AHMET KURUCAN | YORUM
Doğru bir şekilde yazılmış hatırat kitaplarını okumaya bayılırım. “Doğru bir şekilde ne demek, bunu nasıl tanımlarsınız?” derseniz ‘iki kere iki dört eder’ katiyetinde çerçevesi ve sınırları belli edilmiş bir tanımım yok ama şunları söyleyebilirim; hatırat, beni yazarın yaşadığı zamana götürecek. Anlatmış olayların içinde yaşatacak. Sanki o hadiseleri birlikte yaşamışım gibi bir hisse sürükleyecek. O dönemin sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve teolojik yapısını zihnimde canlandıracak.
Mesela eğer söz konusu hatıratın sahibi İshak Alaton ve Sabri Ülker gibi bir iş adamı ise dönemin ticari kültürünü, eğer Tayyar Altıkulaç veya Suat Yıldırım gibi bir akademisyen din adamı ise hem toplumun hem İlahiyat Fakültelerinin hem Diyanet İşleri Başkanlığının hem de siyasetin yapısını ve baş rollerde yerini alan insanların zihni arka planını anlatacak.
Sürükleyici olacak hatırat. Günlük programım içinde bir saat ayırdığım okuma zamanını keşke daha çok zaman ayırsaydım dedirtecek bana. Ya da okuduğum saat itibariyle programımın önü açıksa zaman mefhumunu unutup kafam yorgunluktan kitabın üzerine düşünceye kadar beni tutacak.
“Arife tarif gerekmez.” Sanırım bir fikir vermişimdir bayılırım dediğim doğru yazılmış hatırat kitapları adına.
Hocaefendinin tavsiyelerinden biriydi. “Hatırat kitaplarını okuyun” derdi bize. Sonra da gerekçelerini sıralardı: “Size hayat tecrübesi ve zaman kazandırır. Ufuk verir. Olgunlaştırır. Hadiselere farklı perspektiften bakma alışkanlığı kazandırır.”
Bir defasında şu örnekleri verdiğini hatırlıyorum: Mahatma Gandhi’nin Bir Özyaşam, Hakikatin Peşinde Başımdan Geçenler, Aliyâ İzzet Begoviç’in Tarihe Tanıklığım, Seyyit Kutup’un Söz Sözler, Beni Niçin İdam Ettiler? Daha başka isimler de verdi ama onların hepsi hatırımda değil.
Bu tavsiye benim zihnimde önemli bir yer işgal etmiş ve faydasını da görmüş olmalıyım ki eş zamanlı okumalarımda mutlaka bir hatırat kitabı okumaya çalışırım. Genelde akşamları zihnen yorgun olduğum zamanlarda çok iyi gelir bana. Beni benden alır. Günlük hayatın yorgunluğundan uzaklaştırır, götürebildiği kadar maziye götürür beni.
Bitti bitecek yaklaşık bir aydır elimdeki hatırat kitabını. Adı: “Hatıralar; Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum.’ Yazarı Roger Garaudy.
“Garaudy kimdir?” sorusuna cevap olabilecek bir kaç satır karalamayı israf-ı zaman görürüm bu gazetenin ve köşenin okuyucuları için. Dolayısıyla onu geçiyor ve direkt kitap hakkındaki düşüncelerimi aktarıyorum.
İki tespitimi yazayım önce. Bir; okuması zor. İster yazara isterse yazarın yaşamış olduğu yıllarda yaşananlara özel bir ilginiz yoksa bitirmesi gerçekten zor bir kitap. Roman edasında sürükleyici bir dille yazılmamış. Sebebi bana göre yazarın entellektüel kimliği. Ne kadar popüler bir dil kullanmaya çalışmış olsa da becerememiş. Dediğim gibi entellektül seviyesi onu sürekli yukarıya çekmiş. Kalemi hep alıştığı akademik üslupla buluşmuş. Bu açıdan okumak isteyenlere uyarım; zamana yayın. İlk 50 sayfadan sonra usanmayın. Tarihe tanıklık yapmak istiyorsanız iğne ile kuyu kazan insan sabrıyla hareket edin.
İkincisi; şahsıma yönelik bir özeleştiri ve bu özeleştirini kamuya açık biçimde seslendirilmesi; çok geç kalmışım. İlk baskısı 1989’da yayınlanmış bu kitabın. Garaudy’nin başka bir çok kitabını okumuş bir insan olarak bunu nasıl atladım sorusunu sordum kendime ve bulamadım.
Çocukluk hatıraları ile başlamış. 1913 doğumlu yazar 1918-1945 yıllarını “Çıraklık Yılları” olarak nitelendirmiş. 1945-1970 yıllarını anlattığı bölüme de “Komünist Sorumlu ve Sorumlu Komünist” başlığını vermiş. “Hayatı Değiştirmek” ana başlığını verdiği üçüncü bölümde ise geri kalan yıllarını anlatmış.
İslam’a gelince ona müstakil bir bölüm ayırmış. 450 sayfalık kitabın yaklaşık 125 sayfasını. Enfes tahlilleri var bu bölümde. Bakın kısa bir alıntı sizlere: “Ben, Allah vardır demeyi dahi küfür addedegelmişimdir. Var olmak, algılanan veya düşünülen şeylerin hepsine aittir. Allah ise, bu varlıklar ailesine ait değildir. O, bunları var kılan eylemdir. Allah’ın tecellisi olan insan açısından var olmak demek, kendisini var eden o eylemi yaşamak demektir. İspatlanamayan ama kendini gösterendir O. Bu, tek başına bir düşüncenin hiçbir egsersizi ile değil, aksine bütün hayatın çabasıyla mümkün olmaktadır. Allah’ın yaşayan var oluşunun, o var oluşa imanla şekillenen bir eylemden başka şahidi yoktur. Görülmeyeni görünür kılmak, güzelliğiyle ve çağrılarıyla birlikte.”
Bir Batılı için Müslüman olmanın ne demek olduğunu o engin bilgi birikimi ve şahsi tecrübeleriyle çok güzel anlatır Garaudy. Bir cümle aktaracağım sadece: “Dünyanın öğretmeni, efendisi ve değer yargılarının tek yaratıcısı olduğundan emin olan şu Batı’ya şöyle seslenerek meydan okumak gerekiyor: “İçinde Allah’ın bulunmadığı ekonominizin vahşi usul ve uygulamalarını artık istemiyoruz” ve peşi sıra öyle çarpıcı meydan okuma cümlelerini sıralıyor ki şapka çıkartmamak elde değil.
Burada bitireyim. Garaudy’e Cezayir’de sürgünde iken yapmış olduğu bir takım eylemlerden dolayı kurşunla öldürülme cezası veriliyor Fransız yetkililer tarafından. İnfaz zamanı geldiğinde İbadi’ye mezhebinden olduğunu söylediği Müslüman askerler Garaudy ve ölüm cezası alan sair arkadaşlarına kurşun sıkmayı reddediyorlar. Şok oluyor Garaudy ve şöyle diyor: “Orada, bütün kanunların üstünde bir Kanun’un olabilmesinin ne demek olduğunu müthiş bir şekilde yaşadım. Bizzat yaşanan fizik ötesi hal, müteal, aşkınlık.”
Zaten bu hadise onun İslam ile buluşmasının ilk adımı olmuş.
Daha çok şeyler yazabilirim. En iyisi siz kendiniz okuyun. İnanın çok istifade edeceksiniz.
Evet hocam, burada Rahmetli Ali Ulvi Kurucunun (M. Ertuğrul Düzdağın kaleminden) Hatıralarım serisini de hatırlatmak gerekiyor, bilhassa gençlerin yakın tarihe biraz bakabilmesi için tavsiye edilir!..
Ah, Ahmet Bey ah!
Her sözünde, her satırında hep kendini nazara vermek, nasıl bir patalojik vakadır bunu anlamak mümkün değil.
Güzel kardeşim, Garaudy gibi birini yazacaksan, onun entellektüel dönüşümünü, nasıl bir İslam perspektifinin olduğunu yaz. Madem her kitabını okumuşsun bir biyografisi kalmış (!) demek ki bu yetkinliğin var.
Lüzumsuz bir, “ Ben düzenli ve çok kitap okuyan, biriyim.” karalaması. Bize okuduklarını hazmedip onu süt gibi İKRAM etmen lazım. Kuş gibi kusmak değil.
“Ben, Allah vardır demeyi dahi küfür addedegelmişimdir. Var olmak, algılanan veya düşünülen şeylerin hepsine aittir. Allah ise, bu varlıklar ailesine ait değildir. O, bunları var kılan eylemdir. Allah’ın tecellisi olan insan açısından var olmak demek, kendisini var eden o eylemi yaşamak demektir. İspatlanamayan ama kendini gösterendir O.
Al size süt gibi bir cümle. Daha ne desin. Tevhit den daha büyük ne ola! En çarpıcı fikrini yazmış. Sen anlamadıysan adam ne yapsın. SADECE bu cümle için bu yazıya değer verilir bence. TEVHİDİ ilan etmekten daha ala ne denebilir, Yahya efendi?