İsmail Şükrü Bey’den Seyyid Bey’e ‘hilafet’ tartışmaları

DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Son Osmanlı padişahı Vahdeddin’in ülkeyi terk etmesinden sonra yerine Abdülmecid Efendi TBMM tarafından halife seçildi. Ancak bu “halifelik” yüzyıllardır devam eden uygulamanın tersine “saltanatsız bir hilafetti.”

Abdülmecid Efendi’nin 1 yıl 3 ay 14 gün devam eden hilafeti başlangıçtan itibaren tartışmaların yaşandığı bir dönem oldu. Halifeliğin nasıl olması gerektiğine dair yapılan tartışmalar, halifeliğin kaldırılmasına kadar devam etti.

Bazı kelleler gidecektir! 

Halifeliğin kaldırılmasına dair tartışmalar saltanatın kaldırılması esnasında TBMM’de yaşanan sürece kadar götürülebilir. Klasik olarak İstanbul Hükümeti’nin Kurtuluş Savaşı sonrasında toplanacak olan Lozan Barış Konferansı’na çağrılmasıyla ortaya çıkan “ikiliğe son vermek” için saltanatın kaldırıldığı ifade edilir.

Burada unutulmaması gereken nokta, ilk TBMM’nin çok farklı görüş ve düşüncede olan milletvekillerinden meydana geldiği gerçeğidir. Buna rağmen 600 yıllık Osmanlı saltanatı ilk TBMM tarafından sona erdirilmiştir.

Mustafa Kemal, 1 Kasım 1922’de TBMM’de uzun bir konuşma yapmış, tarihten örnekler vererek hilafetle saltanatın ayrılabileceğine milletvekillerini iknaya çalışmıştır. Öncelikle hilafet kurumunun ortaya çıkışını anlatan Paşa, Selçuklular devrinde halifenin siyaseten Selçuk hükümdarlarının himayesine girdiğini, hakimiyet ve saltanatı Selçuklu otoritesi temsil ederken halifenin de “dini yönüyle” varlığını devam ettirdiğini belirtiyordu.

Selçuklular kendi idareleri altındaki “sadık” bir hilafetin devam etmesinde bir mahzur görmemişlerdi. Paşa bu örnekten hareketle Türkiye’nin de “sadık” bir hilafetin devamından yana olduğunu ifade ediyordu.

Bundan sonra saltanatın kaldırılmasına dair önergeler görüşülmek üzere Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa), Şer’iye ve Adliye komisyonlarına gönderildi. Üç komisyonun ortak toplantısında, M. Kemal’in Nutuk’taki ifadesiyle “Şer’iye Encümenine mensup hoca efendiler” hilafetle saltanatın ayrılamayacağını savununca tartışmalar uzadı hatta çıkmaza girdi.

 

Bunun üzerine M. Kemal Paşa devreye girerek Türkiye’nin bundan sonraki sürecini ifade eden şu sözleri söyledi: “…Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı (el koymuşlardı); bu tasallutlarını altı asırdan beri idame ettirmişlerdi. Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzuubahis olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir … (Kemal Atatürk, Nutuk, İstanbul, MEB, 1969, C. II, s. 690-691”.

Paşa daha sonra hilafetin saltanattan ayrılabileceğini “ilmi olarak” açıklayan uzun bir konuşma yaptı. Bunun üzerine Ankara mebusu Hoca Mustafa Efendi “Affedersiniz Efendim; biz meseleyi başka nokta-i nazardan mütalâa ediyorduk; izahatınızdan tenevvür ettik.” diyecektir.

Müşterek encümen toplantısında alınan karardan sonra teklif meclise gelecek ve yüzde 17’si din adamlarından oluşan TBMM’deki oylamada “Ben muhalifim!” diyen ses de “Söz yok!” sedalarıyla bastırılarak oybirliğiyle saltanatın kaldırılmasına dair kanun kabul edilecektir.

Adliye Vekili Seyyid Bey

İsmail Şükrü Efendi’nin risalesi 

Abdülmecid’in “saltanatsız halife” seçilmesinden kısa bir süre sonra halifelik tartışması başladı. Bunun bir nedeni de 1923 Ocak ayında Afyon mebusu İsmail Şükrü Bey’in (Şükrü Hoca) “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı bir risale yayınlamasıydı.

1876’da Afyon’da dünyaya gelen İsmail Şükrü Bey, rüşdiye eğitimi sonrasında medresede tahsil görmüş ve 1911’de “müderrislik icazeti” almıştı. Siyasetle de ilgilenen ve TBMM’ye verdiği Tercüme-i Hal Kâğıdı’nda “Abdülhamit’in istibdat rejiminden nefret ettiğini” belirten İsmail Şükrü, İttihat ve Terakki üyesi olup medreselerin ıslahıyla ilgili komisyonda görevlendirilmişti.

İzmir’in işgali üzerine Kuvay-ı Milliye’nin kurulması çalışmalarına katılmış, verdiği vaazlarla halkı Millî Mücadele konusunda aydınlatmıştı. İlk TBMM’ye Afyon mebusu olarak girmiş ve meclisteki faaliyetleri dışında Hacıbayram ve Zincirli camilerinde vaaz vermişti.

Ayrıca İstanbul Hükümeti’nin fetvasına karşı Ankara’nın hazırladığı fetvayı imzalayan ulema arasında yer almıştı. Yunan ilerleyişi üzerine de heyecanlı vaazlarıyla gönüllü kuvvet toplamıştı. Bizzat cephede de görev alan ve birliğine “Çelikalay” adı verilen İsmail Şükrü, soyadı kanunu ile de “Çelikalay” soyadını alacaktır.

Mecliste çok aktif olan İsmail Şükrü, İstiklal Harbi sırasında Ankara’da yayınlanan Sebilürreşad mecmuasında yazılar da yazmıştır. Yazılarında; Kurtuluş Savaşı’nın “cihad” olduğunu, kâfirlerin saldırılarının “nur-ı ilahiyi söndüremeyeceğini”, ulemaya da “cihad” esnasında önemli vazifeler düştüğünü, ulemanın maişet derdi yerine halkı aydınlatmakla uğraşsı gerektiğini vurgulamıştır.

Şükrü Hoca’nın en belirgin özelliği ise Yunan ilerleyişine rağmen ümitsizliğini kaybetmemesidir. Nitekim Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde Yunanlıların Afyon’u ele geçirdikleri sırada yayınladığı yazının başlığı “Zafer müminlerindir.” adını taşımaktaydı. Bu yazılar ve vaazlar, onun Kurtuluş Savaşı’nın manevi kahramanlarından birisi olduğunu göstermektedir.

İsmail Şükrü meclisin üçüncü yasama yılında Şer’iye ve Evkaf Encümeni’nin sözcülüğünü yaptı. 1923 Ocak’ında yayınladığı hilafetle ilgili risale, meclisteki İkinci Grup’un sözcüsü Ali Şükrü Bey’in Ankara’daki matbaasında basılarak meclise dağıtıldı.

Mukaddimede, eserin bazı alimler tarafından şer’i kaynaklara göre hazırlandığı belirtilmekte ve mukaddimenin sonunda onun ismi yer almaktaydı. Her ne kadar bazı yerlerde eseri onun yazmadığı belirtilse de İsmail Şükrü, mecliste yazarın kendisi olduğunu söylemiş, M. Kemal de Nutuk’ta eserin onun tarafından yazıldığını belirtmiştir.

Eserin mukaddimesinde “saltanatsız halifeliğin” İslam şeriatına uygun olmadığı ve halifeyi “Katoliklerin Papa’sı durumuna düşürdüğü” belirtiliyordu. Esas metinde ise öncelikle “bir halife nasbının” ümmet üzerine vacip olduğu, halifenin de dünya işlerinin yürütülmesi, siyasi işler ve dini emirlerin muhafazasında Hz. Peygamber’e halef olduğu ve devlet işleriyle ilgili yetkisi olmayan kişinin halife olamayacağı ifade ediliyordu.

Risalede ayrıca; “imamet-i kübra olan hilafet aynı hükümet” olduğundan hükümete ait bütün işlerin halifeye ait olduğu, haccın güvenliği için tedbir almakla yükümlü olduğu, TBMM’nin de amiri konumundan dolayı “bir emr-i zarûrî-i şer’i” olarak kanunları onaylaması gerektiği vurgulanıyordu.

Mustafa Kemal’e göre “Şükrü Hoca ve rüfekası, meclis halifenin, halife de meclisindir.” diyerek halifeyi devlet başkanı olarak göstermek ve kabul ettirmek hatta, “İslam şümul bir hükümdar yapmak.” istiyorlardı. Bu teşebbüsün arkasında “mürteci bir hizip” vardı ve amaç kaldırılan saltanatı “halifelik” adı altında devam ettirmekti.

Paşa Nutuk’ta da İsmail Şükrü ve benzerlerinin “ahkâm-ı İslamiye” diye sundukları şeylerin “safsata” olduğunu söyleyecek ve şöyle devam edecektir: “Şükrü Hocaların ne kadar manasız, mantıksız ve kabiliyeti icraiyeden mahrum efkâr ve ahkâm savunduklarını anlamamak için cidden, Hoca Efendi gibi (Şükrü Hoca) Allahlık denilen mahlûkattan olmak lâzımdır” (Nutuk, C. II, s. 708-709).

Tahmin edileceği gibi İsmail Şükrü, M. Kemal tarafından tasfiye edilerek II. TBMM’de yer almadı. O da memleketi Afyon’a dönerek emekli olacağı 1930 yılına kadar vaizlik yaptı ve 1950 yılında vefat etti.

İzmit basın toplantısı 

Risale 15 Ocak 1923’te yayınlanmış ve M. Kemal Paşa o sırada bulunduğu Batı Anadolu gezisinde çok sert tepki göstermişti. Ancak bunun Paşa tarafından halifeliğin kaldırılmasına giden süreçte “mükemmel bir gerekçe” olarak kullanıldığı görülmektedir.

Mustafa Kemal’in bu risaleye karşı diğer tepkisi ise İstanbul basınının temsilcileriyle bir araya geldiği İzmit Toplantısıdır. Toplantıya; Vakit, Tevhid-i Efkâr, İleri, Tanin, Akşam ve Yenigün gazetelerinden temsilciler davet edilmişti. 18 Ocak 1923 tarihinde gerçekleşen toplantı altı saat sürmüştür. Paşa bu toplantıda Şükrü Hoca’nın risalesine cevap verdiği gibi hilafetin bir süre sonra kaldırılacağı mesajını da vermiştir.

Şükrü Hoca’nın risalesine cevap olarak ayrıca “Hilâfet ve Hâkimiyet-i Milliye”  bir risale yayınlandı. Bu risalede Ziya Gökalp, Falih Rıfkı, Celal Nuri, Ahmet Emin, Hoca Rasih Efendi, Ağaoğlu Ahmet ve Yunus Nadi gibi yazarların kaleme aldığı otuz makale yer almaktaydı. Risalede F.C. mahlasıyla yayınlanan ve “Hoca Şükrü Efendi’ye cevap” adını taşıyan makalede Şükrü Hoca’nın risalesine cevap verilmiştir.

Ziya Gökalp buradaki makalesinde“… mutlaka İslam ümmetinin başında, halife namında bir şahsın bulunması lazımdır. Fakat bu yüksek makamı her Müslüman millet kendi içinden bir şahsiyet seçerek yerine getirebilir” diyordu.

İsmail Şükrü’ye cevap vermek için ayrıca üç mebus (Rasih, İlyas Sami ve Halil Hulki) “Hakimiyet-i Milliye ve Hilafet-i İslamiye” adlı bir risale yazmış ve 1 Kasım kararının İslamiyete ters düşmediği savunulmuştu. Ayrıca Seyyid Bey’e ait olduğu düşünülen “Hilafet ve Hakimiyet-i Milliye” adlı bir risale de basılmıştı.

Şükrü Hoca’nın risalesine diğer tepki ise TBMM tarafından hakkında soruşturma açılması oldu. İsmail Şükrü Efendi buna çok sert tepki göstermiş ve hakimiyet-i milliye için birçok fedakârlık yapmasına rağmen basında yer alan haberler dolayısıyla hakkında soruşturma açılmasının “namus ve haysiyetiyle oynanmak” olduğunu ifade etmiştir.

Şükrü Hoca hakkında; yayınladığı risalenin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk dokuz maddesine aykırı olması, Matbaalar Kanunu ve Matbuat Kanunu’na muhalefet suçlarından soruşturma açılması ve bunun için de dokunulmazlığının kaldırılması teklif edilmişti. Tezkerenin görüşülmesi sırasında söz alan Ali Şükrü Bey, Şükrü Hoca’nın bir cinayet işlemediğini sadece fikrini beyan ettiğini söylemişti. Sonrasında ise dokunulmazlığı kaldırılmamış ve cezai bir işlem yapılmamıştır.

Adliye Vekili Seyyid Bey 

Mustafa Kemal Paşa’nın bundan sonraki hamlesi 1 Nisan 1923’te TBMM’nin seçim kararı almasını sağlamak oldu. Hazırlanan listeye İkinci Grup mensupları ve diğer muhalifler alınmadı. Böylece tarihçiler tarafından “dikensiz gül bahçesi” denilen II. Meclis açıldı.

İşte Lozan Barış Antlaşması’nın onaylayan ve cumhuriyeti ilan eden meclis, bu meclisti. Artık M. Kemal Paşa, cumhurbaşkanı seçilmiş ve “halifenin konumu” tartışılmaya başlanmıştı. 3 Mart 1924’te de hilafeti kaldıran 431 sayılı kanun kabul edildi. Böylece yüzlerce yıllık hilafet kurumu tarihe karıştı.

Halifeliğin kaldırıldığı meclis oturumuna damgasını vuran ise Seyyid Bey’in konuşması oldu. Halifeliğin kaldırılmasını savunan Seyyid Bey, İzmir doğumlu olup Müezzinzadeler adlı bir aileye mensuptu. İyi bir medrese eğitimi alan Seyyid Bey, Mekteb-i Hukuk’u bitirmiş ve “usul-ü fıkıh müderrisi” olarak Darülfünun’da görev yapmıştı.

1908, 1912 ve 1914’te İzmir’den mebus seçilen Seyyid Bey, İttihat ve Terakki’nin yönetici kadrosu içinde yer alıyordu. 1923 seçimlerinden sonra Adliye Vekilliği görevine getirildi. Seyyid Bey’in görüşleri, İslamcılık içinde modern bir bakış açısını yansıtıyordu. Ona göre mezhep taassubundan kaçınılmalı ve “ictihad kapısı açılmalıydı”.

Seyyid Bey Adliye Vekili olarak yaptığı konuşmada; halifeliğin kaldırılmasının şer’i dayanaklarını tarihi ve fıkhî yönden izah etmiştir. Ona göre; hilafet dini bir kurum olmayıp dünyevi bir meseledir ve halifelikle ilgili “açık bir” bir ayet ya da hadis yoktur. Hilafet “hükümet etmek” anlamında kullanıldığından zamanın şartlarına bağlıdır. Zaten Peygamberimiz de vefatından önce halifelikle ilgili bir şey söylememiştir.

Seyyid Bey, hakiki hilafetin gerekli şartlara sahip, milletin onayını almış, seçim ve biata dayanan hilafet olduğunu belirterek “hilafet benden sonra otuz senedir” hadisindeki hilafetin böyle bir halifelik olduğunu vurgular. Ona göre Emeviler ve Abbasiler hilafeti zorla ele geçirdiklerinden “halife” sayılmazlar.

Konuşmasının devamında şartları taşıyan biri olmadığında halife seçmenin şart olmadığı görüşünü öne çıkararak halifenin Dört Halife devrindeki gibi olması gerektiğini, bu artık “çağımızda” mümkün olamayacağına göre halife aramak yerine “adil bir hükümet” gerektiğini ilave eder. Seyyid Bey bu görüşlerini daha önce yayınladığı bir risalede de ifade etmiştir.

Ona göre İslam dünyasında şimdiye kadar böyle bir inkılap meydana gelmemiş olup sadece İslam dünyasında değil yeryüzündeki inkılapların en büyüğü halifeliğin kaldırılmasıdır.

Diğer faktörler de dikkate alındığında Seyyid Bey yaptığı konuşmayla halifeliğin kaldırılmasında milletvekillerini “rahatlatıcı ve kararlarını pekiştirici” bir rol oynamıştır. Zaten “dikensiz bir gül bahçesi” olan meclisten aleyhte bir karar çıkması mümkün değildir.

Seyyid Bey bu katkısına rağmen üç gün sonra yani 6 Mart 1924’te yeni oluşturulan İsmet Paşa kabinesinde görev verilmeyerek tasfiye edildi. Tasfiye nedeninin medeni kanun hazırlıklarındaki farklı görüşlerinden kaynaklandığı ifade edilmektedir.

O da İstanbul’a dönerek müderrislik görevine devam etti. Bir yıl sonra da İstanbul’da vefat etti ve Sultan Mahmut Türbesi’ne defnedildi. Ancak bir dönemin meşhur siması Seyyid Bey’in bugün mezarı belli değildir.

Sonuçta Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasına giden süreçte çok farklı tartışmalar yapılmış ve hilafet kurumu tarihe karışmıştır. Buna rağmen hilafetle ilgili farklı yaklaşımlar günümüze kadar devam etmiş olup bu tartışmaların bundan sonra da süreceği anlaşılmaktadır.

Kaynaklar: Sarısaman, S. , Çakmak, B. (2024), “Tabanoğlu Hoca İsmail Şükrü Efendi”, Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları, S. 20, s. 95-122; Atatürk, K. (1969), Nutuk, İstanbul, MEB, 1969, C. II; Erdem, S. (2009), “Seyyid Bey”, DİA, C. 37, s. 54-56; (1999), “Seyyid Bey: Hayatı ve Eserleri”, Seyyid Bey Sempozyumu, İzmir, İzmir İlahiyat Fakültesi Yayınları, s. 11-41; Şeker, M. (2006), “İzmirli Seyid Bey ve Hilafetin Kaldırılmasına Katkıları”, Tarih Yazıları,  İstanbul, IQ Yayıncılık, s. 463-473.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Türkleri dünyadan koparmak istediler. Halifelik ise müslümanlarla diyalog demekti. Halbuki amaç Türkleri kimliksizleştirmek, felçli hareket edemez bir kimlik kazandırmak. Derme çatma ilkeler falan ile, ulusalcılık ile Türkleri kendi coğrafyalarında boğmak amaçları. Kimse kimse ile irtibata geçemesin, herkes birbirine şüpheyle baksın. Türk kafasını gömsün, kafasını kaldırmasın. Dünyadan kopartıp batının dibine sığıntı gibi soktular. Sözde batılılaşacaktık. Ama ne batılılaştık, ne Türkleştik. Sadece ne mutlu Türküm diyerek mutlu olduk. Ama bu sözün ne kadar içi boş olduğunu kavrayamayacak kadar felçliydik. Batının dibinde bizi yıllarca tuttular. Bir nevi köpek gibi Batı sınırında bekledik. Madem batılılaşacaktık, Hilafeti de kaldırdık, niye olmadı? Çünkü Türklere hiçbir şeyi layık görmüyorlar. Türkler ne batılılaşacak ne Hilafet olacak. Öyle oturacaklar. Yıllarca oturduk, debelendik. Hilkat garibesine döndük. Biz neydik, Batı mı Halife mi Türkmü? Biz kavga ederken onlar 100 sene sadece kapıda beklettiler. Ne zaman avrupa kapısı gerçekleşecek gibi oldu, hemen apar topar kemalizmi, batılılaşmayı yani atatürkü sonlandırdırdılar. Bu sefer İrana bağladılar istihbarat üzerinden. Başına da Atatütk yerine Hakan Fidanı getirdiler. Yine kimlik yok. Sadece antiemperyalizm var. Yani bir şeyin antisi ile sanki bir kimlik kazanmış oluyorsun. Aynısı antiirtica ile Kemalistler sanki kimlik kazanmış gibi oldular ama farkında değiller ki kimliksizler. Birinde baş örtüsü yasaktı diğerinde serbest. Türk yine ortaasyaya sıçrayamıyor. Muhaberat rejimin görevi Türkü sıkı sıkı takip etmektir. Kemalizmde bir kimliğe sokmaya çalışıyorlardı, muhaberatta açık havada serbestçe gezebileceksin ama camindeki hocana kadar her herherde takip edileceksin.

  2. HE de, CUMHURİYET ve DEMOKRASİ dedi, İZMİR den. Tıpkı SEYYİD BEY de kitabın ortasından demişki:

    Seyyid Bey Adliye Vekili olarak yaptığı konuşmada; halifeliğin kaldırılmasının şer’i dayanaklarını tarihi ve fıkhî yönden izah etmiştir. Ona göre; hilafet dini bir kurum olmayıp dünyevi bir meseledir ve halifelikle ilgili “açık bir” bir ayet ya da hadis yoktur. Hilafet “hükümet etmek” anlamında kullanıldığından zamanın şartlarına bağlıdır. Zaten Peygamberimiz de vefatından önce halifelikle ilgili bir şey söylememiştir.

    Seyyid Bey, hakiki hilafetin gerekli şartlara sahip, milletin onayını almış, seçim ve biata dayanan hilafet olduğunu belirterek “hilafet benden sonra otuz senedir” hadisindeki hilafetin böyle bir halifelik olduğunu vurgular. Ona göre Emeviler ve Abbasiler hilafeti zorla ele geçirdiklerinden “halife” sayılmazlar.

  3. Atatürke göre Türkler saltanatın üzerlerine çöktüğünü 600 yıl boyunca anlamıyor, ne zaman ortada devlet kalmayınca birden bire aydınlanma yaşıyorlar. Demek yunanistan saltanatın kaldırılmasından sorumludur. garip şekilde işgale kalkıyor, niye dünya savaşında savaşmadı? sonra kaybediyor ve saltanat değişiveriyor. yunanistan kime hizmet ediyor? istanbula mı ankaraya mı? yunanlılar nasıl geri çekildi?gemilerle mi? yunanda olan gemi osmanlıda yoktu. peşlerinden niye gidilmedi? adam senin bütün ülkeni işgal ediyor sen onu affediyorsun. hayırdır bu dostluk nereden geliyor. şöyle adalar, batı trakyaya girebilirdik. görünmeyen sınırlar mı var? normalde bir tğrk olsa ilerler değilmi? niye o topraklar yunana bırakılıyor? savaşı biz mi kaybettik. yunanistan oyuncağından sonra saltanat, halifelik çerez oldu. yunanı böyle çerez niyetine yemediler. denize dökmüşler hikaye bu kadar. kopuk kopuk bir savaş sahnesi anlatılıyor. bir tane de soru soran yok. yunanı niye imha etmediniz. arada deniz vardı. kaçamazlardı. haa yüzerek egeyi geçtiler. köpek balığına yakalanmayanlar yunanistanı batı trakya dahil oturduğu yerden kurdu. türkler ne yaptı, yunanistan ile 40 yıllık dost oldu. başka; içeriyide kurcaladı da kurcaladı. yunana olan ‘öfke’ sanki muhaliflere darağacı olarak yansıdı. vahdettini utanmadan kaçtı dediler. adamın posasını çıkarmışsın, sonra gidincede aha kaçıyor diye şerefsizlik yapılıyor. hikaye tam değil. yunan sınırı ile hilafet arasında açıklanması gereken çok güçlü bağlar olmalı. düşman dost oluyor muhalif türk ise sanki yunan oluyor. çok ilginç senaryolar yatıyor bu yunan hikayesinde. öyle kolayca kurtulacaklarını sanıyorlar denize döktük diyerek. yüzme bilmeyen yunanlıları ne yaptınız? cevap yok. böyle ilginç sorular kimse sormaz sanıyorlar. yunan kaçarken doğu trakya üzerinden yunana elini kolunu sallayarak girersin. orası da türk olum. türkü bile kurtarmaya gitmiyorlar, yunanın insafına bırakıyorlar. sana dost olduğu gibi yunan batı trakya türküne de dost olmuş mu? yine boş sorular. kokteylde içki içip eğlenmeye benzemiyor bu olup bitenler. neymiş denize dökmüşler. sizin yapacağınız savaşı başka liderlere bir soralım, böyle mi oluyormuş. ama dost olunca ve herşey önceden planlanınca böyle oluyor. yunanistan saltanat ve hilafeti kaçarken yanında götürmüştür. farklı bir kurtuluş savaşı senaryosuda olabilirdi. bulgar işgal ederdi. onları ingilizlerin yoğun top yardımıyla yenerdik. sınırlarına dokunmak yerine türkler saltanat ve hilafeti yok etmeye yönelirdi. 600 yılda anlaşılmayan bulgarları yenince anlaşılacaktı birden. bulgar lider sıkı dost olurdu, ona dokunulmadığı için. türkiyede hilafet ve saltanatın kaldırılmasını anlarım ama bu sadece atatürkü güçlendirince anlamlı oluyor. atatürke yaramayacak hilafetin kaldırılmasının hiç bir anlamı yok. itirazım adam bu yetkileri kendine almak için uğraşıyor. hem de saplantılı bir şekilde. o yüzden kendi istediği gibi olması için çaba sarfetti. sonunda garip toplama, bütünlük olmayan, mantık hataları ile dolu kemalist kimlik inşa etti. şimdi bu sürülerin şu dönemde değerlerine ne kadar sahip çıktığını düşünün. hala asker kızacak gelecek bizi kurtaracak beklentisi dışında kemalist kimliğin ortaya koyduğu icraat yok. çünkü böyle bir kimlik hiç yoktu. tek yaptıkları tarikatlara sövmek, o kadar. iyi sövüyorlar ama değer üretmiyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin