Felç geçiren, Faruk Beşer mi? 

UĞUR TEZCAN | YORUM

‘Yaşadığımız zulüm sürecinin en üzücü yanı nedir’ diye sorsanız, ilim diye hafızalarına doldurdukları bilgilerle hayatlarını aydınlatmak yerine; kendilerine bir nimet ve imtihan vesilesi olarak verilen o kabiliyeti bir beğenilme, takdir edilme, hürmet görme, makam-mal-güç devşirme gibi saiklerle ziyan eden, kin ve öfke gibi hafakan halleri ile de mevcut kazanımlarını kuru otları ortalığa savurur gibi dağıtan alim görünümlü, zulüm borazancısı ilahiyatçılar ve hocalar olduğunu söylerim.

Bu insanların birkaçı son birkaç sene içerisinde öldüler. En son ölenlerden biri de ilahiyatçı ve yazar Faruk Beşer idi. Ben şahsen zulmettikleri ve mağdur ettikleri milyonlarca Müslümanla helalleşemeden gittikleri için onlar adına üzülüyorum. Ama samimi duygularımı zedelememesi için bir itirafta da bulunmalıyım. Hem kendilerine hem de İslam’ın geleceğine zarar veren sesleri kesildiği için mutluyum. Belki de daha da batmadan gitmiş oldular. Zira, dini ve milli duyguları suistimal ederek tarihin en yolsuz ve münafıkane rejimlerinden birisini tesis etmiş olan Erdoğan-Ergenekon mafya rejiminin sizi çekemeyeceği dip yok!

Yazar ve ilahiyatçı Ahmet Kurucan’ın da defaatle söylediği ve benim de biraz daha farklı ifadelerle hep yazdığım gibi dokusu İslam’ın özü ile uyuşmayan, zorlama bir İslamcı politika anlayışı ile “İslam dininin içini boşaltıyorlar.” Maalesef bunu yaparken de bu kendilerini alim zanneden, egoları şişmiş, kinle dolmuş, hamaset yüklü ve ne yaptıklarının farkında olmayan veya bazıları itibarıyla ne yaptıklarını da çok iyi bildikleri halde bunu tercihen yapan ilahiyatçı ve hoca takımını kullanıyorlar. Onların öttürdükleri algı operasyonu borazanları, sloganik söylemleri aşamıyor ve fetva görünümlü saçmalıkları da bir soygun düzenine destek oluyor; böylece zulüm ateşlerine odun taşıyorlar.

Halk tabiri ile ve affınıza sığınarak; bir kabın içine pisler gibi pisliyorlar adeta. Eğitimli ve organize olabilen, kendi yolsuz ve bozuk anlayışlarına biat etmeyen, hatta dürüstlükleri ile kendilerine ileride tehdit olabilme potansiyeli bulunan Müslümanlara alerjileri var. Devlete ve lidere taparcasına, bir fetişizm yaşıyor gibi, şirk derecesinde bir bağlılık sergiliyorlar ve dinin öğrettiği akıl-vicdan-muhasebe yörüngesinden serseri bir göktaşı gibi kopup uzaklaşıyor ve masum bir gezegene çarpıp felaketlere sebep oluyorlar.

Soygun ve zulüm düzenine saplanıp kalmak

Faruk Beşer’in ölümü üzerine gazeteci Asım Yıldırım’ın hatırlattığı şu hadisi ben de hatırlatmak istiyorum: “Dinin afeti üçtür: Günahkâr fakih, zalim idareci ve cahil müçtehit.” Türkiye’de hep hâkim olmuş olan ve insanları hep suça çeken, bozarak kullanan çirkef sistem kendi bataklığına bu İslamcıları da çekti. Bataklığı Cennet’e giden yol gibi gören şizofrenik bir karaktere duçar etti onları.

Başlığa geri dönersek eğer; ‘beyinde aniden oluşan kan pıhtısı nedeniyle felç geçirip ölen kişi Faruk Beşer mi’ derken ne söylemek istediğimi sanırım anlamışsınızdır. Rejimin, dine göre hareket ediyormuş gibi davranarak kurduğu soygun ve zulüm düzeni vücudun dengesini bir anda allak bullak edip onu felç eden bir kan pıhtısı etkisi yaptı. Ülke insanı çıldırmışçasına bir dengesizliğin, vicdansızlığın, fırsatçılığın ve vurdumduymazlığın içine saplanmış durumda. Ülkesi de insanı da devlet aklı da sistemi de felç oldu. Bu sistemin bu şekilde devam etmesini arzulayan dış ve iç bazı güçlerin felçli hastayı miras davası sonlanana kadar ayakta tutmaya çalışması dışında ne bir gerçeklik ne bir hayat emaresi ne bir umut ne de bir ihtimal var.

Malumunuz, Kur’an’da bazı Yahudi âlimlere işaret edilirken onların Tevrat’ı okuyup (derince ilmini yapıp, UT) onunla amel etmemeleri ve bunun da ötesinde dinin hakikatlerini görmezden gelip onları bozuk bir düzenin (dönemin yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, kabilecilik, faiz sistemi, dolandırıcılık vs.) çıkar çarkları uğrunda kullanmalarının kendilerine zulmetme vesilesi haline gelmesine ve ilahi cezalandırmaya sebep teşkil etmesine işaret edilir. Yukarıda bahsettiğim Erdoğan ilahiyatçılarının o Kur’an’da ifade edilen o tarz Yahudi din adamlarından ne farkları var?

Kitap yüklü merkepler… 

İşte o nedenle de Kur’an, Tevrat’ı okuyup da onunla (gerçek manada, UT) amel etmeyen, yani Allah’ın hükümlerini bildikleri hâlde ona uymayan Beni İsrail alimlerini kitap yüklü merkeplere benzetir. Bu düşüncelerle, normalde bu yazının başlığı “Zalime ilim hamallığı yapan âlimler!” olacaktı; ama güncel bir vefat sebebiyle değişikliğe uğradı. Bunun haricinde, bu ifadeye ilham olan bahsettiğim ayet üzerinde biraz daha düşününce yaşadığımız hadiselerin geldiği seviyenin aslında o ifadeyi bile artık yetersiz bir hale getirdiğini fark ettim.

Günümüzün bu devletçi din alimleri, yaptıkları yanlışlarla sadece ilimlerini sırtlarında boşuna taşıyan, hatta ne taşıdıklarının (onun değerinin) bile tam olarak bilincinde olmayan, onu içselleştirememiş hallerinin çok ötesine geçtiler. O yüke sadece hamallık yapmadıkları gibi bir de zalimleri sırtlarına bindirip sanki kendilerini şahlanmış bir at zanneden eşek komikliği içinde sırtlarında dolaştırıp duruyorlar. Ne o zalimler eşek üzerinde olduklarını biliyorlar, ne de o eşekler kimi ve neyi, nereye taşıyor olduklarının bilincindeler!

Keşke en azından ölüm döşeğinde iken hatalarını ikrar etseler, mağduriyetlerine sebep oldukları milyonlarca Müslümandan helallik isteseler de öyle ölseler dediğim çok olmuştur; ancak hırs, kin, enaniyet, öfke, itibar ve ‘ne derler’ düşüncesi bir vicdanı zehirledi mi o noktadan geriye dönüş artık çok zor olur.

Yazık!

Daha hastanede iken bile birçok insan mesaj yazıp haklarını helal etmediklerini açıkça beyan ettiler. Diğer onlarcası için de aynısı olmuştu. Halen hayatta olanlar için de bizzat kendilerine bunları yazan bir sürü insan oldu.

Akledemiyorlar!

Vicdanları felç olmuş adeta! Allah kimseyi bu acı duruma düşürmesin!

Bir Twitter kullanıcısı “Hakkı bilip susmayı tercih etti” demiş ilgili şahıs için. Keşke onunla kalsalardı. Hakkı bildikleri halde hak bükücü yolsuz ve arsız liderlerin borazanlığını yapmayı tercih ettiler ve zulüm ateşinin (kinin) hep diri kalması için zehir zemberek söylemlere, hakaretlere ve iftiralara imza attılar.

Mesela adı geçen Beşer şu iftira ve söylemlere imza atmıştı: “Bize yaşattıkları musibetin üzerinden bugün tam yedi yıl geçti. CIA ve ABD güdümüyle teşebbüs ettikleri bu darbe girişimi olmasaydı, şimdi çok daha farklı yerlerde olabilirdik. Sadece ülkemize değil, bütünüyle bir ümmete darbe vurdular. Yazık değil mi? Cezalarını Allah versin.”

Bunun haricinde, Meriç nehrinde zulümden kaçarken boğulan bebek ve çocuk ölümleri karşısında da benzer bir vicdansızlık sergilemiş ve o çocukların ölümlerinden onların ‘’anne ve babalarını’’ sorumlu tutmuştu; asıl sebep olan soykırımcı Erdoğan rejimi yerine. Bunun, bir kadına tecavüz edip sonra da ‘sen giyiminle beni tahrik ettin, bu senin suçun’ diyen sapkın bakış açısı ile arasında hiçbir farkı yok.

Sadece İslam’ın içini boşaltmadılar, fidanları katlettiler!

Beni en çok sinirlendiren yönleri de sistemin çarkları adına dini argümanları kullanarak iğfal ettikleri kamuoyu önünde takındıkları üsten bakışçı ve kibir dolu tavırları oldu hep. Twitter hesapları slogan gibi etrafa savurup durdukları hadisler, ayetler ve ders verme edaları ile yazdıkları hakikat kırıntılarına bulanmış mesajlarla dolu. Onların dışında yazdıkları birçok şeyin hiçbir fikri hükmü yok, içinde analiz yok, insaf yok, hakikat yok! Karşımıza çıkıp iftiralarını bizimle kamuoyu önünde konuşmaya cesaretleri yok!

2012 yılından beridir masum Müslümanlara iftiralar atıp, haklarında suizanlar üretip onları aşağılamaktan ve hakaret etmekten öte hiçbir şey üretemediler. Ne destekledikleri İslamcı hükümet bir sağlıklı devlet sistemi inşa edebildi ne de kendileri bir fikrin bir hareketin tohumunu ekebildiler. Ortada bir mafya devlet ve dinden de akıldan da gelecek ümidinden de kopmuş bir millet ve gençlik var. Sebep oldukları tek şey; mevcut tohumları, filizleri bulup üzerinde hamaset botları ile tepinmek oldu. Sadece İslam dininin içini boşaltmadılar, halihazırda yetişmiş fidanları da katlettiler. O fidanların üzerinde tepinirken de ‘bak ben çok önemli bir kanaat önderi olduğum için Reis adına üzerlerinde tepiniyorum’ kibirlenmeleri ile yaptılar bunu da üstelik.

Oysa hepsi istisnasız bir şekilde 15 Temmuz çakma darbe girişiminin bizzat Erdoğan ve ekibi tarafından; hatta bizzat kendi verdikleri fetvalar güdümünde, sevmedikleri Hizmet insanını devlet kademelerinden (hukuken mümkün olmadığı için bu yöntemlere tevessül ettiklerini de kabul ettikleri halde) temizlemek için gerçekleştirildiğini çok iyi biliyorlar. Buna rağmen çıkıp hiç sıkılmadan, hukuksuzca ezip egale etmeye çalıştıkları insanlar hakkında, “Bize musibet yaşattılar. CIA ve ABD güdümüyle teşebbüs ettiler. Sadece ülkemize değil, bütünüyle bir ümmete darbe vurdular. Cezalarını Allah versin.” gibi sözler söylemeyebilmek ne büyük bir talihsizlik!

Zalimlere binek olmayı tercih ettiler

Aynı şahsın, kendisine tepki veren bir kişiye hakareten yazdığı bir mesajda sarfettiği; “Hesabı garantilemiş görünüyorsunuz. Yoksa oranın sorularını da aşırdınız mı?” şeklindeki ifade bu bahsettiğim kibirli, suizan ve iftira dolu cahilane bakış açısının özeti niteliğinde adeta. Faruk Beşer dahil bu din adamlarının neredeyse çoğu, yıllarca bugün iftira attıkları Hizmet insanlarının televizyonlarında programlar yapıp, gazetelerinde yazmış, her türlü sofralarına ve toplantılarına (maalesef) davet edilip baştacı edilmiş, kendilerine saygıda kusur edilmemiş tipler.

Yani karşılarındaki insanların aslında çok çalışkan, zeki, disiplinli ve başarılı olduklarını biliyorlar. Ayrıca onların ne darbe yapmadıklarını ne de soru filan çalmadıklarını, son derece düz ve samimi Müslümanlar olduklarını adları gibi biliyorlar. Kendilerini gönüllü olarak adeta bir halı gibi bir adamın kurduğu sistemin önüne atıyorlar. O sistemden değişik vesilelerle istifade edebilmek, ondan nemalanabilmek veya en masumuyla, oradan bir konum ve makam elde edebilmek veya o zalimlerin zulmünden emin olabilmek adına dini kimliklerini bir eşek gibi sırtlarına yükleyip o zalimlere bir hamal ve binek olmayı kasten tercih ediyorlar.

Allah bizlere hayırlı bir akıbet versin. İlmin istikamette tutan, zalimin zulmüne ortak olmaktan koruyan şeklini ve miktarını versin ve bizleri ilmi ile imtihan olup kaybedenler olmaktan korusun!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Neden karşı taraftaki her ölenin arkasından daha cenazesi kalkmadan methiyeler !!! diziyoruz, bunun bir örneği varmı, önderimizin hayatında, rehberimizin hayatında… hizmet bumudur…

  2. karşı tarafın günahlarını ve hatalarını sayıp dökmede çok cömertiz ama özeleştiri yapalım deyince tüm hatayı, kusuru Kadere yüklüyoruz.

  3. Haşr Suresi 10. Ayet (Suat Yıldırım meali): “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler): “Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!” (şefkat ve ihsanın son derece fazladır)”.

    İyi ki Biri: “Durun durduğunuz yerde; eğer siz de uzaklaşırsanız, geri döndüklerinde sizi bıraktıkları yerde bulamayabilirler’ benzeri bir şeyler söyledi. Yoksa kim bilir ne olurdu!

    “Ölünün ardından bunlar yazılır mı?” demiyorum.
    Yazıda -saymaya üşendim- ama muhtemelen yirminin üstünde kötü sıfatla anılmış biri var.
    “Anılmış” dediysem, yanlış anlaşılmasın. Tek bir makalede dört defa “eşek” diye yazmak nasıl bir beceri diye şaşıyorum…

    Bir tarafta, Hristiyan ve Musevileri değil, deist, agnostik ve ateistlerin bile ardınca rahmet okuyup:
    ( https://www.tr724.com/intihar-edene-rahmet-dilemek/ ) “Cennet’in sahibi dilerse alır” diyen İslam alimleri, ( https://www.youtube.com/watch?v=WavMQUgpQF4 ) diğer tarafta “Hizmet Hareketi mensuplarına zulmediyorsunuz” demeyenler/diyemeyenler…

    “Fetret devrinde” yaşayanları o koşullara göre yargılarlar da, “dikta yönetiminde yaşayanları” yaşam koşullarını göz önünde almadan mı yargılarlar?

    Uğur bey gibi düşünenler, bugün Türkiye’ye gidip doğruları haykırsalar ya!

    Hani “şu zaman şöyle demişti” diye yazsanız, -belki- doğru olacak ama sanki bütün kötülüklerin baş müsebbiplerindenmiş gibi ağız dolusu söverseniz “doğru yaptınız” deyip, hakkını helal etme imkanı kalmamış birinin ardından gıybetini yapamam; yapanları da kalkıp alkışlayamam…

    -Mü’min olarak ölmüşse- Allah bütün günahlarını affetsin. Rahmetiyle muamelede bulunsun inşallah…

  4. Bu tür yazılar bize yarar sağlamıyor, bilakis zarar veriyor. yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Ama yazılmasını, dile getirilmesini kesinlikle doğru bulmuyorum. Onlar zaten bizi ötekileştirdi. Biz onlar gibi yapmayalım. Kendi işimize bakalım. Kendimizi sorgulayalım. Hatalarımızı konuşup ders çıkaralım. Ekrem Dumanlı nerelerde hata yaptı? Sait Kaya neden abi olarak başımızda duruyor? Cevdet abi neden zan altında kalmamak için bütün malvarlığını hibe etmiyor. Tamamen ahiret yörüngeli yaşamıyor. HE yanındaki molla abiler dine hizmet adına ne tür projeler üretiyorlar hedefliyorlar vs. Vs… Boşverin karşı mahalleyi bence. Biz kendi işimize bakalım…

  5. Karşı taraf dediğiniz? Ülkemizde; Allah ve Resulünün yüce davasının bütün müesseselerini ve hadimlerini devlet imkanlarıyla tepeleyen, zulmeden, zalim ve ardında saf tutan, idrak ve iradeden yoksun, ahmak ve aptalların oluşturduğu (İla Cehenneme Zümara) ayetine muhatap bir topluluktur. Yazarın yazdıkları, amellerini kayıt altına alan katip meleklerinkinin yanında belkide bir hiçtir. Hakikate sahip çıkan, karanlık hadiselere ışık tutan, dava erlerinden, Cenabı Allah ebediyen razı olsun. Tarih her şeyi eksiksiz belgeleriyle kaydeder. Rahat olun. Hakikat her daim ardında, Allah rızası için saf tutanlarla birlikte olmuştur. Küllün min İndillah. Küllün Emanetullah. Küllün Elhamdülillah

    • Türkolog bayan/bey, “belkide” kelimesi “belki de” şeklinde yazılmalı değil mi?
      “Karşı taraf” diye saydığınız özellikleri AKP’ye oy veren herkesin taşıdığını düşünüyorsanız, AKP’ye oy veren herkes “zalim”, “idrak ve iradeden yoksun”, “ahmak” ve “aptal” düşüncesindeyseniz. “Yazarın yazdıkları AKP’ye oy veren herkes için geçerlidir” diyorsanız…
      Sizinle aynı fikirde değilim.

  6. Sanıyorum Zaman Gazetesi bir zamanlar Faruk Beşer´in kitaplarını okurlarına vermiş. Yazılarını yayınlamış. Demek bir ilişkileri olmuş zaman içinde. Sonraki olaylar malum. Bir kahvenin 40 yıl hatır var denir. Ama bu kişi, sıradan, masum insanlar cezalandırılırken bile bir ses çıkarmamış.
    O nedenle: Bırakın, bu tür yazılar da yazılsın. İnsanlar içinde biriken tepkileri, hayal kırıklıklarını dile getirsinler.
    Bu yazıdan sonra Faruk Beşer´in twitter hesabına baktım. Devasa bir kütüphane fotoğrafının önüne kendi fotoğrafını koymuş. Altında da ünvanı. İslam Hukuku Profesörü.
    Ve bu kişi – eğer yazarın aktardığı doğru ise – birilerine “ahiretin sorularını da çaldınız mı?” demiş.
    Görüyor musunuz çelişkiyi?
    Adam koskoca hukuk profesörü. Hem de Islam Hukuku. Yani Alemlerin Yaratıcısının gönderdiği, insanlığın kurtuluşu burada denilen bir dinin hukuk alimi.
    Ve bu kişi suçun şahsiliği diye bir şeyi hatırlamıyor. Eğer soru çalındı ise bunun o çalan kişileri bağlayacağını, o camiadan herkesin bununla suçlanamayacağını düşünemiyor.
    Ve, bir suçu işlememiş insanlara bir suç yüklemenin iftira olacağını, bunun kardeşinin etini yemek olan gıybetten daha kötü bir şey olduğunu da hatırlamıyor.
    İlmine hem inanç, hem dünyevi bilgi açısından ihanet ediyor.
    Bu mu alimlik? Bu mu İslam Hukuku Profesörlüğü?
    O nedenle, bırakın, insanlar tepkilerini yazsın. Bunu söylemek diğer tarafta özeleştiri konusu probleminin olmadığı anlamına da gelmez.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin