Yusuf Suresi | Ahsan-el Kasas; bir sinopsis hazinesi!

M. NEDİM HAZAR | YORUM

  • “Biz sana bu Kur’an’ı vahyetmekle, (bu surede) geçmişin ibretlerle dolu tarihinden en güzel bir sayfayı anlatacağız.” Yusuf Suresi-3

Yüce kitap kıssaları, Kur’an’ın pek çok faslı kısmı gibi -acizane kanaatimce- bugüne kadar hak ettiği yakından bakışla ele alınmamış adeta gizli ve keşfi bekleyen bir hazine gibidir. Kıssalar önemli. Zira Kur’an kıssaları, Taberî’ye göre Kur’ân’ın üçte birini, çağdaş müfessirlerden M. Reşid Rıza’ya göre ise dörtte üçünü oluşturuyor.

Merhum Seyyid Kutup bu konuda şöyle diyor: “Kur’an-ı Kerim’deki kıssalar, çeşitli konular ve münasebetler ile ilgili olarak anlatılır. Kıssanın anlatım yerini, anlatılan bölümünü, anlatım biçimini ve üslubunu bu kıssanın anlatılmasına gerekçe oluşturan münasebet belirler. Böylece kıssanın psikolojik, fikrî ve sanatsal atmosferleri arasında uyum sağlanmış olur. Böyle olunca kıssa, objektif rolünü oynamış, psikolojik amacını gerçekleştirmiş ve kendisinden beklenen etkiyi meydana getirmiş olur.” (Fi-Zilal-i Kur’an, s21)

Merhum Kutub, bazı müfessirlerin -maalesef- bu kıssaları fazla ciddiye almamasına de epey içerler aslında: “Bazıları da bu kıssalarda sırf anlatım güzelliği sağlamak amacı ile aslı olmayan olaylara yer verme ya da bu olayların akışını keyfî bir biçimde belirleme, başka bir deyimle edebî eserlerde rastlanan realiteden bağımsız bir yakıştırmacılık yoluna başvurulduğunu sanarak yanılgıya düşerler. Oysa Kur’an-ı Kerim’i dikkatle inceleyen her ön yargısız ve açık basiretli okuyucunun elle dokunur bir somutlukla yüz yüze geldiği gerçek şudur ki, bu kıssaların her geçişinde ne kadarının anlatılacağını belirleyen faktör, kıssanın anlatımına sebep olan konunun özelliğidir. Bu konu özelliği, kıssanın nasıl anlatılacağını, anlatımın hangi özellikleri içereceğini de belirler.” (s22)

Esasen Kıssaların bir anlatım tekniği ve de tercihi olduğu muhakkaktır. Doç. Mustafa Kara bu konuyu güzel izah eder: “Kur’an’ın temel hedefi, insanlığı tevhid inancına bağlı olarak barış ve huzur içerisinde bir hayat yaşamaları konusunda sürekli aydınlatmaktır. Bu doğrultuda Kur’an, mesajını etkili bir biçimde insanlara ulaştırmak için farklı metotlar kullanmaktadır. Bunlardan birisi de kıssa anlatma üslûbudur. Kıssa anlatma, etkili ve başarılı terbiye vasıtalarından birisi olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş peygamber ve milletler hakkında pek çok kıssa zikredilmektedir.”

Bu dibace nevinden olan yazıda ‘kıssa’ kelimesine kavramsal olarak bakıp, etimolojik, Kur’an perspektifi ve son olarak da kategorik olarak yaklaşmayı deneyeceğiz. Ardından Hz. Yusuf ve Kıssası’nı ele alacağız inşallah.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, son kitabı “YUSUF SURESİ, Kur’ân’ın Sihirli Ufku” isimli kitabına tabii olarak bu kavram ile başlıyor. İlk dikkat çektiği nokta ise, kıssaların hakikat oluşu, yani gerçekliği aşan bir kuvvet derecesinde doğruluk meselesi oluyor.

Bakalım: “Arapça kökenli bir kelime olan kıssa; قَصَّ fiilinden türemiş olup iz sürmek, bir şeyin ardından gitmek, birini / bir şeyi adım adım takip etmek ve birine bir haberi bildirmek gibi manalara gelir. Buna göre kıssada, anlatılan olayın adım adım izlenecek kadar önemli ve tamamen gerçek olması ön plana çıkar.”

Tam bu noktada bugüne kadar bu mevzuda yaptığımız her sohbette vurguladığımız şu hakikati ön plana çıkarıyor Hocaefendi: “Kıssa, bu ve diğer özellikleri ile başka bir edebî tür olan hikâyeden ayrılır. Fakat kıssanın Türkçe’de tam karşılığı olmadığından, onun yerine daha ziyade hikâye kelimesi kullanılır.”

İleride bu kadar ayrıntıya girmeyeceğimiz için, kelimenin etimolojik yapısına bakmak adına, biraz daha yakınlaşmamız gerekiyor. Kelimenin çoğulu ise kasas (قصَ ص َ ) tır. Kelimenin ism-i fâil kalıbındaki kâss ise, “kıssayı ilave ve eksiltme yapmaksızın olduğu gibi anlatan kişi” demektir. Bunun çoğulu da kussâs’tır.

Kass/kısâs ise lügatte, “hayvanın gebeliğinin belli olması, katili öldürmek, saç veya sakalları kesmek, ödeşmek, takas etmek, kısaltmak” manalarına gelmektedir. “Hikâye, iz, haber ve rivayetler” anlamlarına gelen kasas kelimesi ilk dönemlerde “dinî nasihat” anlamında kullanılmış, eski milletlere dair haberlerle ilgili olarak da aynı kavram tercih edilmiş.

Şurası çok enteresandır; Kısas kökünün “bir şeyi takip etmek, birinin izini sürüp ardınca gitmek” anlamı aynı zamanda “bir fikri takip etmek” manası da taşıyor. Ve genelde bu takip geçmişe doğru yapılıyor. Geçmişteki milletlerin yaşadıkları sosyal tecrübeleri adım adım takip ederek söz konusu tecrübelerden yararlanmak suretiyle geleceğe yönelik programlar yapma anlamını da ifade ediyor. Bu bağlamda kıssa anlatımının, Kur’an’ın öğretimle ilgili kullandığı en iyi metotlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Hemen örnekleyelim; Kur’an-ı Kerîm’de söz konusu kelime, “(Mûsâ): ‘İşte aradığımız orasıydı’ dedi. Bunun üzerine tekrar geri dönüp kendi izlerini takip ettiler” ve “O, (Mûsâ’nın) ablasına ‘Onun izini takip et’ dedi. O da onlar farkına varmadan onu uzaktan gözetledi” ayetlerinde bu anlamda kullanılmaktadır.

Toparlayacak olursak; Kur ’ani terim olarak kıssa, “takip etmek, izini sürüp ardınca gitmek, iz takip etmek” anlamlarına istinaden, “insanların ibret almalarını ve hidayete ulaşmalarını sağlamak amacıyla, çoğunlukla zaman ve mekândan soyutlanmış, önceki peygamberler ve kavimler ya da geçmiş toplumlarla ilgili Kur’an’da anlatılan olaylar” şeklinde tanımlanabilir.

Şu Hadis-i Şerif bizim bu meseleyi muazzam örnekler: “Allah Mûsâ’ya rahmet eylesin. Çok arzu ederdik ki, keşke sabredeydi de aralarında geçecek maceralar (Allah tarafından Kur’an’da) bize anlatılaydı.”

Fethullah Gülen Hocaefendi, şüphesiz kutsal kitaptaki kıssaların en ince ayrıntısına kadar her birinin birer hedefi olduğunu izah eder: “Kur’an kıssalarının, hikâye ve masallar ile karıştırılmaması gerektiğini ifade etmiştik. Çünkü hikâye ve masallar içinde bazen macera içerikli, hedefsiz, gayesiz anlatımlar bulunabilir. İnsanın başından geçen hâdiseler rastgele anlatılabilir. Fakat Kur’an kıssalarında, bilinen anlamıyla, macera anlatılmaz; yaşanmış hâdiseler, belli gayelere yönelik olarak anlatılır. Anlatılırken de insanı yormayan akıcı bir üslup kullanılır. Ayrıca onlarda asla söz israfı yoktur, her şey yerli yerinde söylenmiştir.”

İşte Hazreti Yusuf kıssası tam da böyle bir hikayedir!

Gülen, Kur’an kıssalarının hedeflerini 7 ana başlıkta topluyor:

Bir: Öncelikle Allan Resulünün peygamberliğini ispat… Bu amaç şunun için çok önemli. Bugün bile batıda hala “Muhammed (SAV) Kur’an’ı ve içindekileri önceki kitaplardan aldı” şeklinde akla mantığa ziyan iddialar bulunmaktadır. Oysa bizzat Kur’an bu iddiayı hem reddeder hem de ispatlar: “Bunlar sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar tartışırken de sen yanlarında değildin.” (Al-i İmran, 44) “İşte bu anlatılanlar sana vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin! Sabret, çünkü iyi son günahtan sakınanlarındır.” (Hud, 49) “İşte bu kıssa, gayb haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Onlar, tuzak kurmak üzere ittifak ettikleri zaman, sen onların yanında değildin.” (Yusuf, 102)

İki: Kur’an kıssalarının ikinci hedefi, başta Efendimiz olmak üzere hem Asr-ı Saadet’in müminlerini hem de kıyamete kadar gelecek bütün inananları teselli ve takviye etmek ve onlara dersler ve ibretler sunmaktır. (s13)

Üç: Kur’an kıssalarının diğer bir hedefi, hidayetin hakikatine işaret etmektir.

Dört: Kur’an kıssaları her dönemde yaşanan olaylarla alâkalı yeni mesajlar sunar. Bu özellik kıssaların evrensel bir dil ve üsluba sahip olmasından, daha doğru bir ifadeyle, mesajı zaman üstü ve evrensel olan Allah kelâmı olmasından kaynaklanır.

Beş: Aynılık… Kur’an kıssalarının önemli bir hedefi de bütün peygamberlerin insanlığa getirdikleri mesajın öz itibariyle aynı olduğunu göstermektir.

Altı: Kur’an kıssalarının hedeflerinden biri de bir taraftan kavimlerin özelliklerini ve helak oluş sebeplerini yahut kurtuluş vesilelerini açıklarken diğer taraftan peygamberlerin ve müminlerin mazhar oldukları nimetleri nazara vermektir.

Yedinci ve sonuncu hedef: Kıssaların gayelerinden sayılabilecek hususlardan bir diğeri ise geçmişte inananlara düşmanlık yapanların karakteristik özelliklerini ortaya koymak ve böylece şeytan ve takipçilerinin inanan insanlara hangi noktalardan musallat olabileceğini haber vermektir. Bununla müminler, dinlerini yaşarken ve onu başkalarına tebliğ ederken nasıl hareket etmeleri, ne tür metotlara başvurmaları gerektiği konusunda ikaz edilirler.

Tam da bu noktada yine Fethullah Gülen Hocaefndi’nin öncelemesiyle bir kelimeye biraz yakından bakmak durumundayız. Bu kelime; Tasrif.

“Tasrif” Arapça kökenli bir kelime olup, dil biliminde çekim, biçim değiştirme ya da bir kelimenin farklı şekil ve yapılarına verilen isim. Özellikle Arapça dil bilgisinde, fiillerin zaman, kişi ve kip gibi özelliklerine göre aldıkları çeşitli ek ve değişiklikleri ifade etmek için kullanılıyor. Kur’an’da Arapçanın zengin biçimde kullanıldığı düşünüldüğünde, “tasrif” kelimesinin Kur’an’daki kullanımı, kelime ve ifadelerin farklı bağlamlarda nasıl farklı şekillerde kullanılabileceğine dair bir fikir verebilir. Ancak Kur’an’ın kendi içinde “tasrif” kelimesinin kullanımına dair özel bir anlamdan bahsetmek zor olabilir çünkü bu daha çok dil bilimine ait bir kavram olduğunu unutmamak lazım.

Genel anlamıyla Tasrif, Sözlükte bir şeyi evirip çevirerek farklı şekillere sokmak anlamına geliyor. Kur’an’daki tasriften maksat, bir hakikat ya da bir olayın farklı münasebetlerle değişik açılardan ele alınarak farklı yerlerde farklı üsluplarla açıklanması şeklinde ifade edilebilir. Tasrif, özellikle tekrara düşmemek ve muhatabı bıktırmamak için bir yenilik metodu olarak kullanılır.

Bunun için Hocaefendi’nin ‘Diriliş Çağrısı’ kitabına bakmamız gerekiyor.

Soru: “Tasrif” ne demektir; iman ve Kur’ân hizmetinde ülfete düşmemek için tasrif üslubu nasıl kullanılabilir?

Cevap: İman hakikatlerine tercüman olma ve dinî değerleri anlatma gayretindeki insanlar, bu vazifeyi eda ederken kullandıkları üslubu sürekli gözden geçirmeli; her gün farklı bir doğumun sancılarıyla kıvranıp durarak yeni yeni usuller geliştirmeli ve muhataplarının karşısına her zaman sürpriz argümanlarla çıkmaya çalışmalıdırlar. İşin özündeki safveti korumak şartıyla, meseleleri hâlihazırdaki düşünce ve irfan ufku açısından yorumlamalı ve geçmişten süzülüp gelen değerleri düne göre daha yeni, daha berrak ve daha cazip bir yolla sunmalıdırlar.” (s59)

Gülen, muazzam bir nitelendirme ile Tasrif’e şöyle diyor: Evirip, çevirip, yeniden ama kendi orijinalliğiyle anlatma!

İşte tam da bu durum, Kur’an kıssalarındaki ilk bakışta tekrar gibi görünen olaylara daha yakından baktıkça farklılaştıklarını görmemizi sağlıyor.

“Evet, Kur’ân-ı Kerim, bazen değişik tenbih ve ihtarlarla gönüllere havf ve haşyet duygusu salar; bazen de iltifat ve müjdelerle kalblere reca hissi doldurur; kimi zaman insanı uzayın enginliklerinde gezdirir, kimi zaman da onun nazarını kendi gönlüne ve vicdanına çevirir; akla ve mantığa seslendiği aynı anda kalbe ve hissiyata da hitap eder. Mesela, Hazreti Musa (aleyhisselam)’ın hayatına dair bazı hadiseleri defalarca hatırlatır; fakat, her hadiseyi hemen her zaman farklı bir üslupla aktarır; surelerin umumi havasına ve o hadisenin ele alındığı yerdeki diğer ayetlerin muhtevasına göre değişik bir dil kullanır. Ayetin siyak ve sibakını (öncesini ve sonrasını) nazar-ı itibara alarak meseleleri başka başka kelimelerle dile getirir. Böylece, aynı mana ve muhtevaları farklı şekillerde ifade ederek hem akla hem de kalbe sözünü dinletir; hem mü’mini hem de kafiri dize getirir; hem çok okumuş bir alime hem de mektep yüzü görmemiş bir kimseye derslerini verir.

Cenab-ı Allah mealen, “Biz bu Kur’an’da, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat pek çoğu bunları anlamadı.” (Kehf, 18/54) buyurarak böyle bir tasrife dikkat çekmektedir.” (Diriliş Çağrısı, s62)

Hemen ana konumuza dönelim.

İş bu tasrif meselesinden dolayıdır ki, Kur’an’da meseleler değişik yönlerden ele alınır ve her defasında farklı bir açıdan farklı bir tarzda anlatılır. Kimi zaman hakikatler doğrudan anlatılırken kimi zaman temsil, teşbih ve mecazlar kullanılır. Bazen de kıssa anlatımı tercih edilir.

Hz. Yusuf’un kıssası tam da bu söylediklerimiz için şahane bir örnektir.

Kitaptan okuyalım: “O sadece rahatlama, teselli olma maksadıyla okunup dinlenecek bir kıssa değildir. Kıssalar, kalb ve zihinlerde bir rahatlamaya vesile olsa da esas maksat, kıssa diliyle bir kısım hakikatleri dile getirmek, varlığın sırlarına işaretlerde bulunmak, yeni fikirlere kapılar aralamaktır. Burada esasında anlatılan şey bir kıssa olsa da orada hayatın farklı yönlerine, farklı ünitelerine mesajlar gönderen bir hayat modelinin film kareleri gibi peş peşe sahneler hâlinde sunumu söz konusudur. Ve bu sunumun hiçbir noktası realitelere ve hakikatlere aykırı değildir.” (Kur’an’ın Sihirli Ufku, s15)

Fethullah Gülen, Hz. Yusuf’un kıssasının anlatıldığı sureyi ele alırken, çok dikkat çekici bir noktaya da değiniyor:

“Burada konumuzla bir açıdan ilgili olduğunu düşündüğüm bir hususta kanaatimi belirtmek istiyorum: Kıssada olduğu gibi senaryo ve romanlar da hakikat olmalıdır. Yani biyografilerde olduğu üzere vaka neyse aynen nakledilmeli ve hakikatin aksine bir kurgu inşa edilmemelidir. Bunun için de ya hakikati aksettiren istiare-i temsilîyseler kullanılmalı, bir kısım haşiye ve şerhlerle vakanın dublesi ortaya konulmalıdır ya da en azından realitelerle, hayatın gerçekleriyle şöyle ya da böyle irtibatlı kurgular oluşturulmalıdır. Diğer yandan anlatımlarda mübalağalardan kaçınılmalı, günah olan bâtıl şeyler tasvir edilmemeli, saf zihinleri bulandırabilecek detaylara girilmemelidir. İşte bu ölçüler korunduktan sonra, romanlar yazılabileceği gibi onun ötesinde filmler hatta bilim kurgu filmleri bile çekilebilir.”

Alın size bir sanat ölçüsü.

Burada bir kavramı “es” geçmeyelim: İstiare-i Temsiliye…

Bu bütünleşik kelimenin tam olarak karşılığı “Alegori”dir.

Peki alegori nedir?

Alegori, bir hikâye, şiir, resim, film veya diğer sanatsal eserlerde, yüzeydeki hikâyenin ötesinde daha derin, soyut bir anlam veya mesaj taşıyan sembolik bir ifade biçimidir. Bu tür eserler, genellikle karakterler, olaylar ve detaylar aracılığıyla fikirleri, ahlaki dersleri veya siyasi eleştirileri temsil eder. Alegorik anlatım, eserin yüzeyindeki hikâye ile altta yatan mesaj arasında bir paralellik kurar.

Alegorinin kullanımı, okuyucu veya izleyiciyi daha derin düşünmeye teşvik eder ve eserin yorumlanmasına birden fazla katman ekler. Eserin sembolik karakterleri ve olayları, genellikle evrensel insan deneyimleri, ahlaki veya etik sorunlar, toplumsal meseleler veya felsefi kavramlarla ilgili daha geniş temaları keşfeder.

Alegori, tarihin çeşitli dönemlerinde ve birçok farklı kültürde kullanılmıştır. Örneğin, Platon’un “Mağara Alegorisi” bilginin doğası ve algının sınırlılıkları hakkında düşünmeye sevk ederken, Orta Çağ ve Rönesans dönemlerindeki dini sanat eserleri sıklıkla ahlaki ve ruhsal dersler vermek için alegorik unsurlar kullanmıştır. Modern dönemde de alegori, edebiyat, sinema ve diğer sanat formlarında, çoğu zaman toplumsal ve politik eleştiriler sunmak amacıyla kullanılmaktadır.

Ancak İslam terminolojisinde bu kavram çok hassas iki uç arasında bir yerde durur.

Bakalım: İstiâre, müfred ve mürekkeb olmak üzere ikiye ayrılıyor. İstiarenin mürekkeb olan kısmı “istiâre-i temsiliye” olarak adlandırılır. Burada sadece bir kelime değil, bir terkip asıl mânâsının dışında kullanılır. Bu tür istiârede, benzeyen söylenmeyip benzetilenin birden fazla özelliği zikredilir. Böylece bir şeyin değişik yönleri ve özellikleri, benzetme konusu yapılmış olur. Tereddüt yaşayan bir kimse hakkında, “Bir adım ileri bir adım geri atıyor. “; gizli işler yapan kişi için “Saman altından su yürütüyor.” denmesi, bu çeşit istiâreye örnek olarak verilir.

Fethullah Gülen, Hz. Yusuf kıssasının sinematografik yönüne dikkat çekerken, noktayı şöyle koyuyor: “İşte söz konusu incelik ve hassasiyetlere dikkat edilerek yazılacak senaryolar, romanlar için Yusuf suresi rehberlik teşkil eder ve yazarlara der ki: Yazacağınız şeyleri doğrudan hayatın içinden alın ve işleyin ki bunlar insana yabancı olmasın. İçinde insanî normların altında ya da üstünde bir şey bulunmasın. Yani insanı kendi sınırlarının aşağısına çekmeyeceği gibi onu ulaşılmaz yerlerde de dolaştırmasın ve hep insanî realiteler içinde kalsın.” (s16)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin