PRO. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Türkçe dilindeki politika ve siyaset eş anlamlı sözcükler. Her iki kavramın da etimolojileri, yani ortaya çıktığı koşullar birbirlerinden çok farklı oysa ve bu nedenle içerik bagajlarıyla bize anlattığı öyküler de aynı değil. Siyaset kavramının kökü Arapça ve seyislikle, yani at terbiyeciliği ve at idare etme fiilleriyle bağlantılı. Politika kavramının kökleri ise Yunanca polis sözcüğünden türetilmiş. Burada söz konusu olan asayişi sağlamakla görevli kolluk “polis” değil elbette; Yunanca polis kavramı kent, yani şehir anlamına geliyor. Bu bağlamda politika kent yönetimine dair işler ve ilişkiler şeklinde betimlenebilir.
Bu her iki kavram her ne kadar Türkçe’de eşzamanlı olarak kullanılıyor olsa da, politika kavramının kullanımının giderek azaldığı, siyaset kavramının kullanımının ise giderek arttığını gözlemliyoruz. Örneğin dış politika yerine dış siyaset daha çok kullanılıyor. Ancak mesela politika faizi gibi bir ekonomik terim siyasi faiz yerine tercih ediliyor. Hangisinin daha çok kullanıldığı veya daha az kullanıldığının sade vatandaş için çok önemi olmadığının farkındayım. Fakat bu her iki kavramın içinden çıktığı kültüre göre biçimlendiği ve içeriğinin de bununla ilgili olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Siyaset derinlemesine incelendiğinde daha fazla tektip olma ve kontrol vurgulu bir kavramken, politika daha çoğulcu ve uzlaşmaya atıfta bulunan bir kavram. Sembolik olarak atın ehlileştirilmesi ve seyisin kontrolünde olması eşyanın tabiatı gereğiyken, bu analoji bize ideal liderlik, ideal yönetim ve ideal vatandaş konusunda bir fikir veriyor. Yine semboller bakımından politika doğası gereği kentteki farklı seslerin bir arada yaşamını mümkün kılacak uzlaşı arayışına atıfta bulunuyor. Biri güçlü monark/lider ve biat vurgusu yaparken, diğeri topluluğu/toplumu ve onun iradesini merkezine alıyor.
Uzlaşı politikanın temeliyse, bireysel bazda farklı olma durumu olağan olmak durumundadır. Biat temelli siyaset ise otoriter eğilimlere sahiptir.
Siyasette gütmek, tepeden tabana doğru bir belirleme ve karar alma sürecini işaret eder. Politikada ise tabandan tepeye doğru bir etki etme süreci esastır.
Uyumsuz atın seyis tarafından eğitilmesi – cezalandırma ve ödüllendirme temelli koşullandırma – vakıadır. Bu analojiden hareketle farklı seslerin, görüşlerin, kanaatlerin, temayüllerin, inançların, amaçların, vs. oluşunu bozgunculuk, yoldan sapma, mankurtluk, fesat, velhasıl olumsuzluk ve otoriteye karşı çıkmak olarak kavrayan siyaset geleneğinin karşısında, farklı sesleri doğal kabul eden bir gelenek vardır. Oysa siyaset ekolünün tedavülde olduğu toplumlarda da, her ne kadar olumsuz da görülse, ana akımın görüşlerini onaylamayan insanlar mevcuttur. İnsanlar, doğaları gereği her konuyu aynı şekilde algılamaz.
Faklı görüşler, yaklaşımlar, kanaatler ve inançlar her sosyal ortamda mutlaka olur. Mesele şu ki, bazı ortamlarda bu farklılıklar normal addedilirler, bazı ortamlarda ise olumsuz ve bozgunculuk olarak algılanırlar. Polis’te her vatandaş bir birey olarak farklılıklarını dillendirebilir. Diğerlerinden olan farklılıkları, onu diğerleriyle uzlaşmaya zorlar. Çünkü birey de olsanız, topluluk içerisinde bir takım kolektif karar alma süreçlerine ihtiyaç duyarsınız. İnsanlar birey de olsalar kolektifin parçalarıdır. Bu ortamda politika kaçınılmazdır. Politika ortak iyi adına uzlaşı arayışıdır. Siyasette ise teslimiyet ve biat, lider merkezlidir. Liderden farklı düşmek, otoriteye karşı çıkmak ve bunun sonucunda dışlanma, hatta takibatı beraberinde getirebilir.
Türkiye, uzlaşmanın değil biat ve teslimiyet merkezli siyaset anlayışının kültürel kodlarda olduğu bir doğu toplumudur. Giderek de bu özelliği daha baskın hale gelmektedir. Bu salt bir grubun eleştirisi değildir. Türkiye’deki her toplumsal kesim için ülkenin politik/siyasal ortamı devlet merkezlidir, kontrole dayanır, mutlak liderliğin altında biat ve teslimiyet arzu eder. Atatürk de, Erdoğan da bu ortamın ürünüdür; sosyolojinin meydana getirdiği sonuçlardır.
Atatürk için yeni bir devlet kurmak ve Osmanlı’nın ötesine geçmek bir zorunlulukken ve bunun getirdiği ister istemez bir mecburi otoriter dönem bir şekilde makul görülebilirken, Erdoğan rejimi bakımından böyle bir gereklilik yoktur. Erdoğan ve onun güç paydaşları için biat ve teslimiyet bazlı siyaset bir tercihtir. Bu tercihin motivasyonu ülkenin âli çıkarları ya da ortak iyi arayışı değildir. Bireysel ve ideolojik ajandalarının bir kombinasyonuna uygun davranmaktalar.
Türkiye toplumunda bu nedenlerden dolayı farklılıklar – ve farklı fikirler, kanaatler, inançlar, ideolojiler, yaklaşımlar, tercihler, vs. – daha fazla dışlanmakta, takibat, kötü muamele, sürgün, işkence gibi yaptırımlara maruz bırakılmaktadır.
Bu tür bir toplumda tekil grupların kendi nomos ajandaları vardır ve bunlar tüm topluma mal olmaz. Dışlanan toplum üniteleri bunları özümsemez, bilakis bunlara karşı çıkar ve kendilerini bu farklılıkları üzerinden tanımlar. Birileri gibi olmamak ve birilerine benzememek gibi bir yaklaşımla benlikleri vücut bulur. Bu tür bir yapıdan uyum (harmoni) çıkmaz, bilakis kakofoni çıkar. Oysa değerler ve normlarda asgari anlaşmak, toplum olmanın koşullarındandır. Bu bağ yok olursa anomi doğar. Anomik bir çevre, sosyal bağların olmadığı paralel toplumları türetir.
Bireyler bu tür bir toplumsal yapıda giderek daha fazla içe kapanır, oldukları gibi görünemez, potansiyel tepki ve şiddet patlaması olasılığı artar, iç savaş riski meydana gelir. Anomide savrulma ve santrifüj süreklidir. Biz duygusu yok olurken, düşmanlıklar ve çatışma her geçen gün daha fazla doz yükseltir. Güvenlik sorunları başlar, karşılıklı güven eksikliği paranoyayı tetikler. Olaylara nesnel tanı koymak ve objektif, rasyonel ve mantıklı çözümleri kolektif olarak geliştirmek kabiliyeti sıfırlanır. Anomi, bir toplumun ölürken can çekişmesidir.
Yapısal çözümler bulmak için kavramsal düzeyde, kuramsal düzeyde ve uygulama düzeyinde kolektif stratejilere ihtiyaç var.
Ancak bahsettiğim ortamda bunun olma olasılığı yok denecek kadar az.
Uzlaşı kültürünün öğrenilmesi nesiller sürecek.
Bunun ana koşulu, farklılıkları normal addetmeye başlamamızdır.
Sadece o bizden farklı değil. Eğer o bizden farklıysa, mutlaka biz de ondan farklıyızdır. Onu ortadan kaldırmadan veya baskılamadan ondan kurtuluş olmadığına göre, onunla uzlaşmak dışında bir şansınız da yoktur. Kaldı ki onu ortadan kaldırmaya veya baskılamaya çalışmak irrasyonel bir kumardır çünkü bu çatışmanın galibi olacağınızın bir garantisi yoktur. Politikanın ortaya çıkma nedeni de bu gerçektir.
Politika ideal çözümü değil, mümkün olan çözümü arar. Ve burandan da liberal demokrasiye, demokratik devlete, hukuk devletine, anayasal düzene, seküler topluma, tarafsız devlete, vs. uzanan bir rotaya girmiş olursunuz. Bu rotanın sizi götüreceği liman hiçbir zaman dalgalardan tamamen arındırılmış olmayacaktır. Fakat önemli olan dalga boyunun gemiyi batırmayacak seviyede tutulmasıdır. Geminin sağlamlığı ve dalgaların çok güçlü olmaması amaçsa, bu doğru bir yoldur.
Anominin varlığı, kurgulanan sosyal düzen.
Bu sosyal düzeni değiştirmek bireysel temellerde mücadele gerektiriyor.
Hocam, sizler, fikirleriniz,düşünceleriniz, çıkarımlarınız yani yazdığınız bu yazılar bu topluma çok çok fazla hatta yanından bile geçmiyor. BU yazdıklarınızı anlayacak insan tipolojisi bu ülkede hiç yok hocam. Akşama kadar kangal köpeği, maymun videosu, saçmalıklar videosu, izleyen, gençleri ise matematik öğrenmenin bir anlamı yok akımına kapılmış yığınlar, geri kalanı da evlerin de ölümü bekleyen yaşlılarla dolu. İnanın bu yazdıklarınız çok çok fazla.