SALİH HOŞOĞLU | YORUM
Tam 8 yıldır aynı ezberlerle bizi yok etmeye çalışan güruh yine sahnede. Evet, tam 8 yıl önce İslam’ın kutsallarını yok etmek üzere harekete geçerken, okuttukları salalarla milleti dinden soğutmak üzere önceden planlayıp sahneye koydukları icraat silsilesinde, yeni ve çok daha yıkıcı bir safhaya geçmişlerdi. Söylemleri ve davranış modelleri ile bir merkezden yönlendirildikleri açık seçik görülen bu odak bugün de hız kesmeden düşmanlıklarına devam ediyor. Bu odağa vagon olmuş epey kalabalık bir takipçi taifesi de günbegün yollarda dökülüp azalsalar da peşlerinden sürükleniyorlar.
Bazen dostlarımızla, “Bunların motivasyonu nedir acaba?” diye konuşuyoruz. “Yalan olduğunu en iyi kendilerinin bildiği bir nakaratı nasıl bu kadar gayretle tekrarlıyorlar? Bunların bizim bilemediğimiz bir motivasyonları mı var?”
Evet, bunların bizce pek iyi anlaşılamayan, akıllıca bulmadığımız, asla değer bulmadığımız ama aslında bildiğimiz bir motivasyonları var: İktidarlarını sürdürmek. Bu bizce pek değer atfedilen bir şey değil ama onların her şeyi. Adeta var oluş nedenleri, bir çeşit taptıkları tanrıları. Onun için yap(a)mayacakları şey yok.
Tam burada durup meseleye daha soğukkanlı bakmamız lazım. Onların motivasyonları vesaire bizi ne kadar meşgul etmeli? Türkiye zaten bu güruhun kontrolünde ama biz beynimizi, gündemimizi, hayatımızı bu güruha ve onların gündemine ipotek ettirmek zorunda mıyız?
Eğer her yeni günde bu taifenin uydurduğu yeni yalanlarla oyalanırsak bütün bir hayatı ıskalayacağız. Zaten hayatımızın 10 yılını zehir ettiler, daha fazlasına tahammülümüz kalmadı. O nedenle bu deli saçması söylemleriyle bu çevreleri baş başa bırakıp, mümkün mertebe, kendi hayatımıza, ideallerimize, hayallerimize ve işimize dönmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Bunu yapmak Türkiye’de yaşayanlar için çok daha zor olabilir, belki kısmen mümkün olabilir, sadece kısmen hayatlarının cüzi bir kısmını bu zırvalardan izole edebilirler. Ancak bizim gibi Türkiye dışında yaşayanlar için hayatımızın daha geniş kısmını bu akıldışı abukluklardan uzak olarak yaşamak mümkündür.
Kestirmeden söylemek gerekirse zaruri durumlar dışında, işi medyayı ve siyaseti takip etmek olanlarımız istisna, bu anlamda Türkiye’yi, oradaki iktidar sahiplerini, onların söylemlerini, iktidarı ve muhalefeti ile siyasetlerini gündemimizden çıkarmak en iyi çözüm gibi duruyor. Bazen bizi çok rahatsız eden ve hayatımızdan uzaklaştıramadığımız şeyleri ‘yok saymak’ ve kendi gündemimizi cebri olarak kendimize uygulamak durumunda kalırız.
Tabir yerindeyse hayatımızın bir gerçeği de olsa değiştiremediğimiz şeyleri bize daha fazla zarar vermesin diye yok sayarız. Bugüne kadar ağırlıklı Türkiye merkezli yazılar yazdım. Ancak bundan sonra zaruri haller dışında Türkiye’yi yazmak istemiyorum. Bilakis Türkiye’yi bir nedenle ve bir şekilde terk edip hayatını doğup büyüdüğü topraklardan uzakta, sıfırdan başlayarak yeniden inşa etmeye çalışanları, onların problemlerini ve olası çözümleri yazmak niyetindeyim.
Evet, Türkiye’ye en azından şimdilik bir parantez açmamız lazım. Elimizin erişmediği, sözümün ulaşmadığı bir yer bizim hayatımızı bu kadar doldurmamalı diye düşünüyorum. Bazı dostlarımız bunu yadırgayabilir, bana kızabilir. Ama rasyonel olmak bunu gerektiriyor.
Bulunduğumuz ülkelerde hayata tutunmak, işimizi, mesleğimizi, hayatımızı yoluna koymak ve bir ağaç gibi kök salmak zorundayız. Artık kök salmış ve meyve verecek duruma gelmişsek ondan sonra belki Türkiye’deki sevdiklerimize daha faydalı olabiliriz.
Birçok dostumuzun kısa zamanda dönme umutları ile buralara geldiğini biliyorum. Ama bizim arzularımız ile hayatın gerçekleri her zaman örtüşmüyor. Buna ister hayatın soğuk yüzü deyin ister Kader Planı deyin, sonuç değişmiyor. Şartların zorlaması ile vakit fevt etmeden bulunduğumuz ülkede bir hayat kurmak ve yapabiliyorsak ideallerimize hizmet etmek zorundayız.
Göç ve entegrasyon uzmanı değilim, alaylı olarak, içinde yaşayarak, gözleyerek ve okuyarak bu işlerin tabiatını anlamaya ve çözmeye gayret ediyorum. Bu tavsiyeler bana göredir ve mutlak doğru olma iddiasında değildir. Geri dönme konusunda beklentisi, umudu, planı olanlar yeni hayatlarını kurma konusunda isteksiz oluyor, motive olamıyor ve çok daha fazla sıkıntılar yaşıyorlar.
Kaldı ki ülkemiz (Türkiye) devlet olarak buralarda da bize hayatı zehir etmek ve hatta bizi hayatın dışına atmak için oldukça gayretli ve etkili bir şekilde çalışıyor. Bazılarımızın zannettiği gibi yurtdışına çıkmak bir kurtuluş değil, belki kurtuluşun başlangıcı olabilir. Ama her an özlediğimiz ülkemizden yeni darbeler gelebileceğini bilmemiz ve kendimizi kollamamız da gerekiyor.
Buralarda yaşayan ve iktidara muhalif olmayan, hatta ölümüne destekçi olanlar bile Türkiye’den gelen kötülüklerden azade değiller. Hatta Türkiye vatandaşı olmamış, hayatında hiç Türkiye’yi görmemiş başka ülkelerdeki Türk azınlıklar bile Türkiye’den ciddi zararlar görebiliyorlar. Bu konu müstakil bir yazıyı hak ettiği için burada detaya girmeyeceğim. Ancak Avrupa’da aşırı sağın yükselişinde Türkiye’nin son 15-20 yılda yaptığı hamlelerle Türkiye kökenlileri ve diğer Müslümanları bulundukları toplumlardan uzaklaştırmasının oldukça etkili olduğu da bir gerçektir.
Bu insanlara yalancı bir güven pompalayarak onları bulundukları toplumdan izole olmaya yönlendirmektedirler. Avrupa aşırı sağı ile Türkiye’deki iktidar çevreleri karşılıklı gerginliklerle “kazan-kazan” formülünü hayata geçiriyorlar.
Kaldı ki biz her halükarda Türkiye canibinden istenmeyenleriz. Belki normal şartlar altında, planlayıp, hazırlık yapıp gerekli belge, bilgi ve eşyaları yanımıza alıp ülkemizden ayrılmış olsak yeni ülkemize daha kolay adapte olabilirdik. Yahut ihtiyaç duyulduğunda elçiliklerden/konsolosluklardan kanuni hakkımız olan destekleri alabilsek hayatımız daha kolay yoluna girebilirdi.
Ama heyhat!
Öyleyse bu gerçekleri kabul edip ona göre yeni bir hayatı kurma, geliştirme ve başkalarına yardım etme planları yapmalıyız vesselam.
Evet, sizlerin en birinci vazifesi o ülkelerde her alanda gelişip büyümek ve TRdekilere oralarda yeni yerler açmaktır. Bu yapılıyor ama her giden de bu motivasyonda olmuyor.
Bunu sadece gelenlere doğrudan maddi destek olmak olarak düşünmeyin. Gelen, gelmeyi düşünen kişi için orayı maddi manevi cazip hale getirmelisiniz.
TRden oraya insanlar geldikçe orada sizler daha da büyüyecek ve söz sahibi olacaksınız. Oralarda işler kuracak, kendi aranızda ihracat/ithalat bile yapacaksınız. Yine eğitim yuvaları kuracaksınız, ama TRdekiler gibi olmayabilir.
Velhasıl kalk yiğit uykudan, sadece TR değil dünya hızla felakete, ulusalcı ırkçı akımlara koşuyor. Sevgi köprülerini kur, Dünyayı sevgi ve hoşgörü etrafında tevhid et.
Salih bey, yazınızı çok içten buldum, teşekkür ederim. Bu yazdıklarınızı, bu topraklara ilk adım attığımda etrafıma söylemiştim. Yani geç kalmış olarak değil, daha işin başında. Bu süre bize verilmiş bir çeşit bonservis. Bunu iyi değerlendirmeliyiz diye.
Mazlum olmanın psikolojisi vs bilemem. Ama sanki bir çeşit seçilmişlik ruhu, herşeyi Cenabı Hakkın önümüze, ayaklarımızın altına sereceği vaadi varmış gibi sanki, yakın geçmişimizini mersiyeleriyle methiyeleriyle dolu dolu bulunduğumuz ülkelerde değil de sanki Türkiyede eski düzenimizdeymişiz gibi fokur fokur çayı yudumluyorken, Türkçeye daldıkça daldık.
Dikkat ettiniz mi, Türkçeye daldık diyorum.
İlk geldiğinde Türkiyeye dönerim ben diyenlerdendim ve halen de dönerim diyorum. Ama bir farkla ki, ilk geldiğim de, sanki ebediyyen ülkeme dönemiycekmişim gibi tedbirimi, gayretimi, kendime yatırımımı yapmaya çalıştım.
Ne derece başarılı oldum bilemiyorum, ancak bu gayreti, gelecekte pişmanlık yaşamamak için gösterdim. Bir takım meyvelerini de almak üzereyim, bu şekilde almak üzere olan çok şükür çok sayı da arkadaşlarımızı dostlarımızı görüyorum.
Peki, herkes mi öyle? Bamteli burası işte. Hayır herkes öyle değil gözlemim.
Hatta, bugün Türkiye düzelse dönerim diyen ben gayret ederken hergün dil ve mesleki gelişim için, Türkiye bir daha düzelmez, oraya unut diyen bazılarında bu gayretin yarısını görmedim.
Tuhaf geldi bu bana hep. Meslekleri itibariyle, dönme potansiyelinde olanların gayretine karşılık, burada kalmaları dünyevi yönden de kendilerine daha iyi gelecek kişilerdeki gayretsizliği bir türlü anlayamadım.
Bu nedenle de, kafesteki hamster lar dedim, buna alınanlar oldu, zoruna gidenler oldu, oysa bütünü ıskaladılar.
Siz 10 yıl dediniz ki, evet bazılarımız itibariyle zaman 10 yıldır donmuş durumda. Genel olarak 7-8 yıl.
Bu süre bir sosyal ölüm süresi mi, yoksa tohumlanıp çimlenme süreci mi.
İşte bu kişilerin gayretlerinin emeklerine göre belirlenen birşey.
Gayretkeş, emek vermeyen, ya da plansız programsız, günü rutini yaşayan arkadaşların varlığına şahit oldum oluyorum ve bu üzüyor. Ve aslında bir çeşit olumsuz da etkiliyor.
Çünkü, başarı kolektif birşey, sinerji herkese olumlu etkiler.
Büyük bir sinerji olmalıydı. Dil öğrenme, mesleki zirveler ne ise onu zorlayın tahşidatları olmalıydı yıllar önce.
En azından deneyin, harika imkanlar var , neden olmasın ki denmeli idi, ağızlardan , temas halinde olduğumuz büyüklerimizin, vazifelilerin ağızlarından en azından çıkmalıydı.
Bazı bilinçlilerden çıkmıştır ihtimal, ama gündem olarak işlenmediğini yaşayarak gördük. İşlenmiş olsa idi bizlere de ulaşılırdı.
Göç etmişlerin mağdurların gündemi ile onlara yön verme konumunda olanların gündemleri nedense tam uyuşmadı. Pek de umursanmaz gibi göründü.
Medyamız da, buna pek olumlu katkı sağlamadı malesef.
Aynen yazınızda belirttiğiniz gibi, aklı fikri, en önemlisi ise kullandığı DİL, TÜRKÇE VE TÜRKİYE idi.
Harika bir konfor biliyorum. Biliyorum çünkü, yapabildiği şeyi yapmak ister.
Kim belirli bir yaştan sonra, durup dururken devasa zorluklara, öğrenmelere girişir ki.
Birilerinin görevi gündemi gereği odak noktasının Türkiye olmasına, yükü ve bazı zorlukları nedeniyle de Türkçe yi kullanmasına elbette bir şey denemez, beklenmemeli.
Ama, öyle olanların da, biz İSTİSNA yız. Ama sakın biz MÜSTESNA görmeyin bu konu da, aslolan heryönüyle adapte olmak. Eğitim cemaatiyiz, hadi bismillah, imkansızı başaralım arkadaşlar, gayret bizden tevfik Allahtan dense idi başka olurdu.
Sen çalış olmazsa alem sıkılsın, yazmayan kalem sıkılsın.. şiirleri ile büyüdük değil mi.
Övündümüz, farkımız bu dediğimiz, iki kanatlı insan yetiştiriliyor denilen bir ekol değil miydik.
Zulm Türkiyeye aitti, ne değişti burada ki, bu dil kullanılmadı, işte bunu bir türlü anlayamadım.
Kullanılmadıdan kastım büyüklerimizin, official hizmete dairdi.
Yapılacak şey basitti oysa, tahşidat, tahşidat, tahşidat. Sinerji oluşurdu.
Atmosferin insanıdır.. kişi.
Bu başka birşeye engel de değil.
Hatta organizasyon bazlı bir sisteme dahi gerek yok, sadece var olan ortamlarda bunu gündeme almak kafi idi.
Bunu çay sohbetinde bir büyüğüme söylediğimde, böyle bir sinerji oluşturulasa dediğimde, bu benim vazifem değil ki, bizim böyle bir gündemimiz yok ki demişti.
Şimdi yıllar geçti, aynı kişinin sağda solda watsapp da başka yerde mesleki gelişim ile ilgili sağdan soldan önüne gelen şeyleri gönderdiğini görüyorum.
Geçti ama..
GEÇTİ…
Bunu önce yapmak gerekti.
Sebebi basit, herkes artık sistem tarafından tanılan sürelerin sonuna geldi.
Harika bir süre.
Yoldan birini çevirseniz, 8 yıl, senin her türlü masrafını karşılıycaz, neler yapabilirsin sence diye sorsak… atomu parçalayacak derecede fizik öğrenirim diyenden , nerelere nerelere kadar duyarız dimi.
Ben 1 yıl çalışsam ooo neler yapardım neler sözlerini okul yıllarından da hatırlarız değil mi.
7 -8 yıl.. İşte bu kadar zaman geçti, ve ne yapıldı? Bunu herkes kendine sormalı.
Tekrarlarsam, benim gördüğüm karne pek iyi değil.
Şimdilerde bir şekilde başarmış olanların hikayelerini görüyoruz dimi. Daha bu sabah, Dr. Mustafa Ateş in başarısı, yazdığı roman vs anlatılıyor.
Oysa, onun ulaştığı bugünkü sonuç 6 7 yıl önceyen başlayan sonuçtu.
Zararın neresinden dönülürse kardır..
Bu da iyi birşey. Yazın, motive edin, sizin de katkınız olsun Salih bey.
Sen ben bizimoğlan okuduğu bir yerde, biz bize yazıyorsak, bari en efektifi geleceğe yönelik olandır değil mi. Bu nedenle yazmanıza, bu konulara bundan sonra biraz da ols adeğinmenize sevindim.
Motivasyon, motivasyon motivasyon.. hayatı bu özetler.
Bakış açısını belirleyen, güdülemedir.
Daha bugün belgeselde izledim, hergün iyi olacağını düşünen kanser hastalarında dahi iyi bir düzelme olmuş, başaracağına inandırılan gruplarda başarı oranı artmış.
Olaylara yaklaşım tarzımız çok önemli. İnsan çok özel bir varlık, psikososyal-bioelektromanyetik bir varlık adeta.
İnanan insanın yapamayacağı şey yok.
Yolun kaderi sözünü dahi bağlamından çıkarıp farklı bir MOTTO ya dönüştürüyoruz sanki.
Tembelliğin, gayretkeşliğin yoluna. Ve neyin tembelliği, neyin gayretkeşliği, bunda bile daha hemfikir değiliz.
Bir hadim için, koşturulan coşturulan hizmet belki.
Oysa, benim perspektifinden o da yanlış bir mantık.
Özü, arkadaşların oryantasyonu, iş süreçleri, mesleki şartları sonuna kadar zorlamaları.. coşturulan koşturualn bu olmalıydı.
Zaten yanında diğerleri gelir, gelecekti.
Kullandığımız kelimeler, ilgilendiğimiz şeyler bizi belirler. Göndermeler yapar bilinçaltımıza.
Bu nedenle, sürekli ısrarla etrafıma anlatmaya çalıştığım, yanlış gördüğüm şu.
Kullandığımız DİL i değiştirelim. Tevilini güzel yapalım.
Sağlıklı yaklaşan kişiyi çok az görüyorum bu olaylara.
İlahiyatçı bir sevdiğim yazar büyüğümün burada, TİTR ler söküldü atıldı yazısını okudum ama neyin önünü kestiğini içimden de hissettim.
ATALET.
Atalet, Allah bizi sıfırladı, esas olan kullak, titr ler gitti, Allah bizim ibadetimize ihtiyacı var, şuna buna değil.. vs .. sözlerini öyle dikkatli kullanmalıyız ki. Yoksa,ifrat ve tefrite götürür bizi.
İfrat mı tefrit mi onu dahi çözemiyorum çünkü, onun yerine doldurulmuş, münzevi yaşama benzer, ibadete odaklanılmış yaşam da yok.
O nedenle, 7 8 yıl, sanki az gayretli geçti.
Çürümemeli insan.
Hayatlarını genel olarak beyinleri ile kazanan insanlar için aksiyon yine beyinlerini kullanmalarıdır,
diyor ve bitiriyorum.
Bu yazı konunuzu SALİH BEY destekliyorum.
Teşekkür ederim. Emin olun faydalı olacak.
Ben kendim için söylemiyorum, bana söylenilmesi gereken yıllar geçtimiz yıllardı ki ben şükür kendi motivasyon ortamımı kurmuştum.
Başkaları için yazıyorum adeta. Samimiyetle.
Öyle şeyler yazın ki, yazınızı okuyan normal bir mazlum mağdur yurtdışında olan,
kalksın gerçek anlamda ben bu dili öğreneceğim, bir an önce bu işi halledicem desin,
seviyesine göre, evet yahu ben onca eğitim almış birisiyim, neden kapasitemi sonuna kadar kullanıp şu şu şu alanlarda mesleki gelişimimi yapmak için gayret etmiyorum ki, yapabilirim elbette,
gibi motivasyona, aksiyona sebep olsun.
İşe yarasın.
Emeğiniz,samimi içtenliğiniz için şimdiden teşekkür ederim.
Allah’ın (swt) kimsenin ibadetine falan ihtiyaci yok, bu bir küfür sözüdür. Allah (swt) Sameddir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayıp herkesin Kendisine ihtiyaç duyduğu Subhan’dir, her türlü eksik ve noksandan münezzehtir.
Ibadete bizim ihtiyacimiz var, bizim. “Abd” olan biziz, kuluz, koleyiz, aciziz ve eninde sonunda öleceğiz. Rabb Teala emreder, kölesi olan biz “abd”lere ise yapmak düser. Kulluktur beşerin en büyük ve yegane mertebesi. Yapan vazifesini yapmış olur, yapmayan da isyanının karşılığını bulur. Mesele o son nefesin nasıl olacağı. Bunu bir an bile akıldan çıkarmamak lazım.
Halim kardeş, çok hızlı yazarken, “Allahın bizim amelimize ihtiyacı yok” yazacakken var yazmışım. Teşekkür ederim dikkatiniz için..
Çok yerinde tespitler ve yapılması gereken de tam da bu. Teşekkürler
Çok doğru bir noktaya temas etmişsiniz. 6 yıldır gurbet diyarındayız, ilk 3 yılımız devamlı TR haberlerini takip ile geçti; “ne oldu, ne dedi, niçin böyle, ne zaman düzelir” modunda… Vaktimin önemli bir bölümünü ağırlıklı olarak YT platformunda boy gösteren bildik gazeteci ve yorumcuların programlarını izleyerek geçirdim. Derken ufak çaplı bir aydınlanma (!) hali geldi. Şunu farkettim: herbiri esasında değerli kişiler olan bu program sahiplerinin olan biten karşısında yaptıkları yorum ve çıkarımların aynını aslında onları dinlemeden kendim de yapıyordum. Bu durum kendimi bu kısır döngünün bir ölçüde dışına atabilmemi sağladı şükür. Kendim aktif takip etmesem de, eş-dosttan yeteri kadar bilgi (genelde link şeklinde) geliyor zaten. TR gündemimizi bunlarla sınırlı tutarak bulunduğumuz coğrafyaya konsantre olmaya yöneldik böylece.
Aslında kendimize hayat felsefesi yapmamız gereken şu sözü göreli/duyalı belki 15 yıl, belki daha fazla zaman geçmiştir:
“Ya sükût et ve düşün, ya Allah’a yaklaştıracak şeyler konuş, ya da evrad-u ezkar ile meşgul ol, asla aktüaliteye girme!”
Üzerimizden ezici bir tren gibi geçen o 15 yıl bu vecizenin önem ve doğruluğunu defalarca teyit etti. Allah’ın lütfettiği en önemli nimetlerden olan zaman mefhumunu en ala müsrif gibi har vurup harman savurmada üstüme yok. Dönüp geriye baktığımda ise gelip gelip kulaklarımda çınlayan diğer bir vecize noktayı koyuyor çok defa:
“Koskoca bir ömr-ü heder!”
Yazılarınızı merakla bekleyeceğim Salih Hocam.