İslam düşüncesinde nedensellik; sebeplere tapmak! (1)

YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM

Zamanın değişmesiyle birlikte İslâmî ilimlere dair bir kısım konular da güncelliğini kaybetmiştir. Geçmiş asırlarda üzerinde uzun uzadıya mütalaalarda bulunulmuş, ulema arasında hararetli tartışmalara yol açmış öyle konular vardır ki bunların günümüz insanı açısından büyük oranda güncelliği kalmamıştır. Mesela kelam ilmi açısından, Kur’ân’ın mahluk olup olmaması, cevher-araz tartışmaları, ilâhî isimlerin Cenab-ı Hakk’ın Zatının aynı olup olmaması gibi konular bu cümledendir. Buna karşılık bazı konular da vardır ki geçmişten bugüne güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, hatta önemi daha da artmıştır. İşte nedensellik ilkesi (illiyet, sebeplilik, determinizm, kozalite) bunun en güzel örneklerinden biridir ve bu konu daha uzun yıllar insanlığı meşgul edecek gibi görünmektedir.

Nedenlere ve nedensellik ilkesine yönelik ilk defa presokratik filozoflar tarafından ileri sürülen ve Aristo ile daha da önem kazanan görüşler, İslâm uleması tarafından çok daha geniş ve sistematik olarak ele alınmıştır. Başta kelamcılar olmak üzere, İslâm filozoflarının ve bir kısım sûfilerin konu etrafında yaptıkları tartışmalar, ortaya koydukları analiz ve sentezler, günümüze kadar etkisini devam ettirmiştir. İslâm düşünce geleneğinde konu etrafında zengin tartışmalar yapılmış ve birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmış olsa da genel hatlarıyla kelamcıların görüşlerini İmam Gazzalî’nin, İslam felsefecilerinin görüşlerini İbn Sina ve İbn Rüşd’ün, tasavvufçuların (özellikle vahdet-i vücut geleneğinin) görüşlerini de İbn Arabi’nin eserlerinden takip etmek mümkündür.

Nedensellik konusu, İslâm uleması tarafından dile getirilen görüş ve yorumlar ölçüsünde detaylı ve derinlikli olmasa da Batılı düşünür ve filozofları da ciddi meşgul etmiştir. Özellikle John Lock, David Hume, Emile Boutroux, Nicholas D’autrecourt, Berkeley, Malebranche ve Kant gibi filozofların nedensellik ilkesine yönelik eleştirileri ve cebri determinizme aykırı görüşleri konu etrafında ortaya çıkacak hararetli tartışmaların fitilini ateşlemiştir. Nedenselliğin doğasına yönelik din ve felsefe tarafından yürütülen metafizik içerikli tartışmalar hâlâ aktüalitesini korusa da günümüzde bu konunun daha çok maddî ve mekanik yönüyle bilim adamları, özellikle de fizikçiler tarafından ele alındığını da belirtmek gerekir.

Din açısından nedensellik niye önemlidir?

Peki, konunun ilâhiyatçılar olarak bize bakan, yani dini ilgilendiren yönü neresidir? Günümüzde din etrafında yürütülen tartışmaların neredeyse tamamının bu konuyla alakası olduğunu söylesek herhalde abartmış olmayız. Konu öncelikle varlık ve oluşun mahiyetiyle, yaratmayla, Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarıyla, Allah’ın varlık üzerindeki tasarruf ve tecellileriyle doğrudan alakalıdır. Deizm düşüncesi de varlık ve oluşun mahiyetine, bunların Allah’la münasebetine dair getirilen izahlara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde sebeplerin yaratıcısının Allah olduğunu dile getirmek bir yönüyle “kötülükleri” de O’na atfetme anlamına gelebileceği için, konunun kötülük sorunuyla da (teodise) doğrudan alakası vardır.

Nedensellik konusu, sadece kâinatta cari olan olaylar arasında düşünülmediği, insan iradesi ile bu irade neticesinde ortaya çıkan fiillerin mahiyetini de kapsadığı için, bu konu doğrudan insan özgürlüğünü de ilgilendirir. İnsanın ne kadar özgür olup olmadığını, onun eylemde bulunabilme kapasitesini konuşmaya başladığımızda ise aynı zamanda ahlâkın da alanına girmiş oluruz. Zira insanın, ortaya koyduğu eylemlerden sorumlu tutulabilmesi için ona seçim hürriyetinin tanınması gerekir. Bu açıdan determinizm ve nedensellik ilkesini özgür irade sorunu açısından ele alan çok sayıda çalışma yapılmıştır.

Özellikle günümüzde din-bilim ilişkisi tartışmalarının tam merkezinde nedensellik problemi vardır. Zira bilim yapmayı mümkün kılan şey, kâinatta cari olan sebep-sonuç münasebetleridir, günümüzde tabiat yasası denilen düzenliliklerdir. Aynı koşullarda aynı sebeplerin aynı sonuçları doğuracağı beklentisidir ki bilim adamları için öngörüde bulunabilmeyi, bilimsel teoriler geliştirebilmeyi, icatlar yapabilmeyi mümkün kılar. Mesela tıp alanında hastalıkların sebepleri bulunduğunda bunlara yönelik ilaçlar geliştirilir. Dolayısıyla genel itibarıyla modern bilim adamları, sebepler de dahil her şeyin Allah tarafından yaratıldığına, sebep ve sonuçlar arasında zorunlu bir ilişkinin bulunmadığına yönelik izahları sorunlu bulur, bu tür bakış açısının bilimsel düşünceye aykırı olduğunu öne sürerler.

İslâm ulemasının nedensellik konusunu ele alırken onunla ilişkilendirdikleri en temel konulardan biri de mucizelerdir. Zira koyu determinist bir evren tasavvurunda mucizelere yer kalmaz. Bunların yanı sıra nedensellik konusunu izah şeklimiz; âlemin kıdemi, kader, dua, tevekkül, hüsün-kubuh gibi konulara bakışımızı ve tarih algımızı da etkileyecektir. Kısacası, bu konu, Allah telakkisiyle, bir bütün olarak varlık tasavvuruyla, insan-varlık-Allah ilişkisiyle alakalıdır.

Bütün bu izahlar bazılarına fazla teorik gelebilir. O yüzden meseleyi biraz daha müşahhas hâle getirebilir ve İslâm âlimlerinin bu konu etrafında şu gibi sorulara cevap bulmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz: Koskoca bir varlık âlemi nasıl ortaya çıkmıştır? Aynı cins atomlardan (cevherlerden) farklı cisimler nasıl oluşmuştur? Tabiatta meydana gelen olaylarda Allah’ın rolü nedir? Tabiatta gözlemlenen düzen, varlığını neye borçludur? Kozmik evrendeki neden-sonuç ilişkileri zihinsel bir kabul müdür (epistemolojik midir), yoksa varlıkların doğasından mı kaynaklanmaktadır (ontolojik midir)? Mucizeler nasıl ortaya çıkmıştır? İnsan kendi fiillerinin yaratıcısı mıdır? Küllî irade ile cüzî iradenin ilişkisi nedir?

Bir Şirk Çeşidi Olarak Esbabperestlik

Nedensellik konusunu bir mü’min açısından daha da önemli hâle getiren nokta ise onun tevhid ve şirkle olan yakın ilişkisidir. Zira sebeplere bakışta dengeyi koruyamayan bir insan esbabperest olabilir. Esbabperest, sebeplere tapan demektir. Putperest dediğimizde putlara tapan kimseleri kastederiz. Puta tapmanın ise çok farklı şekilleri vardır. Putlara ulûhiyet ve rububiyet atfetme, tazim ü tekrimde bulunma, dilek ve istekleri onlara arz etme, onlar için sunaklar sunma, kurbanlar kesme, ziyafetler verme, özel ziyaretler gerçekleştirme, onları tavaf etme gibi davranışların her biri puta tapıcılıktır, yani şirktir.

Esbabperestlik (sebeplere tapmak) denildiğinde de onlara bir nevi rububiyet atfetme, Allah’ı bırakıp onları dayanılıp güvenilecek bir merci görme, onların, sonuçlar üzerinde etki ve tesir gücü olduğunu düşünme, yani onlara bir nevi yaratıcılık atfetme gibi manalar anlaşılır. Oysaki Bediüzzaman’ın ifadesiyle İslâmiyet, tevhid-i hakikî dini olduğu için her türlü vasıta ve sebebi reddederek hâlis bir ubudiyet tesis eder. (Bediüzzaman, Mektubât, s. 491) Tabiatı icat eden ve sebepleri yaratan bir Kadîr-i Mutlak vardır. Onun ne ihtiyacı vardır ki aciz vesileleri rububiyetine ve icadına ortak kılsın. (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 232)

Dolayısıyla bir mü’minin tevhid inancını koruyabilmesi, yani Cenab-ı Hakk’ın mutlak ve aşkın birliğine inanması, sebepler perdesini yırtarak veya aşarak onların arkasında icraatta bulunan kudret elini görebilmesine; bu da varlık ve olaylara mana-yı ismiyle, yani bizzat kendileri hesabına değil, mana-yı harfiyle, yani Allah hesabına bakabilmesine; bu da aklını kullanmasına, varlık üzerinde tefekkürde bulunmasına bağlıdır.

Sebepler dünyasında yaşayan insanlar genelde zahire aldanırlar, gördüklerine inanırlar, duyularına güvenirler. Meyveyi gördüğünde ağacı hatırlar, bala bakınca arıyı düşünür, sütün kaynağı olarak hayvanı görür. Yağmurun yağmasını, bulutların oluşmasını, yaprağın düşmesini hep zahiri sebeplerle izaha kalkışır. Baş döndürücü güzellikleri, hikmetli neticeleri, düzenli işleyişleri, ahenkli birliktelikleri, güçlü münasebetleri bir kısım yasalara bağladığında izah ettiğini zanneder; özellikle de pozitivizm ve natüralizm etkisinde kalan günümüzün modern insanı. Dolayısıyla tabiata yüzünü çevirip baktığında, ondaki oluş ve bozuluşların, değişim ve dönüşümlerin tıpkı bir fabrika veya saat gibi belli bir mekanizmaya bağlı olarak, muayyen sebep-sonuç döngüleri içinde kendi kendine işlediğini zanneder.

Niye hayret ve hayranlık duygularını kaybettik?

Varlığa böyle bakan bir insanın Allah’a şükür duygularıyla dolması mümkün müdür? Acıkmasını da doymasını da, hastalanmasını da şifa bulmasını da, hüznünü de sevincini de, ihtiyarlamasını da ölmesini de belli sebeplere bağlayan bir insan niye Allah’a hamd ü senada bulunsun ki! Yediği, içtiği, giydiği, kullandığı, sahip olduğu şeyler belli sebeplere müracaat etmesi neticesinde onların eliyle kendisine ulaşıyor, takdim ediliyorsa niye Allah’a minnet duygularıyla dolsun ki!

Kâinatta dönen dolapların, işleyen çarkların Allah’ın yaratma ve icadıyla meydana geldiğini göremeyen bir insanda hayret ve hayranlık duygusu oluşur mu? Albert Einstein’a atfedilen şöyle bir söz var: “Hayatınızı yaşamanın yalnızca iki yolu vardır: Sanki hiçbir şey mucize değilmiş gibi veya sanki her şey mucizeymiş gibi.”

Varlığı ve olayları sebeplere bağlayan ve alışkanlıklarının kurbanı olan bir kimse için ne yazık ki her şey sıradanlaşıyor, normalleşiyor. Kocaman bir ağacın sebebi olarak çekirdeği, mükemmel bir canlının sebebi olarak sperm ve yumurtayı, yağan yağmurun sebebi olarak atmosferik olayları gören bir kimse söz konusu basit sebeplere bakarak bu kompleks olayları anladığını ve açıkladığını sanıyor, gözü önündeki baş döndürücü mucizeleri sıradanlaştırıyor.

Daha da ötesi, zahiri sebepleri hakiki müessir zanneden biri, Allah’a dua etme ihtiyacı hisseder mi? Dua etse bile yaptığı duaların kabul olacağına ne kadar inanır? Şayet insanın başına gelen olaylar zorunlu bir nedensellik ilkesi çerçevesinde meydana geliyorsa dua etmenin bir anlamı kalır mı?

Bütün bunlardan sonra şunu çok rahatlıkla ifade edebiliriz: Günümüzün en büyük şirk unsuru sebepler olduğu gibi, bugünün insanının en büyük imtihanı da sebeplerledir. Sebepler natüralist ilim anlayışının da etkisiyle öyle kalın bir perde, hatta aşılmaz birer duvar hâline gelmiş ki çokları onlara takılıp kalıyor ve ötesine geçemiyor. Enfüsî ve âfâkî âlemde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarını keşfedemiyor. Her gün şahit olduğu binlerce mucize karşısında meraka kapılmıyor, hayret yaşamıyor, kendinden geçmiyor, bunları evirip çeviren ilâhî irade ve kudret karşısında takdir hislerini ortaya koymuyor, koyamıyor.

Bu genel girişten sonra gelecek yazılarda konunun detaylarına inmeye çalışacak ve bir sonraki yazıda neden ve nedensellik kavramlarını ele alacağız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Onemli (hatta en onemli) bir mevzuya degindiginiz icin tebrik ediyorum. Malesef cogumuz Allah cc’ e tevhidi bir imanla iman edemiyoruz; belki varligini inkar etmiyoruz. Rububiyetine ait bir cok seyi, suna buna atfedip bir bakima cahiliye devrindekinden daha sinsi bir putperestlik icine giriyoruz. Malumunuzdur ki, cahiliye donemi insanlari da Allah’a inaniyordu. Hatta Efendimiz (sas)’in babasinin adi Abdullah idi. Ama degisik mulahazalarla, Allah cc yi ‘Gokteki’ seklinde konumlandirip, ‘sifa’, ‘baris’, ‘bereket’ vs islerini goren araci ve kendilerine muhatap kildiklari tanrilar icad ediyorlardi.

    Sifayi ‘ilac’ ta ya da ‘doktor’ da, rizkini ‘patron’da, basarisini ‘tirnaklariyla kazimakta’ vs goren, akli gozune inmis gunumuz insaninin durumu cok daha vahim, zira ‘bilim’ adi altinda bu anlayis pomplaniyor ve medyatik destek buluyor. Kendisi iyi bir inanir olmasa da Richard Feynman’in bir sozu var “There is a difference between knowing something and knowing the name of something. Most people know the name of something.” Yani bize ilahi gucleri varmis gibi lanse edilen kurallar, teoremler vs sadece hadiselerin isimleridir, hakikati degil. Bir seyin ismini bilmek, onu anlamak veya onun yaratilisini kontrol etmek anlamina gelmiyor. Bir seyin olmasi icin gereken minimum ilim, irade, kudret ve hikmet hicbir maddi kuralda, sebepte veya yaratikta yoktur. Yoksa en ufak zerrelerin dahi ilah seviyesinde olmasi ve kendi aralarinda hic tenakuza dusmeden olan seyleri yaratmalari ve askeri bi intizam icerisinde hareet edip, disardan bakildiginda ‘bilimsel bir duzen’ sergilemeleri gerekir.

    • Richard Feynman’ın dediğinin bir benzerini Bediüzzaman Hazretleri de kendine has üslubuyla şöyle ifade eder: “Bazen gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.” Evet, kainattaki bir varlığa, olaya, veya sürece bilimsel bir ad vermek onun hakikat ve mahiyetinin anlaşıldığı anlamına gelmiyor.

  2. Bizi yikan en büyük sebeplerin basinda esbabperestlik gelir. Para konusuna bu kadar asilmamiz, bizi koruyacagini düsündügümüz insanlara bu kadar yanasmamiz, bizi emniyette tutacak diyerek delicesine kadrolasmamiz, halka tutunmak icin sürekli tribünlere oynamamiz, göz boyamak icin habire binalara yatirim yapmamiz, siyasilerle düsüp kalkmamiz.. Bunlarin hepsi sebebperestliktendi, Allah´a yaslanmamaktandi.
    Peki aklimiz basimiza geldi mi? Pek öyle görünmüyor.
    Viraji alamadik ve ucuruma yuvarlandik, simdi üstümüz basimiz pare pare ucurumu geri tirmanmaya calisiyoruz ve hala sebeplere abaniyoruz. Bu sekilde anayola cikmamiz mümkün görünmüyor. Biri bizi alip yukari cikarsa da faydasi yok. Düsünce tarzimizi degistirmeden ve akilsiz basin cezasini ayak cekmeden bu isler düzelmez.

  3. Değerli Hocam,

    Bir katkı da bulunmak istiyorum. Aslında olayın düzlemi değişti son 20 yılda. Determinizm biliyorsunuz, bilimin en temel ilkelerinden. Hatta en temel ilkesi.

    Klasik fizik için geçerli olan bu ilke, kuantum fiziğinde geçersizdir.

    Evet, yanlış duymadınız, yani bilimsel olarak, kuantum fiziğinde determinizm yoktur.

    Sebep -Sonuç ilişkisi yoktur.

    Belirlilik ilkesi, kesinlik ilkesi de çöker Atom altı dünyada.

    Bizim sağduyu dediğimiz şey, olayları anlamak için esas mihenk yaptığımız şey aslında bizim boyutlarızda geçerlidir.

    Sağduyu atom altı dünyada geçersizdir. Mantık, sağduyu çöküyor kuantum dünyasında.

    Hatta kanun olasılıklar. Allah evreni, kesinlik, determinizm üzerine yaratmamış dersek doğru bile olabilir şu an için.

    Cenabı Hak, olasılıklar üzerinden maddeyi yarattı.

    Açayım.

    İLgisi olan, kuantum fiziğindeki, süper pozisyon, kavramına bakabilir.

    Çift yarık deneyine de.

    Bunu bulan Nobeli kesin alır deniyor. Evrenin en büyük sırlarından ibri çözülecek çünkü.

    İki ayrı evren, iki ayrı kanun.

    Allah birbirine münafi, zıt iki kanun sistemi, yaratabilir mi?

    Kuantum evreni kuralları ile klasik evren kuralları aynı.

    Aynı anda her yerde atomlar. Bastı zaman, tayyi mekan, kuantum fiziğinin özü. kuralı.

    İnanmayabilir, şaşırabilirsiniz, ama şu ki, bugün biz varsak, aynı anda olması gereken tüm yerlerde olan atomlar yüzünden varız.

    Aynı anda birden fazla yerde olabilir mi atomlar.

    Olmazsa olmayız.

    Tersi bu. Olmazsa olmayız.

    Determinizm, Tanrı tanımaz dünyanın en iyi silahı gibiydi. Akılcılık, Rasyonalite, hep oradan türeyip, görmediği şeylere inanan bizleri küçümsüyorlardı.

    Ama şimdi, süt dökmüş kedi gibiler.

    Dünyanın en meşhur, en ünlü kuantum fizikçilerini dinleyin, Hocaefendiyi dinliyor gibi olursunuz.

    O kadar tefükkür kapınızı açarlar.

    Muhteşem, akıl almaz, muazzam sözleri arasında atom altındaki bu dünyayı onlardan duyarsınız.

    Sizi, beni, onu bunu, taşı toprağı, maddi tüm dünyayı, yani Baryonik dünya deniyor buna, evrenin yüzde 4.5 i olan bu dünyayı oluşturan şey atom ise,

    Atomun altında da yüksüz, nötrinolar, pozitronlar vb bir sürü alt parçacık var. Onlarında altıda sicimler.

    Birer teori noktasında olsa da, güçlü alan teorileri üzerine kuruluyuz biz.

    Evet elektromanyetik alan bir çeşit.

    Ve bilinç.

    Bilincimizle herşeyi değiştiriyoruz.

    Bilinçli bakışımızla.

    Şu an bu satırları yaslarken arkama bakmıyorum ama duvar var dersem yanlış. Kuantum fiziğine göre, arkamda hem duvar var hem yok.

    Buna kesinlikle itimat edin bu cümleye.

    Arkamda duvar var kesin diyenler bilimsel konuşmamış olur.

    Hayır asla, arkanı dönersen, bir bilinç ile bakarsan, arkanda duvar olduğunu anlarsın.

    Klasik fiziğin son temsilcisi Einstein di.

    Onun en büyük savunması ise şuydu. Tanrı simetrik izler bırakır.

    Oysa Cenabı Hak hem simetrik, hem de simetrik olmayan şekilde evrende yaratımlarda bulunuyordu.

    Determinizm , bizim evrenimizde geçerli, bir kural.
    Makro evrende.

    Mikro evrende geçerli değil.

    Ve mikro evren üzerine inşa edildi herşey.

    Elektromanyetik sinyallerden oluşuyoruz bir tür.

    Bir tür dalga fonksiyonuyuz . Ama nasıl fonksiyon çok tartışmalı.

    Çünkü, bilinç ile fonksiyonu değiştiriyoruz.

    Bilinç ile bakıldığında klasik fiziğin, bilinç ile hiç bakılmadığında gözlemlenmediğinde ise kuantum fiziğinin olasılıklarının geçerli olduğu bir gerçeklikte

    artık Determinizmi kullanarak inananları küçümseme dönemi bitmiştir. 20 yıldır bitti.

    Artık yok bu dünyada.

    Elektomanyetik alanlardan oluştuk, madde dünyası olarak.

    Bir bilgisayar ekranı nasıl ise, şu an içinde yaşadığımız evren de aslında farklı değil.

    Televizyonu izlerken gördüğünüz şeyler 2 boyutlu , holografik görüntüler 3 boyutlu, bizim yaşamımız 4 boyutlu. Ama mantık aynı.

    Elektromanyetik alanlarız.

    100 km çapında, 100 yüksekliğinde bir dev ekran düşünün . İçinde ne kadar çok şey olursa olsun izlenecek, hangi proramlar oynatılırsa oynatılsın etrafında, fişini çekince hepsi aniden kapanır.

    Evrende bu yönüyle bir fiş çekme gibi, aniden yok olabilir.

    Bu bilimsel olarak mümkün artık.

    Eline kemikleri alıp toz edip, Ey Muhammed, ne yani senin Tanrın bu kurumuş kemikleri mi tekrar eski haleni getirecek diyenlere,

    Einstein 100 yıl önce cevabı verdi.

    Hız ile zaman arasındaki ters orantı, hızlandıkça zamanın yavaşlaması,

    kütle çekimi ile zaman arasındaki ters orantı, kütle çekimi arttıkça, zamanın yavaşlaması..

    Gelsinlerde Determinizmle anlatsınlar.

    Bir simülasyonun içindeyiz adeta. tv ekranı ne ise, aslında farklı değil.

    Maddi Evren çok farklı bir boyutta ama özüde bir çeşit dalgalardan oluşmuş, bir çeşit yoğunlaşarak oluşmuş alan. Soğuyarak.

    Karanlık madde, karanlık enerji, anti madde, bu sözleri söyleyip geçmek kolay.

    Bunlar ne. Determinizm neresinde bunların.

    Determinizm 20. yy da kaldı.

    Simülasyonun içindeyiz adeta. en küçük parçası, bilinen enerji parçaları olan, onlar da aynı anda her yerde olan, olaşsılıklar üzerine inşa edilmiş bir maddi dünya.

    WİNDOWS bilgisayarlarda Tanrı modu diye bir mod var. Tek bir kod ile girersiniz, ve GPU CPU suna ulaşırsınız. O modla değişimler yaparsınız.

    Bir bilgisayar ekranında gördükleriniz GPU ekran kartıdır, grafik ara yüzüdür, asıl onları oluşturan, arkada işleyen kodlardır.

    Tek bir tuşla, milyonlarca programı windows nasıl güncelliyorsa, tek bir active directory komutu ile silebiliyorsa,
    Allah içinde tek bir komut, OL EMRİ , kodu, tüm evreni yok edebilir.

    Artık ayağa düşmüş, çocukların dahi bildiği bir CSS kodunu kullananrak, kocaman ekrandaki tüm rengi, birden değiştirirsiniz tek bir kodla.

    Evrende, ne kadar büyük olursa olsun, tek bir kod herşeyi değiştirir.

    Bu kadar basit.

    Dua da böyle bir yönüyle.

    Bu evreni yaratan yaratıcı, simülasyon şeklinde elektromanyetik alandan oluşturduğu bu maddi evrende, Tanrı modu gibi, neden bir duaya özel kod işlevi vermesin ki.

    Bir programcı programını yaparken ayarlar olur biter. Dua edersiniz, amin dersiniz , ve bilmediğniz bir kod olur o.

    Her bir ikir, tesbih bir kodu işletir belki.

    İşin içinde bilinç, ihlası da katarsak, bilemediğmiz harika bir yazılımın parçası olabiliriz biz.

    Bu dediklerim fantastik boyutta değil, artık ortalıkta dolaşan konular.

    Özetle şunu demek istiyorum.

    Değerli Yüksel hocam, Determinizm sağduyu dediiğimiz şey, doğru demek edğil.

    Sadece bizim makro boyutlardadoğru. O da maddi fiziki evrende.

    Paralel evrenlerde kimbilir başka hangi kanunlar geçerli ve bizimkisine aykırı. Buna gayet de mümkün diyorlar.

    Bir atomu konuştursaydınız, determinizm diyenleri güler, hiç sağduyulu değil, sebep sonuç ilişkisi, doğru cevap olasılık evreni derdi.

    Bugün artık bilim, tıpkı Üstadın dediği gibi, lisani hali ile Allah diyor.

    Bugün, en ünlü kuantum fizikleri Ateist olsa da, onları dinlerken ALLAH dediklerini duymam da benim kendi adıma ondan.

  4. MÜSEBBİBÜ’L ESBAB diye bir gerçeğe iman ederiz

    Ama bu bize yan gelip yatma hakkı vermez.

    islam dünyası HAYALPEREST
    Batı Dünyası ESBABPEREST

    Tapınmak derken zannediyorum mübalağa sanatı kullanıyorsunuz.

    Zaten islam dünyasında ESBABPEREST pek konu edilecek bir sorun teşkil etmiyor.
    İslam dünyasının esas sorunu HAYALPEREST lik; (ve Rüyalara aşırı anlamlar Yükleme de bu kapsamda) Allah şimdi şu kafirlere gününü göstrecek(basit anlatımı ile)

    Bu arada bu yazının alanına girmesi gerektiğini düşündüğüm “ALIN YAZISI” inancı herşeyi Allah yapar bizim bir suçumuz yok başımıza gelen günah gibi şeyler de buna dahil gibi halk arasında bir inanç var.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin