VEYSEL AYHAN | YORUM
Kurban Bayramı’nın ‘bir manada’ gerçek bayram olduğu bir günde tanıdım Ali Abiyi. Üniversite yıllarıydı. Şimdi İngiltere’de doktor olan bir arkadaş ile deri tuzlama yapıyorduk. Üstümüz-başımız, elimiz-yüzümüz çekiştirdiğimiz derilerle kan içindeydi. Artık nasıl komik görünüyorsak Ali Abi gülerek yanımıza yaklaşmış, “Siz kimsiniz!” diye sormuştu. Sonra kavurma ikram etmişti. Öyle tanışmıştık. Ali Abi o sıralar kurban işine nezaret ediyordu. Tüm bayramı beraber geçirdik. Ne talihsizlik ki bir daha da öyle güzel bir bayram nasip olmadı.
Ali Abi, ‘Ağabey’di ama aramızda yaş farkı yok gibi arkadaşça davranırdı. Defterine kaydettiği her öğrenciye evladı gibi bakar, takip ederdi. Mümeyyiz vasfı güler yüzlülüğüydü. İnsan sevgisi ve çevresine olan muhabbeti onun iman derinliğinin belki de bir yansımasıydı. Ben hep simasını tebessümle hatırlarım. Onu sevmeyen veya Allah’ın onu sevdirmediği bir insana da rastlamadım.
Ciddi bir “baba terbiyesi” almıştı. Babası alanında onlarca kitap yazmış bir botanik profesörüydü. Sık sık dile getirdiğini hatırlarım. Ahlakını babasının davranışları ve sözleri bina etmişti. Ali Abi’nin çok sağlam ahlaki ve ticari prensipleri (veya kutsalları) vardı. Anlatanların ifadesiyle sözü ticari hayatta senet idi. Bir evraka gerek duyulmaz, sözüne düşünmeksizin itimat edilirdi. Güven oluşturmuştu.
Para infak edildiğinde değerliydi
Fakat tüm bunların ötesinde belki de onu çoğu insan nazarında erişilmez kılan vasfı cömertliğiydi. “El kesesinden cömertlik” kolaydır. Zor olan, kendi kesesine “el kesesi” gibi bakabilmektir. Zor olan, parayı umursamamak ve değer vermemektir. Ali Abi için “para”nın değeri nisbî idi. Var iken değerli değildi. İnfak edildiğinde değer kazanırdı. İnfak öncesi para lüzumsuz, bir an önce insanın üstünden atması gereken bir yüktü. Bu, Hz. Ebubekrî bir vasıftı. Efendimiz(sav) hani namaz öncesi aklına sadaka verilecek şeyler gelince namazı bırakıp telaşla onları dağıtması var ya… İşte o hâlet. O refleks.
O nedenle de bir birikimi bildiğim kadarıyla olmadı. İstanbul’da kirada oturduğunu biliyorum.
Peynir-ekmek; don-gömlek!
Hani -aslı var yok- o günün ‘abdal’lardan Behlül-ü Dânâ için anlatırlar. Kardeşi olduğu da rivayet edilen Halife Harun Reşit, ona bir gün, “Bırak bu dervişliği gel sana sarayımda bir oda vereyim.” der. O da sarayın bahçesinde bir ateş yaktırır ve “Harun, ben bu ateşin üstünden atlayacağım iyi bak.” der. Ve “Peynir ekmek, don gömlek” diye bağırarak, tek hamlede ateşin üstünden atlar. “Hadi Harun, sen şimdi varlıklarını sayarak atla.” der. Harun Reşit güler ve sarayda kalması için ısrar etmez.
Ali Abi ailece çok zenginlikler yaşadı. Ama o zenginlikler içinde bile ailece fakircesine sade bir hayat sürdüler.
Çok yıllar sonra Riva’da bir çiftlik evi oldu. O ev bir kervansaray gibi hizmet verdi. Oraya gelip misafir olmayan insan sayısı azdır. Elif Abla eşsiz bir ev sahibesiydi. Ali abinin telefonla bir saat öncesi, “20 misafirle geliyoruz.” demesi kafiydi. Elif abla 1 saat içinde ne yapar eder, nasıl başarır bilmem, içinden gelerek memnuniyetle tadı unutulmaz bir sofra hazırlardı. Açıl ailesi “Anadolu misafirperverliği”nin tecessüm ettiği bir hane idi. Biz “Tanrı misafiri” der geçeriz. Ama Elif Abla ve aile fertleri misafirlerini bu sözün gerçek anlamıyla taziz ederlerdi.
Sonraları Riva, oraya gelen misafir gruplarından kendilerine sıra gelmez hale geldi. Hatta kendileri ailece birkaç gün kalabilmek için orayı emanet ettikleri arkadaştan izin istediklerini bilirim.
Yoklukta verebilmek
Muazzam bir enerjisi vardı. Hizmeti tanıdığı yılları onu ahiret yolculuğunda karşıladığını ümit ettiğim Hacı Kemal Abi’den aktarayım: “Gazete (Zaman) bir odalı bir yerde başladı, sobamız yoktu. Küçük bir tüpte hem cay pişirir hem de ısınırdık. Sonra Allah nasip etti, arsa bulduk. İş artık inşaata gelmişti. Su andaki yedi katlı binanın (Kalender sokak) iki katını yapma planımız vardı. Kendime göre bir plan yapıp sabah hali vakti yerinde bir hayır sahibinden çimento almayı planladım. Vereceğinden de emindim. Fakat bütün izahlarıma rağmen ‘Yardım edemem.’ dedi. Yıkılmıştım. En büyük ümidim sönmüştü. Ağlayarak çıktım. Yolda ağlayarak yürüyordum. Belki yarım saat yürüdüm. Birden karşıma Ali Açıl Bey çıktı. Cadde ortasında ağlayışıma hayret ve hüzünle bakarak, ‘Niye ağlıyorsun Hacı Abi?’ dedi. Derdimi ona da açmak istedim. Ancak bizi tanıyalı iki-üç hafta olmuştu. Söyleyemedim. Fakat ciddi ısrar edince olanları anlattım. O yeni hizmeti tanıyan, hiçbir şey istemeye niyetlenmediğim kumaşçı (Ali Açıl) ‘Binayı ben yaparım sen üzülme.’ dedi. Dünyalar benim olmuştu. İşte gazete böyle başladı.”
Hacı Kemal Abinin bunları anlattığı yıllarda Ali Abi 35 yaşlarındadır. Henüz ticari olarak işin başlangıcındadır. Sonraları varlık içinde elinden geleni vermiştir ama o yıllar ticarete yeni yeni tutunduğu “yokluk” yıllarıydı ama o yıllarda da vermeyi başarmıştı.
Geçtiğimiz aylarda Avrupa’yı dolaşmış yüzlerce insana moral ve umut dağıtmıştı.
Son gezisinden yeni dinlediğim bir hatıra ile bitireyim. Kendisini Finlandiya’da misafir eden Hasan Bey ve genç arkadaşlarına sohbet sonrası şu soruyu sormuş; “Bir erkeğin iyi mi kötü mü olduğunu nereden anlarsınız?”
Sırayla her biri farklı şeyler söylemiş. Sonra kendisi, “Bir erkeğin iyi mi kötü mü olduğunu eşinin beyanından anlayabilirsiniz. Eşi onun hakkında hüsnü şehadette bulunuyorsa onunla ticaret de yapabilirsiniz, yol da gidebilirsin.” demiş.
Latif bir tevafuk ki bu konuşmanın hemen ardından Elif Hanım kendisini aramış özlediklerini, nerelerde kaldığını sormuş.
Ali Abi’nin evlatlarına olan düşkünlüğü de çok dikkatimi çekmiştir. Çok eski yıllarda bir gün kızları için endişesini bana şöyle ifade etmişti. “Keşke incinmeyecekleri bir bahtları olsa…”
Onların incinme ihtimali bile o gün için gözünü nemlendirmişti.
“Delicesine cömertlik…”
Allah, kendisine Çin’de Maçin’de bile hizmet etme imkânı lütfetti. Etiyopya’da 4-5 yıl tek kişilik bir odada kalarak hizmet etti. Bavul dolusu güllerle ailesine döndü. Hep heyecanla, şevkle koştu.
Ve koşarak Hakk’a yürüdü.
Ardında yüzlerce belki binlerce hüsnü şehadet bıraktı. Dünyalık bir mirası olmadı ama onun asıl mirası bence “delicesine cömertlik”ti. “Ardını düşünmeden”, “sonra ne olur” diye hesap etmeden verebilmek. Ve şimdi verdikleriyle orada. O nedenle de Ali Abi’nin ardından hatimler okumanın yanında onun adına muavenette bulunmak onu orada sevindirecek güzel bir vefa örneği olabilir.
Ali Abi’ye Cenabı Hak’tan mağfiret niyaz eder; vefakâr ve çilekeş eşi Elif Hanımefendi’ye, birbirinden nâdide kızları Nedîme, Melîke ve Atike Hanımlara, yiğit oğlu Alp Bey’e, diğer aile fertlerine ve Hizmet arkadaşlarına başsağlığı ve sabrı cemil dilerim.
Allah gani gani rahmet etsin. Ebedlere hayırlarla yolculuk etmek ne güzel…
Ali Abi, o kocaman adamlığı ile tanımlanması çok zor bir kahramandı. Standart yaşayan biri hiç değildi, hususi yaratılmış bir cevher, kendini sahibin e ve çıraklarına teslim etmiş kıymet biçilmez bir paha idi. Mükemmel bir resimde o mükemmelliğin teferruatlarından biriydi, her dönemde çok yüce insanlar vardır ama bu dönemde Hacı Kemal, Ali Kervancı, Yusuf Pekmezci, Ali Rıza Tanrısever, Ali Açıl, Sezai Postacı, Arif Çağan, Mehmet Eldem, Mustafa Fidan, vb olmak adamlık ve de ötesi idi . Adanmış bu koca adamlar hem hüsnü misal hem de yadı cemil olup zamanın sayfalarına isimlerini kazıdılar bi iznillah. Zaman oldukça mekan sürdükçe bilinmesi bir zenginlik olan yüreklerde bu yüce ruhlar hep var olacak.
Allah, *dert yok dertli var* ifadesine masadak olan bu bu yüce ruhlardan bizleri ayrı eylemesin inşallah, onların ana sütü kadar temiz tutup, muhafaza edip taşıdıkları bu kutsal sandukçaya sahip çıkmayı haleflerine nasip eylesin inşallah.
Ruhu şad olsun, himmeti aramızda gezsin inşallah. Ötelerden meccanen elimizden tutsun bizlere rehberlik yapsın inşallah.