dolmuş parası olmasına rağmen, 1 saatlik keyfine yürümenin ardından geldiğim evde, hastalanmasın diye tüm hastalık ihtimallerini yok etmek istercesine, beni zorla soyup battaniyenin altına sokup, evdeki tüm saç kurutma makinalarını getirip kuruttukları anlar gelir.
Gülerek, şımararak, nazlanarak yeter bu kadar dememe rağmen öpmesi annemin beni, babamın sarılması.
Hocaefendi de bir çeşit anne ve babası bu hizmetin. Hizmeti de bir çeşit evladı gibi gördüğünden zerre şüphe etmedim. Anne baba gibi şımarttığını da hissettim zaman zaman bizleri. Bu insanlığa güzel değerleri anlatan bu hizmetin fonksiyonunu bildiği için, ve içindeki insanların değerini, üzerine titrediğini.
Birinin ayağına diken batmasından dahi rahatsız olan, onu savmaya çalışan bir yapı da olduğunu da tanıyanlar anlatırlar.
Doğrudan tanımaz hocamız beni, bende onu. Dualarda defalarca anmamıza rağmen bir ferdi olarak bu güzel hizmette. Amellerde, rızai ilahi yörüngeli yapılan dualar, tesbihatlarda sürekli birbirimizi anmalarınız haricinde. Bilmez ismen de, bedenen de.
Ama bilirim ki, hocaefendi, bir çeşit anne ve baba idi. Öyle hissettim çünkü, tıpkı anne ve babama karşı hissettiğim duygu gibi.
Sınanmayan iddia yoktur derler. Bu karşılıklı sevgi de, çok büyük sınanmaların içinde ayrıca sınandı.
Bu sevgi, Hocaefendiyi sevmek de sınandı, devasa büyük bir sınavın içinde bu da vardı kısaca.
Tabi tek sınanan bu sevgi değildi.
Atomun çekirdeğinde nötron ve protonu birbirinden ayırmak o kadar zor ki derler, eğer bu başarılırsa atom patlar, olur atom bombası derler.
Fiziken sevginin en zirvesi, çekimin en güçlüsü bu güçlü nükleer kuvveti bile zalim insan koparıp atıp, devasa patlama yapabildiyse,
Elbette bunu iki insan arasındaki en güçlü duygular için de yapabilecekti.
Eşler arasındaki sevgiler, evlat ile baba arasıdaki sevgi, hizmetteki insanların birbirlerine olan karşılıklı saygı sevgisi de kısaca bundan nasibini aldı, bu sınanan sevgi testinden.
Çok şükür ki, hikmetini Allah bilir azı hariç, onda da hoş görülecek gerekçeler var, herşeyini kaybetmesine rağmen o güzel eşlerimiz, yavrular, dostlarımız arkadaşlarımız genel olarak yan yana durdular.
Evrenin mayası sevgi ise, insanlar arasındaki bu öz mayayı işte bu sefer söküp alamadılar.
Fiziken dünyevi hayatlarımızın o dişlilerine, ana bilyelerine soktukları o soğuk demirden zulmleriyle özü, ana dişlileri, bilyeleri darmaduman etseler de, ruhlardaki o giriftliğe sökmedi bu müdahaleleri.
Hocaefendinin 15 Temmuz sonrasında bir destansı anlatımda bulunduğunu görmedim ben Asrı Saadete dair, hele sonralarına hiç. Gözünün önündekini gayet iyi anladığını hissettim o nedenle.
Gözümüzün önünde yaşadığımız gerçek, aslında tüm Asrı saadeti, sonraki tarihi bize öyle bir tevil ediyordu ki, artık bunun üzerine bir söz söylemek zaten mümkün değildi, bilmiyorum ama görmedim hocamızdan.
90 lı yılların kasetlerinden tut, 2015 lere kadar olan dönemde karşılaşsak da, bu olaylar sonrasında görmedim.
Bilmiyorum bilen varsa yazsın ama ben 15 Temmuz sonrası görmedim, hissetmedim.
Hocaefendi utanan bir insan. Her destan yaşayan için yıkımdır demişti bir şair. Sonrakiler onu destanlaştırır.
Tacizler, tecavüzler, yıkımlar, işkenceler, zulmler içinde, bunun bir destan olmadığına hemfikiriz, geleceğin nesilleri ihtimal buna destan dese de.
Hissettirilmeye çalışılan bu hizmete, amaçlanan duygu hep şu idi ihtimal.
Pişmanlık, utandırma, çaresizlik, suçluluk..
Karşısındaki olay, birgün gelecek nesillere ihtimal (Allahu alem) destan gibi anlatılacaksa da,
o an onu yaşayanlara hissettirilmek istenilen duygu, çaresizlik, pişmanlık, suçluluk…
Kerbela geliyor mesela aklıma
Ne vardı dediklerini yapsaydı, geri çekilseydi diye içinden geçir miydi acaba Hz. Hüseyinin etrafındakiler.
Kızmışlar mıdır mesela Hz. Hüseyine.
Nedir bu inat diye. Vazgeç demiş olanlar çok muydu acaba.
Senin yüzünde oldu diyenler ya da.
Ya yanında her şeye rağmen sabit kadem kalanlar ve hatta Hz. Hüseyinin kendisi.
Biat etmiş gibi olsam mı acaba, ne zararı var ki.. diye düşünmüş müdür Hz. Hüseyin sonradan.
O katledilmeden son anlarda içinden geçen hisler neydi.
Pişmanlık, suçluluk, çaresizlik miydi..
O an peygamber torununun kendisi de, kendisiyle birlikte etrafındaki insanların zulme uğramasına kendini sebep olarak görmüş müydü?
Bunları bilemiyoruz.
İnsanlığın iftihar tablosununun yanında iken bile savaşta çetin bir an olunca, yanında en zirve sahabilerin bile kalplerinden neler geçirdiğini ayetlerle Allah bize söylüyor.
İmtihan çetince, çelik gibi iradeler bile çatır çatır çatırdıyor, sahabi bile olsa bir avuca düşüyor, metin olanlar.
Demek ki bu da normal. Bu bir inanın sınırları.
Kimbilir Allahu teala kullarında o an neyi görmek istedi.
İnsanız. Ben burasındayım işin.
Belki bu dediklerim hiç olmadı bilmiyorum.
Ama neden, suçluluk, pişmanlık, çaresizlik duyguları üzerinden yazdım.
Günümüz nedeniyle.
Günümüzde yaşatılan hadiselerle, insanlara, bu temel duygular hissettirilmeye çalışılıyor.
Pavlowun şartlı refleksini iyi bilen şer şebekeleri,
Sanki zulmleri kendileri yapmamış da, hocaefendi ve hizmet insanı yapmış gibi, sebep kendileri değil de, hocaefendi imiş gibi gösterip,
insanlara durumlarına göre, suçluluk, pişmanlık, çaresizlik, suçlama hislerini yaşatmak istiyorlar.
Bu kadar büyük bir yıkım da insanlar hissetse de hoş görülür elbette.
Ve bunların arasında Hocaefendi geliyor aklıma.
Acaba diyorum o ne hissetti.
İçinden geçenler neydi.
Bir anne baba gibi, evladı gördüğü bu hizmeti, iğne iğne dokuduğu bu insanlığa hizmeti ve ona gönül vermiş insanları ve süreci, yaşanılanları.. görünce ne hissetti.
Bir anne babanın çaresizliğini mi..
Tıpkı babamın yıllar sonra bana dediği gibi, onca emeğine karşın üzerime titremesine, fedakarlığına karşın, “oğlum sana iyi bir baba olamadım” demesi gibi bir şey mi geçti içinden acaba.
Bir babanın çaresizliğini evlat, özellikle bir erkek evlat nerede anlar?
Evladı gözünün önünde hunharca katledilirken birşey yapamamasından.
Her iddia test edilir demiştim. Sevgi de.
Hocamıza Allah sağlıklı, uzun bir ömür dilerim.
Hocamızın ülkesine, bizlere ve insanlığa daha söyleyecek şeyleri olduğunu düşünüyorum her nedense.
Bir sohbetinde ezberimde olmayan anlatımında dediği şeyler aklıma geliyor.
Bu bezm, bu beste yarım kalmasın. Bayrağı yukarı çekilen, göndere çekilen bir sporcu gibi, 1. nin bayrağı en zirveye çıkarken diğerinin yarı da kalması gibi, böyle yarım kalmasın bu insanlığa hizmet.. sözleri aklıma geliyor.
Yarım kalmışlık.. Benim açımdan hissedilen duygu bir yarım kalmışlık.
Tarihçiler belki fetret devri der, İlahiyatçılar, Hendek sonrası o tuhaf dönem ihtimal uhud bilemiycem.
Nereden bakılırsa bakılsın, ama bu sefer öyle olmasın.
Bir iddiası vardı hizmetin. Sınanması denenmesi gereken bir iddiası. İnsanlığın mutluluğunun, maddi terakki yanında manevi yükselmesinin anahtarın ilkelerinin, evrensel bir barışın yolunun iyi yetiştirilen bir nesil ve onun güzel ahlaki temellerinden geçtiğinin.
Bu bir tohumdu. Her iddia sınanmalıydı. Bir meyve tohumu var ise, o bir tohum değil meyve ağacıdır aslında.
Yusuf asıl kuyuya atıldığında Mısıra sultan olmuştu denir.
Çamura düşmekle cevher değerinden sakıt olmaz.
Rabbim her iddia gibi, hizmetin insanlığa sunduğu, özelinde ülkemize sunduğu refah mutluluk reçetesini sınama, deneme ihtimali verir inşallah.
Her iddia sınanır. Hizmetin bu iddası da inşallah birgün gerçekten sınanma ihtimalini bulur, meyveye durur.
Hocamızı seviyorum.
Nedense, hocamızın daha söyleyecek çok şeyi olduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum, ama öyle düşünüyorum.
Her iddia sınanır, Sevgi de özetle.
Hocamızı seviyorum.
Rabbim, Hocamıza sağlıklı uzun bir ömür nasip etsin.
geç kalsakta kavuşmanın heyecanı var yüreğimizde..yeni dersler ..yeni heyecanlar..Rabbım bereketli eylesin okumalarimizi ..kendinize bir iyilik yapın ve mutlaka bir derse kaydolun ..
Kürd teâlî cemiyeti kurucularından ve üyelerinden Ahmed Naim Bey, ilk meclisimizin mebuslarındandı. Önemli ve değerliydi. Evet ırkçı da değildi. Fakat Ertuğrul DÜZDAĞ, Abdulhamid-i sanî’nin hatıratı diye bir şey uydurup yayınlamış biriydi. Onun referansı ile birilerini değerlendirmek pek isabetli olmaz zannediyorum.
Değerli Kerim Balcı bey, Hocaefendiyi ne kadar takip edersek edelim gecikme hissini içimizden atamayacağız. O yüzden mesafenin daha da açılmaması için çalışmaya devam.