AHMET KURUCAN | YORUM
Geçen haftaki yazımı şöyle bitirmiş ve devam edeceğimi söylemiştim: ““Ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın!” beyanından Kur’an öğretimi karşısında ücret almak haramdır hükmünü çıkartamaz mıyız?” Çıkartamazsınız. Başka manalar çıkartabilirsiniz ama bunu değil.”
Çıkartamassınız dedim; çünkü nüzul sebebi, konteks, konsept ve Kur’an’a bütüncül bakış bu mananın muradı İlahiye uygun olmadığını açıkça ortaya koyuyor. O zaman çıkartabileceğimiz manalar nedir?
Bildiğiniz üzere Kur’an ayetlerinin tarih üstü ve evrensel keyfiyetinden dolayı mana katmanları vardır. Buna göre her bir ayetin veya ayetler kümesinin zorunlu, mümkün ve muhtemel anlamlarından söz edebiliriz hatta etmek zorundayız. ‘Zorundayız’ dedim çünkü bunu ortadan kaldırdığınız zaman Kur’an evrensel ve tarih üstü özelliğini yitirir. Alimlerimiz bu hakikati lafız, mana, hüküm, maksad ve mesaj ayrımı içinde ele almıştır.
Lafız-mana-maskat!
Lafız, mananın taşıyıcısır. Dolayısıyla lafzı ve lafzın taşımış olduğu manayı esas almayan hiçbir yorum sahih ve sahici olamaz. Yukarıdaki üçlü tasnif içinde “zorunlu anlam” dediğim şey buna tekabül eder. Bazı ayetler hüküm ihtiva eder. Ayeti anlamlandırırken hükmü de merkeze koymak zorundayız. Hükmü de bu zaruri anlamın içine koyabiliriz.
Maksad en önemli unsurdur. Ayetin nüzul toplumunda işlemiş olduğu fonksiyon, bir başka tabirle hangi derde derman olduğunu maksadı üzerinde yapılacak yorumlarla anlayabiliriz. Birden çok maksad ortaya konabiliyorsa -ki İlahi kelamın en önemli özelliğidir bu- bunların toplamını “mümkün anlam” kategorisi içinde değerlendirebiliriz.
Ve mesaj. Mesaj ise Kur’an’ın nüzulünün tamamlanmasından sonra kıyamete kadar yaşayacak insanlar için geçerli olan muhtemel anlamlardır.
Şimdi, “Kur’an öğretme karşılığında maddi kazanç elde edemez, para alamazsınız!” yorumu işte bu muhtemel anlam kapsamında Kur’an’ın mesajından çıkartılabilen bir yorum olabilir ancak. Ama bu demek değildir ki bu Allah’ın emridir. Hayır, Allah’ın Yahudilerin kendi kitaplarından zikredilmiş olmasına rağmen İslamın hak olduğunu kabullenmemesini bildiği ayetten çıkartılan yorumdur.
Açayım isterseniz: “Allah’ın ayetlerini az bir fiyata karşılığında sattılar/satmayın.” Lafızdır.
“Muhatapları Yahudiler Allah’a ve Resulullah’a inanmayı dünya hayatına ve onun geçici nimetlerine değiştirdiler.” Manadır.
“Baki hakikatleri geçici dünyevi menfaatler uğruna satmayın. Aklınızı başınıza alın, dünya hayatı geçicidir, baki olan ahiret hayatıdır, Allah’tır. Sarih emirdir.” Hüküm de diyebiliriz.
Asıl olan ahirettir!
“Dünyayı ihmal etmemekle birlikte asıl olan ahirettir, Allah’a inanmak, Peygamberini kabullenmek, emir ve yasaklarına uymaktır.” Maksaddır.
“Kur’an hiçbir dünyevi maksada feda edilmemelidir. Velev ki bu geçimini sağlamak için elde edeceğiniz bir kazanç bile olsa.” Bu da mesajdır.
İşte bu mesajdan hareketle -kabul etme ya da etmeme muhataplarına kalmış- ‘Kur’an öğretimi karşısında kazanç sağlamak bana göre caiz değildir’ diyebilir bir kişi ama bunu Allah’ın kesin emri olarak sunamaz. Kendi şahsi görüşüdür. “Konjonktürel şartlar böyle düşünmeye beni sevkediyor!” diyebilir. Bu ayeti de ona delil olarak sunabilir, ayetin anlam katmanlarından biri bu olabilir yorumunu yapabilir.
“İhlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz”
Sadece Kur’an öğretme değil bunu çok daha geniş bir perspektifte de ele alabilir. Mesela, Allah’ın dinine hizmet kapsamında. Bediüzzaman’ın ifadeleri içinde hizmet-i imaniye ve Kur’aniye çerçevesinde. Nitekim Bediüzzaman meseleyi böyle ele almış ve benim iki yazıda anlatmaya çalıştığım hakikati bir paragrafla ete kemiğe bürünmüştür. Der ki Bediüzzaman: “Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ül oluruz. وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.”