Kıbrıs çıkartmasının 50. yılında duyulması istenmeyen gerçekler (2) 

PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Kıbrıs Rumları 1963 yılında bazı anayasa değişiklikleri yapmak istediler. Türkiye tarafı ve Kıbrıs Türkleri bunları reddetti. Bu bir krize yol açtı. İki taraf arasında gerilim tırmandı. Rum aşırılarla Türk aşırılar karşılıklı terör saldırılarına başladılar. Türk başkan yardımcısı Kıbrıs devletinin fiilen ortadan kalktığını ilan etti. Kabineden Türk bakanlar çekildiler, meclisteki Türk milletvekilleri de meclisi terk ettiler. Türk kamu personeli de görevlerini bıraktı.

İki toplumluluk ilkesi ciddi yara almıştı. Türkiye adaya müdahale söylemini gündeme getirmeye başladı. 1974’te Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın desteğiyle Kıbrıs’ta bir darbe yapılınca ve anayasa rafa kaldırılınca Türkiye müdahale kararı aldı. 20 Temmuz 1974’te Bülent Ecevit hükümeti Kıbrıs çıkartmasını başlattı ve Türkiye askerleri unsurları adaya çıkartıldı. Üç gün sonra Nikos Sampson darbesi çöktü, cunta bertaraf edilmişti. Dahası Atina’daki Albaylar Cuntası rejimi de kriz karşısında çekildi ve Yunanistan demokrasiye döndü.

Londra ve Zürih Antlaşmaları yukarıda da belirttiğim gibi Yunanistan’a, Birleşik Krallık’a ve Türkiye’ye garantör devlet rolü vermişti. Neyi garanti ediyordu bu devletler? İki toplumluluk üzerine kurulu birleşik Kıbrıs anayasasını ve “Enosis” ve “Taksim” tezlerinin engellenmesini.

İşte bu bağlamda, 20 Temmuz müdahalesi sonrası, Ankara diyebilirdi ki, “Görevimizi tamamladık, Kıbrıs anayasasının önündeki tehlikeleri ortadan kaldırdık, adayı meşru hükümete devrediyoruz.” İki toplumlu düzeni yeniden tesis eder, hatta belki kısmen askeri olarak sınırlı bir süre dar bir bölgede, İngiliz askeri üsleri gibi bir askeri varlığı ada üzerinde tutabilirdi. Bu sayede ada Rumları arasında yeniden anayasanın ortadan kaldırılması yönünde ortaya çıkabilecek radikal milliyetçi hareketlerin de önünü almış olabilirdi. Kısacası ciddi bir barış misyonu güdebilirdi.

Ancak bunlar yapılmadı.

Bilakis, 20 Temmuz müdahalesinin ardından, Ağustos müdahalesine girişildi ve adanın kuzeyinde, ada yüzölçümünün %36’sına tekabül eden bir alan işgal edildi. Bu alanda yerleşik Rum nüfus güneye göç etmeye zorlandı. Bu insanların mallarına ve mülklerine çöküldü. İnsanlar bir gece içerisinde evlerini ve köylerini terk ederek kaçmak zorunda kaldı. Bu arada binlerce insan kayboldu. Birçoğu tecavüze uğradı veya öldürüldü.

Türkiye, garantör rolü ile birincil olarak “Enosis” ve “Taksim” girişimlerini engelleme yükümlülüğü altındayken, bilakis “Taksim” planlarını devreye soktu. Yani Türkiye’nin amacı hiçbir şekilde adadaki anayasal düzeni yeniden tesis etmek değildi. Ankara bunu yalnızca askeri müdahaleye meşruiyet devşirebilmek için kullanmıştı. İşgal başarılı olunca da hemen Taksim planı doğrultusunda kuzeyde bir Türk bölgesi oluşturulmuştu. Böylece kuzey topraklarının Türkiye anakarası ile bütünleşik bir stratejik bölge oluşturması imkânına kavuşulmuştu. Ada Türkleri bu stratejinin gerçekleşmesi için bir araçtı.

Türkiye Kıbrıs’a kalıcı olarak çıktı, amacı Türk askeri varlığını ve Türkiye’nin kontrolünü sağlamak, Rumların Yunan devletiyle birleşmesine engel olmak, ama aynı şekilde adayı coğrafi olarak bölmek ve Türkiye’nin adayı kontrol etmesine imkân sağlamak amaçlarına göre hareket etti.

Türkiye 1950’lerden itibaren Kıbrıs’ı dış politikasının merkezine aldı ve tüm enerjisini bu doğrultuda harcadı. Kıbrıs çıkartması sonrasında Türkiye-Yunanistan ilişkileri ciddi zarar gördü. Ege Ordusu’nu kurarak açıkça Yunanistan’a karşı koz olarak kullanmaya başladı. Yunanistan’ın doğu Ege adalarını silahlandırmasına yol açtı. Bu orduyu NATO kapsamı dışında tuttu. Ege’de Lausanne Antlaşması ve diğer uluslararası antlaşmaları giderek daha fazla ihlal eden Türkiye, Ege’de “egemenliği tartışmalı adalar” gibi Lausanne ile açıkça ihtilaf halinde olan tezler iler sürdü.

Yunan karasularının uluslararası hukuka uygun şekilde 6 milden 12 mile çıkartılması planlarına karşı çıktı ve bunu savaş nedeni (casus belli) saymaya başladı. Oysa çelişkili şekilde Karadeniz ve Akdeniz’de kendisi 12 deniz mili rejimini uyguladı. Son yıllarda Mavi Vatan adı verilen Avrasyacı tezleri yine uluslararası hukukla adeta dalga geçercesine dış siyasetinin merkezine yerleştirdi. Bu uçuk teze göre doğu Ege’de bulunan Yunan adalarının hiçbirinin uluslararası hukuk gereği sahip oldukları karasuları yoktu ve sanki bu adalar Türkiye’ye aitmiş gibi, adaların çevresindeki deniz sahası münhasır ekonomik bölge ilan edildi. Türkiye rejimi, Avrasyacı yayılmacılığa teslim olmuş bir şekilde hukuktan koptu, daha da önemlisi mantığı terk etti.

BM Genel Sekreteri Annan’ın adıyla anılan BM planına başlangıçta Rauf Denktaş ve Bülent Ecevit daha referandum olmadan önce, Kıbrıs Rumları AB’ye katılmadan kabul etmiş olsalardı, bu plan AB müktesebatı haline gelecekti ve ada AB’ye Birleşik Kıbrıs olarak girmiş olacaktı. Bu antlaşma gereği AB Türkiye’nin AB’ye katılımına tarih vermek durumunda kalacaktı. Çünkü Londra ve Zürih Antlaşmaları uyarınca, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ın üye olmadığı uluslararası örgütlere Kıbrıs Cumhuriyeti’nin katılım hakkı yoktu. AB üyeliğinin gerçekleşmesi için Türkiye’nin AB üyeliğinin önü açılmak zorundaydı.

Bülent Ecevit, AB konusunda zaten derin şüpheleri olan ulusalcı bir liderdi. Denktaş ise Kıbrıs konusunda tek belirleyici olmak istiyordu. Her ikisi de 1974 harekâtının karar alıcılarıydı. Dr. Küçük ekolünden yetişme Denktaş siyasi kariyeri boyunca Taksim Tezi’ni desteklemiş bir nasyonalistti. MİT ve Türk derin devleti ile beraber en başından beri önce ada Rumlarının İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulma çabalarını sabote etmeye çalıştılar, sonra bu olmayınca Federal Kıbrıs fikrinin altını oydular.

EOKA ve Yunan Albaylar Cuntası ne kadar Türk düşmanıydıysa, Denktaş da o kadar Rum düşmanıydı. Ecevit ise siyasi kariyerinin en büyük kazanımlarından biri olarak “Kıbrıs Fatihi” olarak anılmasını görecek kadar milliyetçiydi. İşte bu zihin yapısı, ayaklarına kadar gelen fırsatı tepti ve Annan Planı’nı daha referandum gerçekleşmeden imzalamadılar. Referandum olduğunda artık Kıbrıs Rumları AB üyeliğini garantilemişti ve dolayısıyla referandumu imzalamak için herhangi bir motivasyonları kalmamıştı.

Oysa eğer Ecevit ve Denktaş en başından Annan planını imzalamış olsalardı, bu Kıbrıs Rumları üzerinde büyük bir baskı oluşturacaktı ve onlar da Annan Planı’nı imzalamak zorunda kalacaklardı. Bu sayede hem Kıbrıs birleşecek ve AB’ye birleşik Kıbrıs olarak girecekti, hem de Türkiye bu sayede AB üyeliğini garantileyecek ve katılım tarihi alacaktı.

AB yetkilileri bu durumu Türkiye’ye izah etmeye çalıştılar, ancak nato kafa nato mermer Ecevit ısrarla bu girişimleri sonuçsuz bıraktı. 70’lerde “Onlar ortak biz Pazar” diyerek Avrupa entegrasyonuna ilgi göstermeyen Üçüncü Dünya solculuğu tavrı, bu kez ikinci defa Avrupa yönelimini sabote etti.

Kıbrıs 50 yıldır Türkiye tarafından işgal edilmiş durumda. Tüm dünya ve uluslararası hukuk bunu böyle görüyor. Türkiye’nin kendi kendine ilan ettirdiği “bağımsızlık” Kuzey Kıbrıs’a hiçbir olumlu etki yapmadı. Bilakis Türk para biriminin kullanıldığı, mafyatik organize suç ilişkilerinin ve kara para trafiğinin ekonominin temelini oluşturduğu, Türkiye’ye fiilen bağımlı ve hukuken yok konumunda bir “bölge” oldu Kuzey Kıbrıs.

Dünyadan gönderilen mektup ve paketlerin bile resmi olarak ulaşma imkânının olmadığı, pasaportunun veya düzenlediği belgelerin kabul edilmediği, Türkiye uydusu olan Kuzey Kıbrıs’ta yaşam standartları Kıbrıs’ın resmi yönetimi olan Kıbrıs Cumhuriyeti seviyesinin çok altında. Fakat tüm bu olumsuzluklar Türkiye’yi yönetenlerin umurlarında bile değil. Çünkü meselenin en başından beri Ankara Kıbrıs’a hep strateji ve güç politikası gözlükleriyle baktı. Kıbrıs Türkleri Türkiye’yi yönetenlerin umurlarında bile olmadı.

Ben yakın gelecekte Kıbrıs üzerinden rejimin kendisini yeniden diriltme stratejisine geçebileceğini düşünüyorum. Bu doğrultuda Erdoğan’ın Kıbrıs’ta federal bir çözümün – dolayısıyla birleşmenin – mümkün olmadığı demeci çok önemlidir. Erdoğan bir aşama sonrasında Kıbrıs ve Türkiye’nin Hatay örneğinde olduğu gibi birleşmesini gündeme getirebilir. Yani Kuzey Kıbrıs Türkiye’ye “katılır”, Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı ilhak eder. Bu şekilde nasyonalist bir dalga başlar. Türkiye uluslararası toplum tarafından tecrit edilir ve yaptırıma uğrar. Erdoğan bunu bir tür kahramanlık ve direniş öyküsü olarak kamuoyuna pazarlar, muhalefeti de bu yolla komple etkisiz hale getirir. Çünkü kimse “Kıbrıs davası” ile ilgili olarak milliyetçi çizginin dışına çıkamaz. Dediğim gibi Kıbrıs siyasetten arındırılmış bir alandır.

Kıbrıs konusuna eleştirel yaklaşmak ve Türkiye’nin yaptığı yanlışları dillendirmek ve eleştirmek hainlik değil, gerçek yurtseverliktir. Kıbrıs’la milli gurur ve yurtseverliği eş anlamlı tutanlara, tüm iktidarı boyunca Mustafa Kemal Atatürk’ün gündeminde neden Kıbrıs diye bir konu yoktu diye sormak sanırım yeterli bir yanıt olacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

20 YORUMLAR

  1. 1- “Oysa eğer Ecevit ve Denktaş en başından Annan planını imzalamış olsalardı, bu Kıbrıs Rumları üzerinde büyük bir baskı oluşturacaktı ve onlar da Annan Planı’nı imzalamak zorunda kalacaklardı.” bu sizin varsayiminiz, hic bir sekilde bilemezsiniz.
    2- Yazilariniza dikkat ediyorum. “Gercekler” adi altinda “kendi gerceklerinizi” pompaliyorsunuz.
    3- Insalarin karmasik duygular yasadigi, evlerinden, ocaklarindan, herseylerinden olup, y.ici ve y.disinda magduriyet yasadigi donemde, surekli nefret ve negatif atmosfer pompalayan, provokatif ve insanlarin iclerinde kalmis azicik vatan sevgisini de koparmaya hizmet eden yazilar yaziyorsunuz.
    4-Sanirim Dünyadaki tüm ülkeler aleyhine yazdiginiz yazilarin toplami TR aleyhine olanlar kadar olmayabilir.
    Sizi ve yazilarinizi yayinlayan sitenizi kiniyorum

    • Vatan sevgisi öyle çok da kutsal bir şey değildir… Nerede inancını özgürce yaşayabiliyorsan ve karnını doyurabiliyorsan vatan orasıdır.. anadilin Türkçe oldugu için vatanın Türkiye olmak zorunda değildir.. ben mesela sizler gibi Avrupa da olsaydım , zerre kadar Türkiye meselelerine kafa yormazdım

    • “Gercekler” adi altinda “kendi gerceklerinizi” pompaliyorsunuz.

      Ee iyi de sizin yorumunuz da varsayım içeriyor. 2 ve 3 üncü maddedeki yorumlarınız sizin varsayımlarınız.

      • okuyun bir daha okuyun, iyice okuyun.

        3.Madde yorum yani, magduriyet falan yok, öyle mi? Güldürmeyin insani.

        2.Madde de bir yorum değildir, bu bir tespittir. Yazarin gercek sandigi şey ise kendi gercegidir.

        düsünmeden yazmayalim lütfen. tesekkürler

  2. Sn. Çaman, yazdıklarınız eksik. Sadece Yunan tezlerini dile getirmişsiniz. Yunanistan’a ait onlarca adayı barındıran Ege denizi, her hangi bir deniz değil. Karasuları 12 mil olarak hesap edildiğinde bazı Yunan adaları Türk karasuları içinde kalır. O yunan adası için 12 mil hesabı yaptığınızda da Batı Anadolu’nun pek çok yerinde sahiliniz Yunan karasularında kalır. Denizi kullanamazsınız. Türkiye’nin 12 mili kabul etmemesi aklın ve mantığın gereğidir. Bu şartlarda dünyanın en barış yanlısı hükümetleri dahi 12 mil dayatmasını (bizim gibi) savaş sebebi sayar. Kıbrıs’ta göçe zorlanan Rumlara yapılanları yazmışsınız. Rumlarca adadan kaçsın gitsinler diye Türklere reva görülen işkence, tecavüz, toplu öldürmeleri vb. hiç dile getirmemişsiniz. Yunanları seviyor olabilirsiniz; ben de Türkleri seviyorum. Ama bu durum adil ve objektif olmamıza mani olmamalı. Türkiye adadaki mevcut de facto durumun mimarıdır. Uluslararası hukuka göre işgalcidir. Ama Kıbrıs’taki Türk varlığının teminatıdır ve sırf bu sebeple mevcut fiili durumu korumalıdır.

  3. Tüm görüş ve yorumlarınıza katılmasam da yazdıklarınız çok değerli. Okuyucuya yazının altına karşı görüş ve yorumlarını bırakma imkanı verilmesi de ayrıca takdir edilesi bir uygulama.

    İnsanların değerlerine ve inançlarına hakaret, aşağılama yapılmadıkça; şiddet teşvik eden ifadeler olmadıkça tüm yazılara değer veririm.

    Bu yazıya politik ve uluslararası ilişkiler açısından bakmak benim açımdan daha uygun. Katliama maruz kalmış sivil halk açısından değerlendirmeleri ilk iki yazıda kapsam dışı bırakılmış gibi.

    Ayrıca yazı ülke menfaatleri açısından da değerli bilgi ve yorum içeriyor. Şunu bir kez daha gördüm; “çöplüğün horozu” olma hırsı ile güzelim toprakları ve insanları hiç acımadan harcıyorlar ve bunu da vatan, millet söylemiyle yediriyorlar.

  4. Mehmet bey’in okuyucular tarafından ilk eleștirildiği yazı değil. Doğru tespitleri bence kesinlikle var elbette. Ancak insanlar benim fikrimce yazarın türkiye cumhuriyeti veya osmanlı imparatorluğu ile ilgili niyetini sorguluyor veya art niyetli olduğunu düşünyor olabilir.
    Twitter’de olsun veya tr724 plattformunda olsun bu iki mesele konu olunca sanki sürekli sadece türk milletinin /cumhuriyetinin veya osmanlı imparatorluğun yanlışları, eksikleri veya lekeleri gündeme geliyor-getiriliyor. Takdir edilen şeyler, doğru yapılıyor-yapıldı denilen şeyler yok gibi veya konu bile olmuyor. Hal böyle olunca ister istemez insanların tepkisini çekmeniz bana göre normal. Çünkü hem konulara sadece “batı’da” öğretildiği-konuşulduğu gibi değerlendirmeniz veya hep olumsuz, eleştirel yazılar yazmanız anlaşılır gibi değil. Herkesin tarihi olduğu gibi türk milletinin tarihi de lekesiz değil ancak en kötü örnekmiş gibi, sadece zulümlerle, haksızlıklarla doluymuş gibi lanse etmenin de vicdani bir tarafı yok bence. Bu konularda önyargılı/taraflı bir akademisyen imajı veriyorsunuz, kusura bakmayın mehmet bey. Ya bu çizginizin sebebini anlatırsınız (hedef-amaç ?!) ya da bu hakkınızdakı saygı çerçevesinde olan eleştirileri ciddiye alın kanaatimce. Vesselam.

    • Bi kere “söylenmeyenler” basligi altinda bir konuyu ele almak yanlistir, hatta yerine göre manipülasyondur. Türkiye her seyi dogru yapamaz, yapsa bile 50 sene sonra bu dogru bir dezavantaja da dönüsebilir. Dolayisiyla bir meseleyi ele alirken söylenen ve söylenmeyenle birlikte ele almak zorunda bir akademisyen. Yazar bunu yapmadigi gibi alayci bir dil kullaniyor, yetmiyor, Yunan ve Rum tarafinin agir hatalarina ya deginmiyor, ya gecistiriyor, ya da masumize ediyor.
      Sahsen ben yazarin yerinde olsam kafami Yunanli ve Rumlarin neden böyle davrandigina yorardim. Dünya Savasi ve hemen sonrasinda Anadoluda yasayan Rumlara reva görülen travmadan bol bol bahseder ve Türkler ektiklerini biciyor derdim.
      Fakat Caman istiyor ki, bütün dünya iyi olsun Türkler kötü olsun. Yüregini böyle sogutmaya calisiyor. Bu esnada da travma yasamis Hizmet mensuplarini kanirta kanirta manipüle ediyor. Alayci ve neonazi dilden zerre ödün vermiyor.
      Ve maalesef ki, bu durum, artik hangi saikle bilemiyoruz, yazi isleri tarafindan kaale alinmiyor.

  5. O kadar çocukça biz yazı ki. İncelemeye devam edelim:

    11- Önce bir siirle baslayalim. Ecevit milliyteciymis, Yunan düsmaniymis, nato kafa nato mermermis ya. Acaba Makarioslar, Kleridesler, Karamanlisler Türkler hakkinda siir yazmis midir? Neyse biz okuyalim:

    sıla derdine düşünce anlarsın
    yunanlıyla kardeş olduğunu
    bir rum şarkısı duyunca gör
    gurbet elde istanbul çocuğunu

    türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
    olmuşuz kanlı bıçaklı
    yine de bir sevgidir içimizde
    böyle barış günlerinde saklı

    bir soyun kanı olmasın varsın
    damarlarımızda akan kan
    içimizde şu deli rüzgâr
    bir havadan

    Bu yağmurla cömert
    bu güneşle sıcak
    gönlümüzden bahar dolusu kopan
    iyilikler kucak kucak

    bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
    bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
    bir iklimin meyvasından sızdırılmış
    bir içkidir kötülüklerimiz

    aramızda bir mavi büyü
    bir sıcak deniz
    kıyılarında birbirinden güzel
    iki milletiz

    bizimle dirilecek bir gün
    Ege’nin altın çağı
    yanıp yarının ateşinden
    eskinin ocağı

    önce bir kahkaha çalınır kulağına
    sonra rum şiveli türkçeler
    o Boğaz’dan söz eder
    sen rakıyı hatırlarsın

    Yunanlıyla kardeş olduğunu
    sıla derdine düşünce anlarsın

    12-Ecevit´e rahmet okuduktan sonra devam edelim: Kıbrıs Rumları 1963 yılında bazı anayasa değişiklikleri yapmak istediler. Bazı ha? ben olsam profesör unvanı taşırken bunu yazmaya utanırım. Adam bir ülkenin kuruluş ilkelerine, onun karakterine aykırı değişiklikler yapmak istiyor. Türkleri devletin içinden çıkarıyor. Düşün bak, adamları zaten Türk olarak görüyor, Rumluğa katmıyor, dolayısıyla devlet idaresinden çıkarmaya çalışıyor, seni ben yönetirim diyor. Bu ülkede siyasete gireceksen önce din değiştirecek, Ortodoks olacaksın diyor. Bu düşüncenin hangi teşebbüslere varacağı belli olduğuna göre Türk tarafının gerilmesi gayet normal. Peki Rum tarafına noluyor da geriliyor? Madem sonra gerileceksin ülkeyi niye o şartlarda kurdun? Senin dibinde eşşek kadar Türkiye var, aptal mısın da kendi anayasana aykırı işlere giriyorsun, o ülke sana bunu yaptırır mı, ada sakini Türkler bunu kabul eder mi? Hiç mi kafan çalışmıyor. Irkçılık bu kadar mı gözünü döndürdü? Var bununla alakalı yazıda bir kırıntı? Yok! Bazı değişiklikler yapmışlar, gerilim çıkmış!!! Türk bakanlar geri çekilmiş. Bak sen şu Türklere! Yine Türklük yapmadan duramamışlar. Nasıl hakaret etsek acaba, Mongoloid mi desek, devşirme mi desek?

    13- İkinci harekat gereksizdi. Bu iddia da çok su götürür. Evet bu harekat 50 yıldır Türkiye’yi uğraştırıyor anladık da.. Bundan biz şunu da anlamıyor muyuz: İkinci sınıf vatandaş olduğunu kabul ederek ülke kuruyorsun, üç sene rahat duramıyorlar, bak ikinci harekat bile adamların gözündeki ırkçılık ışığını kesemedi. Türkiye kendisi itiraf ediyor müzakerelerde elim güçlensin diye yüzde 36’sını aldım diye. Hepsini elinde tutmayacağı zaten belli.

    14-Ecevit Annan Planını basta kabul etseymiş bilmem ne olurmus. Sebebi hic önemli degil tabii. Adam Türkiye´de hükümet secilmedi, Denktas baska bir ülkede hastanede, sirasi mi diyor, cok mu sacma bi gerekce. Olsun okuyucunun bu gerekceyi ögrenmesine gerek yok. Hem adam Rumlara güvenmiyor, AB´ye güvenmiyor, haksiz mi cikti? Rumlarin kabul etmemesinin de yine ayni sekilde hic irdelenmesi gerekmiyor. Yoksa irkciliklari ortaya cikar.

    15- Denktas´in Rumlarin mücadelesini Ingilizlerin lehine sabote etmesinde sasilacak bir durum yok. Megalo Idea taraftariyla birlikte hareket edemezlerdir sonucta. Bu da gösteriyor ki, Türkcülük anakarada oldugu gibi adada da tepki olarak dogmustur. Türkcülük, Megalo Idea´nin gayrimesru cocugudur.

    16- Yunanistan Ege Ordusu dolayisiyla adalari silahlandiriyormus. Yalan! Asil sebep Türkiyenin bogazlari ve iki adasini silahlandirmasi. Evvela sunu bi netlestirelim. Yunanistan´in yerine getirmesi gereken görev adalari silahsizlandirmak degil, askerden arindirmak. Bunlar asker bulundurmakla kalmiyor deli gibi de silahlandiriyorlar. Ege Ordusu seklindeki gülünc iddiaya gelecek olursak. Yunanistan adalari 1964´te silahlandirmaya basladi. 1974teki harekattan sonra da buna hiz veriyor. Yani ki Türkiye 1975 yilina kadar Ege Ordusu diye bir ordu kurma geregi duymadi. Dolayisiyla Yunanistan bu ordu kuruldu diye adalari silahlandirmadi. Tam tersine Türkiye, Yunanistan´in taa adaya kadar parmagini soktugu icin ve Egedeki hakimiyetini genisletmek istedigi icin bu orduyu kurdu. Bence bir akademisyende isleri tipki Yunanistan gibi bu derece carpitacak kadar cüret olmamali. Veya diyelim ki Yunanlilar Ege Ordusu kuruldu diye adalari silahlandirdilar, hadi öyle olsun. Anlasmalarda Ege Ordusu kurulamaz diye bi sey yazmiyor. Ama adalar askerden arindirmak sartiyla Yunanistan´a birakilir yaziyor. Eger adalar askerden arindirilmazsa, hele hele silahlanirsa şartlar yerine gelmediği için aidiyeti sorgulanır hale gelir. Türkiye iyi sabretmiş bence.

    17- BM genel-geçer bir 12 milden bahsetmiyor. Çünkü biliyor ki ihtilaflı olabilecek çok bölge var dünyada. Bir kere ruhunda adalet duygusu taşıyan bir insanın aklına şu gelmez mi: Ya hu, ben senin bilmem kaç yıl sonra bir kararı istismar ederek benimle yaptığın o Lozani Paris anlaşmalarını seninle yapar mıyım, ben sana inanarak orda bi şeylerden feragat ediyorum. Böyle yapacağını bilsem başka konulara az eğilir, bu konuda daha çok bastırır ve dökülen kanların hakkını almaya çalışırım, ayak direrim, olmadı savaş açarım di mi? Sen şimdi bak, ben bir adadan diğer adaya geçerken uluslararası hava alanına giriyorum zırt pırt, zorlanıyorum diye 6 karasularına eşit olması gereken 6 mili 10 mile çıkarıyorsun. Sonra Türkiye’yi İstanbuldan İzmir’e uçan Türk uçağının senden izin almasına kadar götürüyorsun işi. Ondan sonra onyıllarca it dalaşlarıyla vakit kaybediyoruz. Türkiye’nin monşerleri gerçekten de duyarlı ve realist bir dış politika yürütürken Yunanistan hep aptallıkla iş yürüttü ve kendinden kat be kat bir gücü kendine zorla, uğraşa uğraşa düşman etti, hala ediyor ve bunu narsistçesine kendinde hak olarak görüyor. Arkadaşım sen bu coğrafyada gün yüzü görmek istemiyor musun? Bir asır geçti, düşmanlığın seni tümden hasta etmiş.

    18- Yazara göre Erdoğan, Kıbrıs ve Türkiye’nin Hatay örneğinde olduğu gibi birleşmesini gündeme getirecekmis. Erdogan önce dogal gaz alani olarak ilan ettigi yerlerin en makulünde arama yapmayi basarsin hele. Bunlar Erdogan gibi hesap edilemez bir diktatör üzerinden Türkiyeyi güya mahkum etmekten baska seyler degil. Akademisyenlige teget bile gecmeyen cocukca laflar bunlar.

    19-Mehmet Efe Caman bir hain degildir, bu siteyi takip edenlerin cogu da böyle düsünmez. Bu, buram buram manipülasyon kokan bir cümle. Ama Mehmet Efe Caman bir akademisyen de degildir. Mustafa Kemal Atatürk ise konjonktür geregi duyarli bir politika izlemis, Kibrisla ilgili maceralara girmemis ve daha ziyade oradaki Türk toplumunu ilgilendiren konularda adimlar atmistir ki, bu da Kibrisli Türklerin Türkiye kuruldugundan beri umrunda olmadigi yalanini göstermek icin yeterli bir sebeptir.

    20-Türkiye en basta askeri-siyasi mülahazalarla Kibris´a müdahale etmis midir? Evet sebeplerden biri belki budur, belki de biricik sebep budur. Peki bu su gercegi degistiyor mu: Kibrisli Türkleri Rumlar ve dünya tanimasa da Türkiye onlari taniyor, koruyor ve kendi kendilerini yönetmelerini sagliyor. Varsin “dünyadan gönderilen mektup ve paketlerin bile resmi olarak ulaşma imkânının olmadığı” bir yer olsun. Bütün bunlar olurken Kibrisli Rumlar huzur icinde hayatlarini devam ettiriyorlar, ne bir terör korkusu, ne can derdi. Hatta AB dolayisiyla Türkler karsisinda avantajli durumdalar.

  6. Askerligimi Kıbrıs ta yaptım, karakolda bile 74 harekatında birçok bit yenigi oldugu suphesine kapildim. Orda yerli halk Türkiye Türkülerine karsi mesafeli(çok yumuşatarak yazdım-bence çok haklılar). Kıbrıs harekatı ile birçok yalan yada abartılmış hikayeler dinledim, birkaçını orda yalan oldugunu gördüm.
    Tebrikler yazınız için. Ayrıca yazıyı eleştirenler duygusal yaklaşıkmıș, eleştirilerine ne delilleri var nede mantıklı yorumları.

    • Dile getirdiginiz konularin bu konuyla alakasi yok. Bir bölgeden baska bir bölgeye belli miktarda insan gittiginde beraberinde farkliliklarini da götürür ve bu da yöre halkini huzursuz eder. Kafkasya´dan Anadolu´ya göc oldugunda da problem yasandi, özellikle Ermeni ve Rum halk istemedi. Veya Anadolu´dan Rumlar Yunanistan´a gittiklerinde cok zorluklar cektiler. Bu zorluklari Rusya, Osmanli veya Yunanistan organize etmediler, bunlar kararlar sonrasi olusan dolayli komplikasyonlar. Bu yazinin konusu da abartilmis hikayeler olmadigi icin argüman teskül edemezler.
      Kendi adima konusacaksam: Elbette duygusal degilim. Ne diye böyle bir seye girip gecmisi günahlarla dolu bir devleti, ki hangi devletin degil, hakli cikarmaya calisayim. Asil meselemiz, diger yorumlarimda da belirttigim gibi yazarin meseleye duygusal yaklasmasidir. Yasanan magduriyetler bize olaylari keyfimize göre yorumlama hakkini vermez. Bir akademisyen olarak asla.

  7. Bütün eleştirileri göze alarak gerçekleri yazmaya çalışan M. Efe Hocayı tekrar tebrik ederim. Maalesef bazı gerçekler acıdır ama kalıcı çözüm bulmak için gerçekler üzerinden hareket etmek günümüz dünyasında çok önemlidir.

  8. Hocam yillarin birikimi bilginize eve yorumlariniza saygi duymakla beraber, yazilariniz tamamen Yunan tarafinin degerlerine gore yazilmis gibi gorunuyor. Dunyada hangi bati tarafindan hazilrlanan hangi anlasma hangi plan, Turklere bir fayda saglamistir. Al gulum ver gulum olsa bile Turklerin kaybettigi hep daha fazladir. Turkiye’nin bu gunleri olmasa da 2007 ye kadar olan doneminde cok fazla Avrupa Birligi basligi acilmis bunlarla ilgili calismalar yapilmisti. Bu donemde Avrupa Birligi uyeligine alinana Bulgaristan ve Romanya o donemde 3 . dunya ulkesi seviyesinde bir hukuka ve yerlerde gezen bir ekonomiye sahipti. Polonya bile Rusya artigi bir ulke konumunda idi. Yunanistan ekonomisine bir suru destek verdiler ve onlari zorla ayakta tutup birliklerine aldilar. Hangi demokratik ve objecktif degerlendirmede bu ulkeler Turkiye’den daha iyi idi, hangi kriter onlari one gecirdi de uye ulke oldular. Tek bir kriter var Turk ve musluman olmaMAlari. Avrupa usulu guzellemeler yapmak ve hep Turkleri bu konuda suclamak pek de mantikli gibi gorunmuyor. Turk tarafinin ve yoneticilerin hatalari oldugunu elbette kabul ediyorum, ki bu cok bariz, ancak bu ortaya konan anlasmalarin,tekliflerin de her zaman masum ve iyi niyetli oldugu anlamina gelmiyor. Bence yabancialara karsi da hayali bir iyimserlik pesindesiniz.

  9. Türkiye’nin AB girmesini istemeyen ABD olabilir mi!? AB ön göremiyor mu Türkiye girse daha güçlü bir AB olacağını. Hoş son hükümette AB ye ve kanunlara uymaya çok hevesli değil !

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin