YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Modern dönemde şu veya bu gerekçeyle başörtüsünün dinî bir zorunluluk olmadığını ileri süren araştırmacıların da onların sözüne kulak veren, inanan ve bununla amel eden kimselerin de sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Nitekim zaman zaman bize de bu tür sorular soruluyor. Bu yüzden ehlince malum olan bir konuyu bir kere daha ele alma, bazı Kur’ânî prensipleri bir kere daha hatırlatma gereği duyduk.
Bu cümleden olarak ilk yazıda başörtüsü ve tesettürün son asırda niçin tartışma konusu hâline geldiğinin sebeplerini izah edecek, ikinci yazıda başörtüsünü emreden âyetleri değerlendirecek, üçüncü yazıda genel anlamda İslâm’ın tesettür emri üzerinde duracak, son yazıda da başörtüsü ve tesettür emrinin hikmetlerini ele alacağız.
En başta şunu ifade etmeliyiz ki modern döneme gelinceye kadar Müslümanların on dört asırlık tarihinde başörtüsünün hükmü belki de hiç tartışma konusu yapılmamıştır. Başörtüsünün farz olmadığı hükmü, hiçbir âlimin, müçtehidin, mezhep imamının muhtemelen aklına bile gelmemiştir. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’in konuyla ilgili emirleri şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde açık ve nettir. Bu yüzden fakihler başörtüsü farz mıdır, değil midir tartışmasından ziyade tesettürün niteliği, şekli ve sınırları üzerinde durmuşlardır.
Modern dönemde dinin en muhkem meseleleri bile tartışmaya açıldı. Modern tabulara uymadığı gerekçesiyle sübut ve delaleti kat’i naslar zorlama tevillere tâbi tutuldu. Mevcut düşünce ve uygulamalarla telif edilmesi güç olan Kur’ân ve Sünnet hükümleri tarihsel denilerek reddedildi. Dinî hükümlere duyulan güven ve teslimiyet zedelendi. Dolayısıyla başörtüsü de bu değişimden nasibini aldı ve onun hakkında da yeni sorgulamalar başladı, marjinal görüşler ortaya atıldı. Görünen o ki bu tartışmalar ileriki yıllarda daha da şiddetlenerek devam edecektir.
Gerek Batı’da gerek Türkiye’de gerekse diğer İslâm ülkelerinde başörtüsünün bir problem olarak ortaya çıkmasının ve etrafında bunca kızıl kıyametin kopmasının sebebi sadece dinî gerekçelere dayanmaz. Konunun psikolojik, sosyolojik, siyasi, tarihî, kültürel ve ekonomik bir çok yönü vardır. Özellikle modernitenin kendini kadın üzerinden tanımlaması, modayla, defilelerle, kadın dergileriyle, film ve reklâmlarla yeni bir kadın imajı oluşturması, başörtüsü tartışmalarını tetikleyen kök sebeplerden biri olmuştur. Modernite kadının özgür ve uygar bir birey olmasının önünde tesettürü bir engel olarak gördü. Modern zamanlarda, tesettürün kadını eve hapsettiği, onu esaret altına aldığı ve onun sosyal hayata katılımını engellediği gibi iddialar sıklıkla dile getirildi. Dinin ağırlığının sosyal ve gündelik hayattan çekilmesi de modernleşme yanlılarının işini kolaylaştırdı.
Kadının sosyal rolünün ve giyim kuşamının kapitalist dünya düzeniyle ve tüketim toplumuyla da yakından alakası vardır. Zira sermaye sahiplerinin, üreticilerin, reklamcıların birinci hedefi hep kadın olmuştur. Kadınların, İslâm’ın öngördüğü şekilde giyinmeleri ve buna göre iffetli bir hayat yaşamaları küresel kapitalist sistem açısından oldukça büyük bir tehdit olarak görülmüştür.
Örtünen, makyaj yapmayan, güzellik takıntısı olmayan, teşhircilikten kaçınan, gayrimeşru ilişkilerden uzak duran, gece kulüplerine ve eğlence mekanlarına gitmeyen, moda ve defilelere önem vermeyen, şunun bunun elinde kendini istismar ettirmeyen bir kadın, modern dünyada elbette “istenmeyen kadın” olacaktır. Zira böyle bir anlayışın yayılması, devasa boyutlara ulaşan kozmetik, giyim, moda, eğlence ve fuhuş gibi sektörlerin sonunu getirebilir.
Başörtüsü ve tesettür hakkında sonu gelmez tartışmaların ortaya çıkmasının ve büyük mağduriyetler yaşanmasının diğer önemli bir sebebi de laiklik adı altında gizli veya açık bir şekilde yürütülen din düşmanlığıdır. Laik ve seküler kesimler çıkardıkları kanunlarla ve medya baskısıyla kamusal alanı her türlü dinsel görünürlükten temizlemeye çalışmış, kendilerine göre başörtüsüne olmadık anlamlar yüklemişlerdir. Örtülü kadınları “irticacı” olarak nitelemiş, onların Cumhuriyet ilkelerini tehdit ettiğini ileri sürmüşlerdir. Şayet baş örtmenin dinle ve inançla hiçbir ilgisi olmasaydı, muhtemelen mevcut tartışmaların yüzde biri bile yaşanmazdı. Çünkü karşı çıkılan şey örtünmek değil, ona yansıyan inançlar ve yaşam biçimidir.
Aynı şekilde başörtüsünü siyasi bir simge olarak nitelediği, çağdaşlığa ters bulduğu, kadının özgürlüğünü kısıtladığını düşündüğü, erkek zorbalığıyla ilişkilendirdiği, kadın-erkek eşitliğine aykırı gördüğü veya mahalle baskısına yol açacağını zannettiği için onu eleştirenlerin sayısı da az değildir. Özellikle liberal ve feminist gruplar başörtüsünü Ortaçağ’dan kalma bir âdet ve gerici olmanın bir sembolü olarak görmüş, kadını kısıtladığını ve baskı altına aldığını söylemiş, kadının sosyalleşmesini ve değişik meslekleri icra etmesini engellediğini ileri sürmüş ve başörtülü kadınları acımasızca eleştirmişlerdir.
Bazıları da var ki başörtüsü ve tesettürün dinî hükmü hakkında konuşan kimseleri kadınların özgürlüklerine müdahale etmekle, onlar üzerinde baskı kurmakla suçluyor ve “rahat bırakın şu kadınları” türünden laflar ediyorlar. Özellikle de bu konuda konuşanlar, yazıp çizenler erkekler ise onları bu eleştirilerinde haklı görmek de mümkün değildir.
Çünkü âyetin net ifadesiyle dinde zorlama yoktur. (el-Bakara, 2/256) Herkes istediğini yapmakta serbesttir. Dileyen başını açar, dileyen kapatır. Başörtüsünün dinin kesin bir emri olduğu görüşünün dile getirilmesi, açık Müslüman kadınların vicdanlarını rahatsız edebilir. Fakat bunu gerekçe göstererek tesettürün dinî hükmü hakkında konuşmaya karşı çıkılacak olursa, aynı gerekçeyle karşı çıkılamayacak dinî hüküm kalmaz.
Namaz kılmayanlar namazın farziyeti hakkında, içki içenler veya kumar oynayanlar bunların haramlığı hakkında konuşulmasına karşı çıkarlar. Dolayısıyla din bilginlerine düşen vazife bir meselenin dinî hükmünü ortaya koymaktır, onu uygulayıp uygulamama ise mükelleflerin hür iradelerine kalır.
Bunların yanında, başörtüsünün dinî bir fariza olduğunu kabul etmekle birlikte, onun, dinin birinci ve en önemli emriymiş gibi sunulmasına karşı çıkan, dinî hükümler arasındaki hiyerarşinin bozulmasından şikâyet eden kimseler de vardır. Onlar, dinin şekilciliğe kurban edildiğini, ahlâk, iffet ve iç temizliği hakkında yeterince titiz davranmayanların konu tesettüre geldiğinde mangalda kül bırakmadığını, başörtüsü ve tesettürün anlam ve amacına uygun kullanılmadığını söylüyorlar ki bu eleştirilerinde bütünüyle haksız sayılmazlar.
Bir de din hakkında araştırma yapan kişilerin dinî bir görüş olarak ortaya attıkları marjinal görüşler söz konusudur. Bizim asıl ele almak istediğimiz konu da tam olarak budur. Evet, kimileri başörtüsünü emreden âyetin (en-Nûr, 24/31) bir emir değil tavsiye niteliğinde olduğunu söylüyor; kimileri âyette zikredilen “humur” lafzının başörtüsü değil; şal, atkı veya herhangi bir örtü anlamına geldiğini ileri sürüyor; kimileri cilbâb âyetindeki ifadelerden hareketle (el-Ahzâb, 33/59) tesettür emrinin hür kadınları cariyelerden ayırmak için geldiğini ve günümüzde bu ayrıma gerek kalmadığını iddia ediyor, kimileri de başörtüsü emrine tarihsel yaklaşarak onu Hz. Peygamber döneminin sosyo-kültürel şartları ile izah ediyor.
Başörtüsü etrafında son yarım asırda ortaya atılan farklı görüşlerin salt ilmî, fikrî ve dinî saiklerle dile getirildiğini söylemek çok zordur. Bunlar daha ziyade sosyal, kültürel ve siyasi şartların etkisi ve baskısıyla ortaya çıkmış görüşlerdir. Farklı bir ifadeyle, geniş halk kesimleri yanında bir çok bilim adamını da başörtüsü ve tesettüre karşı daha toleranslı hâle getiren sebep, toplumsal değişim ve dönüşümlerdir. Maalesef günümüzde belli konular etrafında öyle baskıcı ve dayatmacı bir atmosfer oluşturuldu ki bu konuların objektif bir şekilde konuşulup tartışılabilmesi çok zor hâle geldi. Kadına dair muhtelif konular da başta geliyor.
Kadınla ilgili meselelerde kemikleşmiş önyargılar var. Bir çok hakikat ideolojilere kurban ediliyor. Modern hayatın kabullerine ve maşeri vicdanın beklentilerine aykırı düşmekten korkuluyor. Dolayısıyla da konuyla ilgili âyet ve hadisler gereksiz zorlamalarla ve tevil oyunlarıyla çok rahat çarpıtılabiliyor. İnandığımız gibi yaşayamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başlıyor, mevcut yaşantımıza naslardan meşruiyet devşirme yoluna gidiyoruz.
Tesettürle ilgili tartışmalar on dokuzuncu asrın ikinci yarısına kadar gider. Fakat bu tartışmalar İkinci Meşrutiyetten sonra hız kazanmış ve günümüze kadar da şiddetlenerek gelmiştir. Osmanlı’nın son döneminde çıkan kadın dergilerinde, kurulan kadın derneklerinde ve daha başka dergi ve gazetelerde konu etrafında hararetli tartışmalar yapılmıştır. O dönemdeki eleştiriler daha çok peçe ve çarşafa yönelse de yavaş yavaş tesettür emri de eleştiri oklarına muhatap olmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ise kadınların örtüden kurtulması gerektiği düşüncesi daha yüksek sesle dile getirilmiştir. Türban ve başörtüsü tartışmaları ise 1980’li yıllardan sonra alevlenmiştir.
Başörtüsü ve tesettüre karşı değişen bakış açısının ve uygulamaların sadece Türkiye ve Müslüman ülkelere has olmadığını da hatırlatmak gerekir. Esasında örtünme, insanlık tarihi kadar eskidir. İslâm’a özgü bir hüküm değildir. İslâm zaten var olan bir uygulamaya çekidüzen getirmiştir.
Mesela Hammurabi kanunlarında kadınların başlarını örtmeleri emredildiği gibi, örtünmenin Sasani, Bizans ve Hint medeniyetlerinde de yaygın bir uygulama olduğu dinî ve tarihî metinlerden anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde semavi dinlerden olan Yahudilik ve Hristiyanlık da başörtüsünü emretmiş ve modern döneme kadar bu dine mensup olan kadınlar başlarını kapatmışlardır. Fakat modern zamanlarda yaşanan sosyal ve siyasi değişim dalgalarıyla birlikte başörtüsüne yönelik algı ve düşünceler, uygulama ve pratikler de değişmiştir.
Sayin Yuksel Bey,
Populer akima kapilmis, suruklenen bazi sahislarin zittina Hakk’i tutup kaldirma niyetindeki bu yazinizdan dolayi sizi tebrik ediyorum. Malesef, Efendimiz( sas)’in Habesistan’a gonderdigi ilk hicret kafilesinde yasanan irtidat hadisesindeki gibi, maddi manevi zulumden kacarken gelinen bazi bati ulkelerinde ulasilan bazi maddi rahatlama, goreceli ozgurlukler insanlari asil tehlikeli olan ‘iman ile olan’ imtihanin ortasina atti. Bu da yetmezmis gibi, kendisine rehber olacagina kuvvetle inandigi bazi zâtlar coktan ruhunda irtidat yasamis gibi, cahil milleti usturuplu dilleriyle kandiriyor. Milletin bir kismi da buna dunden razi zaten. Bir bahane bulsak da su dinden ciksak dercesinde sariliyor, her turlu itikadi bozuk, delalete itici dusunceye.
Siz isim vermediginiz icin ben de burda isim zikretmeyecegim. Tahminim, her ulkede var bu tarz kisileler. Ama en kotusu de bazilari, surec oncesi donemde elde ettikleri konumlar ve HEye cibilli yakinliklari dolasiyla, kuzu postunda kurda donusmus durumda.
Her sabah HEnin yaninda onca ders okuyan, eli kalem tutan talebelerin sessizligi ise cok dusundurucu! ‘Fitne’ cikmasin derken, ‘fitne’ ortalikta alev alev yaniyor. Bazilari hâlâ “kedidir, kediii!” rahatliginda.
Size, bize dusen en azindan buğz edebilmek. O da zaten imanin en zayif hali! Siz gerci, dilinizle de karsi cikmaya calisiyorsunuz, biiznillah.
Dusuncelerim daginik oldu. Ama kendimce burda platonik bir hasbihal etme ihtiyaci hissettim. Lutfen Hakk’in hatiri icin, hak bildiklerinizi, kinayanlarin kinamasindan cekinmeden dillendirmeye devam edin.
Size tüm kalbimle katılıyorum Emre Bey. Bunu ben de çevremde çok gözlemlemekteyim ve bu, Türkiye’de yaşanan zulümden kat kat büyük bir tehlike çünkü Hizmetin müslüman kimliğini ve insanların ahiret hayatını tehlikeye atıyor.
Emre bey,
ben de tüm kalbimle yorumunuza katılıyorum
Önemli bir konu fakat çok çok daha önemli konular mevcut, mesela itikadi konular, iman meselesi veya islam ile dalga geçmeye sebebiyet veren başka önemli konular var da var(bediuzzaman neredeyse sadece akaid ile ilgilenmiş devasa bir kamet)
Mesela islamdan önce kadının hiç bir değeri yokken bir mal gibi alınıp satılırken, erkeklerin meclislerine giremiyorken, yanyana bulunamıyorken (mekke araplarınıdan bahsediyorum) düzinelerce karısı olanlar var. Bu kadınlar çocuklara miras kalabiliyor durumu var, var da var.
Efendiler efendisi kademeli olarak kadınlara hak ettiği değeri verdi onları erkekle eşit hale getirdi
Hz.Adem ile Hz.Havva denkliği kadar olmasa da olabildiğince yaklaşma durumu söz konusu
Efendimizden kısa bir zaman sonra kadınlar camiden çıkartıldı.Mesela Cuma namazı kadına farz değil hale getirildi. Eşitliği iptal edildi, tekrar cahiliye dönemine geri dönüldü. Tıpkı hz Huseyin’i katledecek kadar nasıl bozulduysa; kadına yaklaşımda aynı şekilde bozuldu, başka konulara yaklaşımda islam öncesi duruma bir anda geri döndü. Bugün islam dünyasının hali ortada. Ahlaksızlık sapıklık şerefsizlik diz boyu. Biz müslümanlar batıya kaçıyoruz dinimizi daha iyi yaşayalım diye. İslam dünyasından kaçıyoruz yahu.
İslamda haremlik selamlık olayı yok gerçekte. Kadın erkek usulune uygun hareket edecek okadar. Birbirlerine öcü gibi bakan çocuklar olarak büyürsek bu işin varacağı sonu; islam alemine bak gör.
Biz şimdi batıdayız. İsveçte taksicilik yapan bir arkadaşım diyorki; bu her yaşta insan çoluk çocuk gecenin bir vakti taksi çağırıp kendisini bir yerden bir yere bıraktırıyor, hiç bir korku yaşamadan. Kimler hava kararmaya başlayınca sokağa çıkamıyor biliyormusunuz? İslam ülkelerinden gelen kadınlar. Nasıl bir yaşam sürmüşler oralarda pes doğrusu.
Burda kastettiğim şey şu; bu ahlaksızlığımızı yeni vatanlara bulaştırmayalım da bir kaç asır bari huzur içinde yaşayalım en azından
Başka bir açıdan bakınca mesela Amerika gibi bir ülkede bile başörütüsü ile bir işe müracaatında elenebiliyorsunuz. Batı dünyasında size terörist gözü ile bakıyorlar uzun zamandır. Böyle ciddi konularla nasıl mücadele edeceksiniz fert planında? Zaten yaşam mücadelesi veriyorsunuz.
Veya islamı anlatmak istediğiniz insanların yanına bile yanaşamıyorsunuz belki.
Siz şimdi muntesiplerimize bak başörtüsü takmazsan büyük günah işliyorsun derseniz(bir ilahiyatı olarak) bende onu işlesem, sonra başka bunun gibi bir başka günah işlesem, sonra yine benzer başka günah işlesem ve bunları vicdanıma günah işliyorum ben diye kaydetsem. Daha sonra en büyük günahlara doğru yavaş yavaş yelken açmama sebep olmayacakmı bu durum?
Bir şey yaparken neye sebebiyet vereceğinizi de hesap etmeniz gerekir.
Çünkü şuan dünyada iman sahipleri zaruret içerisinde yaşıyor. Zaruret halinde hangi kolaylıklarımız var bize onları anlatsanızda biraz ferahlasak olmazmı?
Zaten dünyada Allaha iman büyük problem biliyorsunuz dimi? Dinle mücadele yapıyor Rusya ve Çin ve başka bir sürü ülke. Batıda ise islamla mücadele var. Şuan dünyanın ekser çoğunluğu dini insanlık sorunu olarak görüyor.
Bence siz bediuzzamanın talebesi olarak önce buralardan başlasaydınız hocam.
Belki diğer bölümlerde bu konuları işleyecektiniz bilemiyorum
Hasan Basri bey,
yorumunuza 3 düzeltme yapmak zorundayım.
1. Ben Suudi Arabistan’da yaşıyorum, daha önce de Rusya da bulundum.. Islam dünyasından gelen kadınların gece yarısı taksi tutamamasından yola cıkarak, geldıklerı yerde ne yasamıslar ki çıkarımınız son derece haksız yanlıs bır akıl yürütme. Burada kadınlar gece yarısı taksi tutabilirler, hiç korkmadan gece yarısı her hangi bir sokakta yürüyebilirler, kendi eşimden biliyorum.. Sadece Batıya gittiklerinde burada görüdükleri saygıyı göremeyeceklerinden endişeli oldukları için öyle davranıyor olabilirler… Ben görevim icabı Amerikaya gelip bir kac gün kalıyorum ve bır erkek olarak akşam olduktan sonra otelimden çıkmaya korkuyorum.. bu oralardaki suç oranı ile alakalı.. hiç şüphe yok ki Batının hiç bir şehri , Islam dünyasının herhangi bir şehrinden daha güvenli değildir (savaş halinde olan Irak Suriye gibler ve aşırı seküler olan Türkiye hariç..) savaş halinde olmayan en fakir bir arap şehri bile , Batının en güvenli şehrinden daha güvenlidir.. Amerikada her yıl kac yüz cocugun kopek saldırısına ugrayıp öldüğünü musunuz? tehlike hem 2 ayaklılardan hem 4 ayaklılardan..
2. Rusya nın halihazırda dinlerle savaşı yok tam tersine dinler ile iyi geçiniyor, eski SSCB ile karıştırmayın, orada yaşamış görmüş biri olarak söylüyorum
3. Yüksel bey, imani konuları da ele aldı, mesela Evrim konusunda çok güzel bir yazı dizisi yayınladı.. sıra bu konuya geldi geç bile kaldı.. Cunku TR deki bir çok arkadaşımızın kızı Tiran’a olan tepkileri nedeniyle açılıyorlar.. Evet Başürtüsünü hiyerarşide yerinden çok daha yukarı taşımayalım ama çok aşağıya da indirmeyelim..
Başörtüsü tartışması kesinlikle insani değil. İnsanlar önce insan olmalıdır. Laik kimlik müslüman kimliğin yerine geçmek istiyor. Bu eylemi yaparken de dincilerin mahalle baskısı yapacağı modelle yani mahalle baskısı ile yapmaktadır. Meseleyi sadece baş örtüsüne indirgediklerinden baş örtüsünü çok kolay başlardan çıkacağını düşündüler. Ama mesele bir kimlik meselesidir. İnsanların şeklini değiştirerek bu kimliği unutturacaklarını sandılar. Kendileri yapay bir taklitçi kimlikdir. Hçbir değer yargıları yok. Ama onların derdi bu değildir. Onların derdi baş örtüsüdür. Sanki düşman oldukları kimlikte baş örtüsünü çıkardıklarında zafer kazanacaklar. Ama bu onlara hiç bir değer katmayacak. Başkasının başını açmak yada insanları başı açık yetiştirmek karşı kimliğe verilen bir zarar olarak adlandırılabilir. Ve bunu kendilerine bir değer kattığını sanıyorlar. Sanki değeri bu şekilde kazanıyorlar. Çünkü yoklar. Çünkü kimliklerini terk etmiş ama yeni bir kimlik elde edememişlerdir. Kendilerini başları açık olduğu için özgür kadın olarak tarif ediyorlar. Yani baş açarak yada müslüman kimliği terk ederek otomatikmen değer kazanıyorlar. O kimlikten çıkmayı bir özgürlük sanıyor. Varlığını içinden çıktığın kimlikten uzaklaşarak özgürleştirdiğini sanıyor. Arapların dininden kaçarak Türk ırkına bağlıyor kendini. Türk ırkına tutunuyor. Kimliğini doğuştan gelen ırka bağlıyor. İçinden çıktığı kimlikten çıkınca tutunacak dal olarak Türk ırkını seçiyor. Üstünlük kuracağı değeri olmadığı için ırkında üstünlük iddia ediyor. Çünkü üstünlük kuracağı bir değeri yok. Irkını üstün tuttukça zamanla ırkına inanmaya başlar. Başka milletlerle nasıl diyalog kuracağını bilemez. Çünkü elinde değer olarak tuttuğu üstün ırkı ile diğer milletlerle diyalog kurma yerine üstünlük yarışına girer. Herkese düşmandır çünkü üstün olan kendisidir. Ermeni, Yunan, Rum, Arap, İsrail, Batı ile düşmandır. Türkün üstün olduğunu kabul etmeyen herkes düşmandır. En büyük düşman dışarıda değildir. Tıpkı müslüman kimliğini yok etmek istedikleri gibi ve onu yok ederek yerini almak istedikleri gibi Kürt ırkını da kendine rakip olarak görüp yok etmek istemektedir. Sanki hem kürt hem türk kimliği birlikte olamaz. Her yeri türk kimliği kaplamalıdır. Tıpkı müslüman kimliği yerine türk kimliğinin yerini alması gibi. Aslında kürt kimliği sorunu ile müslüman kimliği sorunu aynı kökenden kaynaklanır. Müslüman kimliğini arap kimliği olarak görür ve türk kimliğine düşman olarak görür. Kürtler ise hem müslüman kimliğine sahiptir hem farklı ırka sahiptir. İki açıdan kimlik düşmanıdır. O yüzden türkler ve kürtler aslında bölünmüştür. Mesele sadece Türk ırkıyla Kürt ırkının savaşmasına kaldı. Kürt ırkı da Türk ırkı sayesinde karşıt ırkçılığı öğrendi. Onlar şu an açıkça dillendirmiyorlar. Gücü ele geçirince Atatürk gibi Kürtçe ezanını dillendirecek. Ama Kürtlerin ana bacıların baş örtüsüne dokunacağını sanmıyorum. Belli olmaz güç PKK nın tam eline geçerse eğitim sistemini kürt üstünlükçü ırkı üzerine kurar. Yeni bir tarih yazarlar. Belki Arapları Türk ırkı gibi düşmanlaştırırlar. Bu Arap dinidir derler.
Başörtüsü dini bir emirdir değildir bilmem. Ama yazarın yaklaşımı da bana problemli geldi.
Ne yapıyor?
Bir yere Kuran ve Sünneti koyuyor, diğer tarafa modern dünyayı. Ve kadına gerçek değerini Müslümanların verdiğini söylüyor.
Bir tarafa örtünen, makyaj yapmayan, güzellik takıntısı olmayan, gayri meşru ilişkilerden uzak duran, şunun bunun elinde kendini istirmar ettirmeyen İslam kadınını koyuyor. (Acaba var mıdır güzellik takıntısı olmayan kadın?).
Diğer tarafa modern giyinen ve makyaj, giyim kuşam, eğlence ve fuhuş sektörüne hizmet eden kadını.
Bu çok problemli bir yaklaşım ve ahlaki değil. Bir defa İslam kadınını iffet ile özdeşleştirirken modern giyimli kadınlar ile fuhuş sektörü arasında bir bağ kurmak sakat bir anlayış.
Ayrıca yazar elma ile armutu değil, elma ile tornavidayı kıyaslıyor. Bir tarafa kendi dünyasının ideali ile modern dünyanın en kötü örneklerinden seçerek kıyaslama yapıyor.
Her örtülü kadın iffetli, namuslu ve ahlaklı olmadığı gibi her açık kadın ile ahlaksızlık veya fuhuş sektörü arasında bağlantı kuramazsınız. Özlem Zengin gibi acımasızlık örnekleri, Zehra Taşkesenlioğlu gibi gözünü haram mala dikmiş, Merve Kavakçı gibi vefasız insanlar da başörtülü. Şimdi buradan hareketle biz de tüm başörtülüleri böyle göstersek doğru mu yapmış oluruz?
Kaldı ki, İslam kadına haklarını verdi, modern dünyada kadınlar daha kötü durumda yaklaşımı da inandırıcı değil. İslam´ın en iyi uygulandığı asrı saadette ve sahabeler arasında uygulamadaki kadın haklarının daha iyi bir noktada olduğunu söylemek imkansız.
Hz. Ebubekir´in 10 eşi varmış. Önde gelen sahabeler arasında 50-60 yaşlarında iken 10-12 yaşlarında birbirlerinin kızları ile evlenenler olmuş. Bu mu ileri kadın hakları? Asrı Saadet´te uygulanan muta nikahını nereye koyacaksınız?
Bunu savunanların da o zaman kendi küçük kız çocuklarını da 50-60 yaşlarında adamlarla evlendirmeye razı olması lazım.
Dürüst olmak lazım. İsteyen başörtüsünü taksın. Ama başörtüsü ile tek başına iyi bir insan olunmuyor. Yaşadığımız dönem bize bunu da gösterdi.
Çoğunlukla Müslüman kardeşinin tokadını yemiş ve birçoğu Batı ülkelerine sığınmış bir topluluğun okuduğu bir sitede başörtüsü konusu ele alınırken modern giyimli kadınlar bu şekilde ele alınmamalı.
Hazreti Ebubekir’in 10 eşi olduğunu nereden çıkardınız? Kur’an’da emir açıktır, bir müslüman erkeğin aynı anda en fazla dört eşi olabilir. Bunda tek istisna Peygamberimiz olmuştur. Yani Hazreti Ebubekir’in Kur’an’ın çok açık bir emrine karşı çıktığını ve bunu yaparken de Peygamberimiz dahil onu kimsenin uyarmadığını falan mı iddia ediyorsunuz? Bunla ilgili kaynağınız nedir? Ben araştırdım ama böyle bir şey bulamadım. Eğer iddianızda hatalıysanız en büyük sahabelerden birine büyük iftira atmışsınız demektir ve bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Evli kişiler arasındaki yaş farkı ise kültürel ve zamansal bir meseledir, dini bir mesele değil. İslam sadece bir çizgi çizmiştir bu konuda ve insanların büluğa erdikten sonra, yani ergenliğe girdikten sonra evlenebileceğini söylemiştir ama bu ergenlik ile biyolojik ergenlik değildir, zihinsel bir çocukluktan da kurtulmak gerekir. Eski zamanlarda insanlar dünya şartları gereği daha erken olgunlaştığı için biyolojik ergenliğe girdikleri gibi evlenebilirmiş. Yaş farkı da eski devirlerde mühim bir şey değildi çünkü evlilik kavramına bakış farklıydı, günümüzdeki gibi aşk kavramı üzerine değil, daha pratik faydalar üzerine bina edilmiş. Çocuk sahibi olmak da hakeza öyle. İşte bu, kültürel ve zamansal bir mesele. O zaman öyleydi, şimdi ise böyle. Şu an an 60 yaşındaki birinin 12 yaşındaki biriyle evliliği normal kabul edilmiyor ve zaten ’12 yaşına girer girmez evlendirin’ diye bir dini emir de yok. Aksine bir dini emir olmadığı sürece, bir şey o zamanın şartlarına ve yaşadığın yere göre değiştirilebilir. Ama başörtüsü ile ilgili bir dini emir var, bu değiştirilemez. Namaz da değiştirilemez, zekat da değiştirilemez. Yazarın demek istediği şey bu.
Demişsiniz k: ‘Ayrıca yazar elma ile armutu değil, elma ile tornavidayı kıyaslıyor. Bir tarafa kendi dünyasının ideali ile modern dünyanın en kötü örneklerinden seçerek kıyaslama yapıyor. Her örtülü kadın iffetli, namuslu ve ahlaklı olmadığı gibi her açık kadın ile ahlaksızlık veya fuhuş sektörü arasında bağlantı kuramazsınız.’
Yazar ‘her örtülü kadın iffetlidir, her açık kadın da ahlaksızdır ve fuhuş sektörüyle bağlantılıdır’ gibi bir şey dememiş, bu sizin kendi hayal aleminizden çıkardığınız bir yorum. Ayrıca yazar kendi dünyasının normali ile bu dünyanın normalini karşılaştırıyor, kendi dünyasının ideali ile bu dünyanın en kötü şeylerini değil. Gayrimeşru ilişki, eğlence mekanlarına gitmek, ve buna benzer daha birçok günah bu modern dünyada zaten kötü olarak görülmüyor. Bunlar ‘en kötü örnekler’ değil, normal örnekler ama sanki yazar çok nadir görülen örneklerden bahsetmiş gibi konuşuyorsunuz. Ha ama siz bunları en kötü örnekler olarak görüyorsanız o zaman neden bu kötü örneklerin normalleştiği ve normal görüldüğü modern dünyayı bu kadar canhıraş savunuyorsunuz? Sırf size ‘sığınma’ verdikleri için mi?
Ve kalkıp resmen sahabe dönemi ile modern dönemi karşılaştırıyorsunuz. Siz modern dünyanızda yaşamaya devam edin, zaten başka birçok yorumunuzdan da ne kadar modern dünya meraklısı olduğunuzu biliyoruz. Buyrun, kendiniz asimile olun, çocuklarınızı da asimile edin, sonra zaten bir bakmışsınız siz veya çocuklarınız müslümanlığı bile gericilik olarak görüyorsunuz. Böylelerini etrafta çok gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Bir de bu başörtüsü tartışması açıldığında ve birisi başörtüsünü savunduğunda hemen üretilen karşı argüman şu oluyor: Sadece başörtüsüyle iyi insan olunmuyor. Yazar burada böyle bir şey mi iddia etmiş? Yazarın ne yazdığını okumuyorsunuz, tamamen kendi kafanıza ve arzularınıza göre yorum yapıyorsunuz. Başörtüsü Allah’ın bir emridir, namaz gibi, oruç gibi. Yazar da bu emrin modern zamanlarda göz ardı edildiğinden ve tartışma konusu yapıldığından, değerinin düşürüldüğünden bahsediyor. Bakın yazar ayrıca ne demiş:
‘Bunların yanında, başörtüsünün dinî bir fariza olduğunu kabul etmekle birlikte, onun, dinin birinci ve en önemli emriymiş gibi sunulmasına karşı çıkan, dinî hükümler arasındaki hiyerarşinin bozulmasından şikâyet eden kimseler de vardır. Onlar, dinin şekilciliğe kurban edildiğini, ahlâk, iffet ve iç temizliği hakkında yeterince titiz davranmayanların konu tesettüre geldiğinde mangalda kül bırakmadığını, başörtüsü ve tesettürün anlam ve amacına uygun kullanılmadığını söylüyorlar ki bu eleştirilerinde bütünüyle haksız sayılmazlar.’
Okurken ‘bu yazar benim kutsalım olan modern dünyaya saldırmış’ refleksiyle okumazsanız yazıdan daha çok faydalanabilirsiniz.
Basortusunun dinin emri midir, degil midir bir fikrin yok ama yazarin, bu konuda bir fikri, bir inanci olan insanlar icin yazdigi bir yaziya “yaklasimini begenmiyorum” diye yorum yazabilecek kapasiteyi kendinde bulabiliyorsun. Eger bu yaziya yapilan yorumlari yapan insanlar gercekten kendisini Ustad hazretlerinin baslatmis oldugu ve Hocaefendi’nin devam ettirdigi cemaatin bir parcasi kabul ediyorsa, zannimca artik cemaat tek bir cemaat degil, itikadi konulardan itibaren cok acik bir sekilde ayrismistir.
Bir yanda bu toplulugun temelinde dini esas alan, Allah cc’in ve Rasulu’nun (sas) emir ve yasaklarini temel alan; her emri yerine getiremese de bunu kendisinde bir eksiklik goren, tovbe ve arinma yollari arayan bir grup.
Diger yanda, bir sekilde bu cemaatle iliski icerisinde olmus, veya oldugu iddia edildigi icin su an maddi zarara ugramis ve maddi/dunyevi amaclar icin dinin degismez temel kurallarini dahi yeri geldiginde (bu yeri geldiginde kriterlerini de yine kendisi belirleyebilecek kadar alim ve uzman(!)) isine geldigince esnetebilen, hatta yok sayabilen bir grup.
Elbette ikisi arasinda gidip gelen, gecisken bir grup da olabilir. Ama temel olarak iki grup var, bencileyin.
Allah cc, bizleri ‘iman eger elle tutulsa, eli yakacak’ diye haber edilen su ahirzamanda, razi oldugu topluluk icerisinde olmayi nasip etsin. Rabbine ve O’nun rasuluna karsi kustahlik yapan, nefsi emmaresinin altinda ezimis firavuncuklar olmaktan bizleri alikoysun.
Yazının zaten kendisinde meymenet yokken, yorumcular da tüy dikmiş.Kafanın içini temiz tutmak gerek.Yooo kafanın içi yaşanılan tesettürlü fenomen soytarılıklarında da ayyuka çıktığı gibi temiz değilse,bezi de kirletmenin bir âlemi yok!!Sokaklara bakın sözde tesettürlü onbinlerce teşhirci kadınla dolu.
Yazıda sorun yok da sizin uslubunuzda hiç meymenet yok.. bir düşünce eğer saldırgan bir uslup ile iletilmiş ise onun kaale alınabilir bir tarafı olmaz.. sizin yorum tam olarak öyle
hosumuza gidenleri SADECE hosumuza giden tarzda anlatilirsa kabul ederim diyen arkadaslari anlamak zor. Yazar acikca ifade etmis alimler soylemekle mukelleftir. Basortusu takmazsan gunahkar misindir? Evet. Dinden mi cikarsin? hayir. Ama ortunmek gereksizdir dersen dinden cikmis olur musun? Apacik ayeti inkar etmis oldugun icin Evet. Hepsinde ozgur olmakla birlikte umulur ki kabul edip uygulayalim.
2. nokta Hz Ebubekir ile ilgili 10 tane eşi varmis vs gibi -miş’li ifadelerle sahabelere dil uzatmak yeni moda gibi oldu. Okuyup arastirmadan dil uzatmak hangimizin haddine. Hikmet baska bilgi baska. Bilgi ile hareket eden hikmeti gormez ise merceksiz bos cerceve ile bakar esyanin ve hakikatin tabiatina.
Son olarak dindarlara ya da dindar gorunen munafiklara olan adavetimiz bizleri Peygamberimize ve sahabilerine düşman etmesin. Hak tektir, nihayet birdir yollar farklidir umulur ki hak yolu uzere olalim.
Hz. Ebubekir´in 10 eşi olduğu bilgisinin kaynağı ilahiyatçı İsrafil Balcı.
Değerli Yüksel bey,
4 makalenizi okudum. İstifade etmeye çalıştım. 30 tane de soru veya sorunum var. Bunlara cevap mahiyetinde, yeni bir 5. Yazı daha yazabilir misiniz? Teşekkür ederim.
1. on dört asırlık tarihinde başörtüsünün hükmü belki de hiç tartışma konusu yapılmamış. ( Çünkü, bugünkü şartlar, dün yoktu.
2. delaleti kat’i naslar zorlama tevillere tâbi tutuldu. (Bu kesinlik kimsenin tekelinde değil, siz dahil
3. marjinal görüşler ortaya atıldı. (Peşin peşin nişan almışsın, dur, ne bu acale
4. Başörtüsünün dinin kesin bir emri olduğu görüşünün dile getirilmesi, açık Müslüman kadınların vicdanlarını rahatsız edebilir. (Emir ile insan vicdanı, çelişkili mi demek istiyorsun, ALLAH abes emir vermez
5. başörtüsü ve tesettürün anlam ve amacına uygun kullanılmadığını söylüyorlar ki bu eleştirilerinde bütünüyle haksız sayılmazlar. (Esas ana temel problem bu. siz, kısa ve es geçmişsiniz, derdimiz bu, sizin dert başka, kopuksunuz sahadan
6. En başta şunu net olarak ortaya koymakta fayda var.. (senin kararın kusursuz. Yazılarında sadece bu kesin kararına uygun gerekçeler var
7. Saklı ziynetlerine dikkat çekmek için.. (bu ziynetlerin delaleti kati mi
8. yakalarının üzerini kapatacak şekilde.. (BAŞ ÖRTÜNMEDEN DE bu mümkün olamaz mı, farz ve emir yerine gelmiş olmaz mı
9. Arapça ve usul kurallarını bilmeyen avamdan bir insan bile bütün bu hususları göz önünde bulundurduğunda söz konusu âyetin başörtüsünü zorunlu kıldığını anlamakta zorluk çekmez. (ANLAM senin tekelinde mi, belki sen ANLAMIYORSUN
10. Bazıları başörtüsü şeklinde tercüme edilen “humur” lafzına kelimenin kök anlamından hareketle genel anlamda örtü manası vermiş ve âyetin de başı değil göğsü örtmeyi emrettiğini söylemiştir. (Humur, hımâr lafzının çoğuludur) Ne var ki kelimelere kafamıza göre mana veremeyiz. Bu, aklî istidlallerle çözülebilecek bir mesele değildir.(Ya bu akli çıkarımın manası doğruysa…
11. Zebidî’nin yaptığı tanım… (bu tanım, hatalsız mı, kusursuz mu, kültürel bir tanım olamaz mı
12. Bu kelimenin başörtüsü anlamına geldiğini ispat eden Cahiliye şiirleri de vardır. ( bu TANIMIN delili bir CAHİLİYE şiiri, kendi ayağına sıktın Yüksel bey
13. , ‘Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne atsınlar.’ ( baş örtüsü olmadan, ayaklarda örtülemez mi
14. “Hımâr, saçları ve cildi/bedeni örten bir örtüdür.” ( doğru DEMİŞ Anannemiz, HIMAR BİR ÖRTÜDÜR ama bu, HER ÖRTÜ, HIMAR OLMAK ZORUNDA DEĞİL DEMEKTİR. Hımar sadece bir örtünme türüdür. Tabi siz, AKLI VE MANAyı değil, lafzı esas aldığınız için
15. Ne var ki “humur” lafzının “başörtüsü” anlamına geldiği sabit olduktan sonra, böyle bir iddia ileri sürmenin bir anlamı kalmaz. ( esa konu da bu.. anlamına geldiği sabit DEĞİLDİR, TARTIŞMALIDIR
16. başörtüsünün boyun ve gerdanlık bölgesini de örtecek şekilde göğse doğru salınmasını emretmiştir. (DEMEKKİ ESAS ÖRTÜLMESİ GEREKEN, TESETTÜR KISMI O BÖLGELER
17. Hatta sadece kadınlar değil, erkekler de başlarını örtüyorlardı. ( BAŞ ÖRTMEK, TESETTÜR İÇİNSE, erkeklere de zorunlu olurdu
18. zaten kullanılmakta olan başörtüsünün nasıl örtülmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. (demek başörtmek değil maksat, o kültürel ve iklimsel, esas örtülmesi gereken, tamamlanıyor. İlle arap gibi tamamlamak gerekmez
19. “ziynetleri teşhir etmenin yasaklanması” da zorunlu olarak başörtüsü takmayı gerektirecektir.( hayır GEREKMEZ, ZİYNET yerlerini başka türlü de kapatablir bugün bayanlar
20. Fakat başta Hanefi ve Malikiler olmak üzere birçok fakihe göre yüz avret değildir. Çünkü hayatın ihtiyaç ve zaruretleri onun açılmasını gerektirir. (YÜZ, göz, kaş, kibrik.. avret değil ZARURET, AMA şehvet veren SAÇ avret, öylemi, gidin ALLAH aşkına.. sorun bir aşığa, bakın yazdığı MISRALARA, saçına-kılına mı vurulmuş, yoksa gözüne mi, kaşına mı
21. Vaziyet bu iken kalkıp başörtüsü hakkında farklı görüşler ileri sürmek makul ve meşru görülemez. (vaziyet bu değil işte, …
22. örtünmenin asıl maksadının takva olduğu, elbisenin insanı her tür günahtan, iffetsizlikten, ayıptan, çirkinlikten, töhmetten koruyacağı; hem de takvanın örtünmeyi netice vereceği anlaşılıyor.( doğru. Takva örtunmeyı neıceyı verır. Ortunme takva ıle netıcelenmıyor. O zaman, aracı ve amacı karıştırmamalı. Yola aşık olup, hedefi unutmamak adına güzel.. siz aksini yapıyorsunuz.. araç ta araç..
23. kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. ( KADININ İNCİTİLMEMESİ başka bir hedef, başörtüsü-çarşaf-peçe- vs ile kadın o toplumda inciniyorsa, baöını örtmeden de TESETTÜR VE ÖRTÜNME ile hayat süremez mi
24. Âyetin bu tür taciz ve sarkıntılık olaylarından ötürü Allah Resûlü’ne arz edilen şikâyetler üzerine indiği rivayetlerde yer alır. (peki bu sebep ortadan şu veya bu şekilde kalkarsa..
25. Cilbabın somut ve sabit bir şekli ve türü yoktur; o, kültürden kültüre farklılık gösterebilir. (o zaman niye şekle bağlı kalalım, başka türlü de tesettür ve örtünme olamaz mı
26. örtünme emrini yerine getirmek ancak bedeni vasfetmeyen, yani onun özellik ve niteliklerini ortaya çıkarmayan bir elbise giymekle mümkün ( eee, yüz beden olmuyorda, saç mı beden oluyor, buyurun izah edin
27. Demek ki örtünün asıl maksadı ve fonksiyonu da kadınların ziynetlerini (bedenlerini, süslerini, güzelliklerini) yabancı nazarlardan gizlemektir, yani giyilen elbiseler ve giyim şekli bu amacı gerçekleştirecek özellikte olmalıdır.( bu amaç, sadece saçı örtünce gerçekleşir mi, bin bir türlü cilveler var…neden sadece saöa başa indirgeniyorü o zaman
28. Demek ki örtünün asıl maksadı ve fonksiyonu da kadınların ziynetlerini (bedenlerini, süslerini, güzelliklerini) yabancı nazarlardan gizlemektir, yani giyilen elbiseler ve giyim şekli bu amacı gerçekleştirecek özellikte olmalıdır. (eee, baş örtmemek zinayı teşvik ediyor mu, ya da başı kapamak zinayı engelliyor mu, esas olan tesettür ve örtünmek değil mi o zaman
29. diğer yandan da tesettür emriyle kadın bedenini bakılacak cinsel bir obje hâline gelmekten kurtararak kalb ve duyguların temiz kalmasını istemiş ( yani, kadının ‘bedeni’ yani ta kendisi, öyleyse sadece saça*kıla niye taktınız o zaman
30. hür kadınların cariyelerden ayrılması anlamına geldiğine yönelik açıklamalar bulunsa da bu izah hem âyetteki ifadenin tek açıklaması değildir (acaba, seninki yorum da, onun ki odun mu
SON CÜMLE: tesettür ve örtünmeyi, BAŞÖRTÜSÜNE İNDİRGEMEK hatalı deği mi, yazınız da, bu hata sıklıkla yapılmış, üstten, hakikat bende, canın isterse gibi bir tarzda yazılmış.. çook problemleri var.. bence daha seviyeli ve bir heyet tarafından bu önemli konu yazılmalıydı
Ayse hanım uzun zamandır baş örtüsünün islamdaki hakiki yerini araştırıyorum… Aklıma takılan ve cevabını bulamadığım bütün soruları siralamissiniz kaleminize sağlık…. Lütfen bu 30 soruyu açıklayın özellikle efendimizin ve sahabe efendilerimizin yaşantılarını örnek göstererek…
Leyla hanım, ben yukarıda maddeler halinde, eleştirilerimi açıkça yazdım. sağolsun tr724 gazetemiz, uygunsuz bir yorum görmediki yayınladı. fakat talep ettim 5. yazı gelmedi. ya yazar yorumları okumuyor. ya okuyor ama okuyucuyu önemsemiyor. ya verecek bir cevabı yok. ya hala düşünüyor. ya yazmaktan vazgeçti. ya.. yaa.. ya..
bekliyorum, belki bir umut, ön yargılarından arınmış olarak, eleştirilere derli toplu ve ikna edici bir yeni yazı yazar da ve bizlerde bayanlar olarak istifade ederiz.