M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Türkiye’nin en tepe noktasında oturan Tayyip Erdoğan, tarihin gördüğü en büyük müteahhitlerinden birisi. Müteahhit derken inşaat ya da yapı anlamındaki “construction”, “bulding” anlamında iş yapan müteahhitliği kastetmiyorum. Bir ülkeyi başkaları hesabına nasıl değiştirip dönüştürdüğünü ve yeni bir toplum oluşturduğunu anlatmaya çalışıyorum. Gelin biraz detaylarına bakalım.
TR724’de sizlerle buluştuğum günlerde 1 Ağustos 2021 tarihli yazımda Türkiye’nin sığınmacı sorununu gelecekte bugünkünden daha fazla konuşacağına vurgu yapmış ve bu sorunun “hem devlet açısından hem toplum açısından önceden kestirilemeyen sorunlara gebe olacağını” söylemiştim.
Daha Afgan sığınmacı kafilelerinin ilk gelmeye başladığı günlerdi. Afgan sığınmacıların, Türkiye’ye kalabalık gruplar halinde akmaya devam edeceğini ve bunun sebeplerini yazmıştım. Afgan sığınmacıların Türkiye’ye getirilmesinin, bu yazıdan bir buçuk ay önce 14 Haziran 2021’de yapılan NATO zirvesinde Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında yapılan görüşmede kararlaştırıldığını anlatmıştım.
Çünkü ABD’nin Afganistan’dan çekilmeye başladığında Biden CNN International kanalına verdiği röportajda, “Bizimle beraber savaşan Afganlıları Taliban’ın eline bırakamazdık. Onları oradan alacağız.” demişti.
Afganistan’dan yoğun sığınmacı akının başladığı günlerde Milli Savunma Bakanlığı resmi paylaşımlar yaparak Türk-Afgan kardeşliği aşılamaya çalışmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya yaptığı açıklamalarda, sığınmacılara nasıl hizmet verildiğini anlatıp, “Dünyada bizim gibi kapsamlı göç yönetimi olan ülke göstersinler, ben de adımı değiştireyim.” diye övünmüştü.
Afganistanlı akınının rakamları konusunda sağlıklı bilgi hiçbir zaman verilmedi. Ama Türkiye Cumhuriyeti Göç İdaresi Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde Türkiye’ye 1922-2001 yılları arasında gelen insan sayısı ve geldikleri ülkeler bütün ayrıntıları ile yer alıyor.
Yaklaşık 80 yılda gelenlerin sayısı 3 milyon civarında. Bunlardan 1979 İran İslam Devrimi ve 1991 Körfez Savaşı sonrasında Irak’tan gelenlerin tamamına yakını daha sonra ya ülkelerine döndü ya da Batılı ülkelere geçiş yaptı.
Ne var ki bizzat Tayyip Erdoğan’ın ABD ve İngiltere’nin müteahhitliğini üstlenerek Suriye’de çıkardığı iç savaş sonrası sadece bu ülkeden gelen sığınmacı sayısı, yine Göç İdaresi’nin resmi sitesinde yer alan rakamlara göre 3,6 milyon. Afganistan’dan gelen sığınmacı sayısı konusunda ise yönetimin açıkladığı sağlıklı bir veri yok.
DOĞU VE GÜNEYDEN GİRİŞ SERBEST, BATIDAN ÇIKIŞ YASAK!
Bilindiği gibi Türkiye, doğudan ve güneyden isteyenin sırt çantasını arkasına atıp serbestçe girebildiği ama batıdan çıkmasına izin verilmeyen bir ülke. Batılı ülkeler, Türkiye’yi bir tampon bölge olarak kullanıyor. Bir bünyeye sürekli bir şeyler giriyor ama çıkış engelleniyorsa, bu nasıl ki bünyede birtakım sorunlar doğurursa, Türkiye’nin de ülke olarak yaşayacakları benzer olacak.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılı raporunda Türkiye’de doğurganlık oranının yüzde 1,51’e gerilediğini açıkladı. (Bilindiği gibi nüfusun stabil olması için doğurganlık oranının yüzde 2,1 olması gerekiyor.) Bu doğurganlık hızı istatistiği içinde Türk vatandaşlığına geçen Suriye, Afganistan kökenliler de var. Suriyeli kadınlarda doğurganlık yüzde 4,1. Yani Türkiye ortalamasının iki katından fazla.
Sığınmacılarda doğurganlık oranı bir dönem gündeme getirilen “Sessiz İstila” boyutuna ulaşacak mı? Bu iddianın doğru çıkabilmesi için Suriyeli ve Afganların ülkelerine dönmeden Türkiye’de varlıklarını devam ettirmesi gerekiyor. Böyle bir riskin resmi kaynaklara yansıması da var ki bazı önlemler alındı. Resmi verilere göre yabancı nüfusu yüzde 20 oranını aştığı için 1169 mahalle, yabancı iskanına kapatıldı.
MÜLKSÜZLEŞTİRME VE SATIŞLA GERÇEKLEŞEN YABANCILAŞMA
Yabancıların müteahhitliğini kusursuz yürüten Beştepe Sarayı, geçmişte yaptığı yandaşlara ve yabancılara peşkeş çekme operasyonları sayesinde Cumhuriyet döneminin birikimlerini sattı. Özelleştirmenin yapılıp yapılmaması ayrı bir tartışma, burada peşkeş çekilmeye dikkat çekmek istiyorum.
“Ben ekonomistim!” diyen zat, “Nas ekonomisi” ucubesiyle fakirden alıp zengine kaynak pompaladı. Ülke insanının yüzde 80’i üç sene içinde hızla fakirleşti. Daha da fakirleşeceğini hep birlikte yaşıyoruz ve yaşayacağız. 18 Temmuz’da “Ekonomide sonbahar fırtınasına ne kadar hazırsınız?” diye yazmıştım.
- Ürettiği para etmediği için çiftçi seneye ürün ekmeye yanaşmayacak.
- Sanayici ürettiğini satamadığı için üretimi kısacak, işçi çıkaracak.
- İşsizlik arttığı için tüketim daha fazla düşüp kısır döngüye girilecek.
- Üretici yüksek faiz yükünü taşıyamadığı için iflaslarda patlama yaşanacak.
- Frenlemenin maliyeti muhtemelen çok daha ağır hale geleceği için doların ucu bir şekilde serbest bırakılmak zorunda kalınacak.
Ortaya çıkan bu ekonomik tablo, dünyanın en büyük uluslararası müteahhidine yeni bir fırsat sunacak. Türkiye’ye borç verenlerin Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadığı Mehmet Şimşek, carry tradecilere verdiği garantilerle yurt dışına milyarlarca dolar paranın akmasını sağladı. Dün Nurettin Nebati eliyle yapılan Kur Korumalı Mevduatla (KKM) servet transferi, bugün Mehmet Şimşek eliyle carry trade ile yapılıyor.
Maalesef, ekonomi medyasındaki arkadaşlar ise sorunun asıl kaynağında bulunan şahsa bir söz söyleyemedikleri için ortaya konulan isimler üzerinden tartışmalarını sürdürüyor.
UCUZLAYAN TÜRK ŞİRKETLERİ YABANCILARA SUNULACAK
Türkiye’de faaliyet gösteren 45 bankadan 37’sinde yabancı ortaklığı var. Yabancılar bunların bir kısmının sermayesinin tamamı, bir kısmının yüzde 50’ninden fazlası, bir kaçında ise küçük ortak durumunda.
Büyük maliyetlerle tutulan dövizin dizginlerini koparması ardından Türkiye’deki bankalar ve şirketler yabancılar için sudan ucuz hale gelecek. Beştepe Sarayı, o günleri çok yakın gördüğü için satışının kolay olması açısından en önemli şirketlerini Türkiye Varlık Fonu’nda (TVF) topladı.
Aralarında İpek Ailesine ait Koza Altın’ın da olduğu 12 önemli şirketi daha Varlık Fonu’nu devreden karar 20 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı. 6 Şubat Depremi sonrasında kentsel dönüşüm adı altında “rezerv alan” uygulamasıyla mülksüzleştirme başlatıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, şimdilik bu uygulamayı deprem bölgeleriyle sınırlı tutuyor gibi. Beştepe Sarayı’nın beklediği gün geldiğinde “rezerv alan” adı altında tapuya çökme uygulamasının çok farklı alanlara yayılacağını göreceğiz.
Rezerv alan uygulamasının farklı bir versiyonunu da “işlenmeyen arazilerin kiraya verilmesinde” göreceğiz. Çiftçinin toprağı, bu uygulama ile belli kesimlere peşkeş çekilecek.
Esasında ekilmeyen arazilerin değerlendirilmesi yanlış bir proje değil. Ancak en doğru projeler bile bu iktidarın elinde çok tehlikeli bir silaha dönüştürülüyor. Türkiye, demografik yapı değişikliğini yakın geçmişte epey konuştu. 2025’ten itibaren ise bunun yanında mülksüzleştirmenin ve bunların yabancıya yok pahasına satılmasına şahitlik edecek.
O mülkler zaten çoğunluk itibariyle sünnü türklere ait değildi. Devletin be halkın zulmüyle 20. Yüzyılda el konuşmuş gayrimüslim mallarıydı.
“…en doğru projeler bile bu iktidarın elinde çok tehlikeli bir silaha dönüştürülüyor.”
Elinin değdiği murdar oluyor.