Bir direniş örneği; gerçek ile kurguyu ayırabilmek 

YORUM | AV. NURULLAH ALBAYRAK

Üstad Bediüzzaman’ın şimdilerde daha iyi anladığımız bir sözü var: “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.”

Yani, şahsi ya da bir grubun menfaati için merhametsizlik, zalimlik ve adaletsizlik üzerine hareket eden siyasetin canavarlaşacağı, tıpkı bir canavar gibi zalim ve gaddar olacağını anlatmak istiyor Üstad. Menfaat olarak kastedilen de makam, itibar, şan, şöhret, para, gurur gibi şeylerin birisi ya da hepsi olabilir.

Birkaç haftadır Gazze’de yaşanan katliam sonucu çocuk, kadın, yaşlı yüzlerce sivil insanın ölümü üzerine siyasetçilerin yaptığı açıklamalar, söylenen yalanlar, hamasi nutuklar siyasetin ve siyasetçilerin nasıl canavarlaştığını göstermesi açısından ibretlik. Gazze’de bombalanan hastane sonrasında ölen çocukların ve yaralanan insanların çaresiz görüntüsü altında siyasilerin söylediği yalanlar, yaşanan acıya daha fazla acı katmaktan başka bir anlam ifade etmiyor.

Yalan ne yazık ki siyasetçilerin ve medyanın da desteğiyle normalleşti. Yalanın normalleşmesinin en kötü sonuçlarından birisi toplumda var olan güven duygusunun yok olmasına ve toplumsal birlikteliğin bozulmasına neden olmasıdır. Keşke dünyanın hiçbir yerinde ölümler üzerinden siyaset yapılmasa, insanların acıları menfaat aracı olarak kullanılmasa ve keşke yalanlarla toplumlar manipüle edilerek insanlara zarar verilmese. Ama ne yazık ki bunlar olmaya devam edecek ta ki toplumdaki fertlerin çoğunluğunun gerçekle kurgu arasındaki farkı anlayarak reaksiyon alma konusunda sorumluluk bilincine sahip olacağı ana kadar.

Ülkemizde de çocukların öldüğü, masum insanların yaralandığı, yaşlı ve hastaların cezaevlerinde ölüme gönderildiği, hamile kadınların tutuklanıp cezaevine atıldığı hadiseler yaşanmaya devam ediyor. Elbette ki çoğu insan gibi bizler de yaşanan ölümlerin bir an önce son bulmasını istiyor ve bekliyoruz. Ancak şunu da eklemeden geçmeyelim; Gazze için çözüm üretmek isteyen siyasetçiler samimilerse, ülkemizde yaşanan insanlığa karşı suçlar için de çözüm üretmeli. En azından çözüm arayışında olmalılar. Aksi taktirde samimi olmadıklarını, siyasi menfaat gereğince konuştuklarını ve sadece nutuk attıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Türkiye tarihinin en kanlı saldırısı olarak kayıtlara geçen 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı’nda 105 insan hayatını kaybetmişti. 105 insanın hayatını kaybettiği bu menfur saldırı sonrasında akılda kalan ne oldu dersiniz?

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bir televizyon programında söylediği, “Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.” açıklaması oldu. Ölen onca insan ve yaşanan tramvatik bu hadise üzerine siyasetçinin olaya bakışının menfaat endeksli olduğunu gösteren bu açıklama, siyasetin menfaat üzerine olmasının ne kadar büyük bir tehlike içerdiğini gösteren acı bir örnek olarak zihinlere kazınmış oldu.

KHK’larla işlerinden atılan 100.000’in üzerinde insanın yaşadığı mağduriyetle ilgili AKP İl Başkanının söylediği, “Bu insanlar ne yiyecek’ diye düşünürsek, bu vicdana sığmaz. Gitsinler ağaç kökü yesinler.” sözü İsrailli siyasetçilerin Gazze’de yaşayanlar için söylediği sözlerle birlikte okunduğunda merhametsizliği, zalimliği ve adaletsizliği daha net görmek mümkün.

Kısa süre önce beşiz çocukları olan anne ve babanın birlikte tutuklanıp cezaevine konulmasına Meclis kürsüsünden isyan eden insan hakları savunucusu ve YSP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na oturdukları yerden sataşan bazı siyasetçilerin söylediği, “250 şehitten bahset, suçlarını söyle.” tarzı ifadeler siyasetçilerin zalimliklerini ve adaletsizliklerini gösterdiği gibi; gerçek yerine oluşturdukları kurguyla insanları ve kendilerini kandırdıklarını da gösteriyor.

Yaşanan bunca olayın bize öğretmesi gereken asıl tehlike nedir derseniz, bir şeyin doğru olup olmadığından çok faydalı olup olmamasının daha önemli olduğu düşüncesinin hakim olmasının sağlanması diyebilirim. Yani ikna edilmiş kişiler yerine gerçekle kurgu ya da gerçekle yalan arasındaki farkı anlama özelliğine sahip olmayan kişiler. Tam da siyasetçilerin istediği insan modeli.

Maalesef siyasilere güven kalmadığı gibi güvenilir olması gereken yargı kurumuna da güven kalmadı. Siyasiler ve siyasetin güdümünde hareket eden yargı mensupları o kadar çok gerçekleri manipüle ederken yakalandılar ki artık herhangi bir siyasetçinin ya da yargı mensubunun söylediği söze güvenilmesini beklemek zor. Buna sebep olanlar belki farkında değiller ancak yalanın baskın olduğu ya da yalan söylemenin kınanmadığı toplumlarda kişisel güvenin yanında kurumsal güvenin sarsılması da kaçınılmazdır. Tıpkı güven vermesi gereken Diyanet teşkilatının güvenilmeyen bir kurum olarak kabul edilmesi gibi.

Hitler, Stalin, Pol Pot rejimleri gibi despotik yönetimler yenilgiye uğratıldı ve hepsi acı bir sonla karşılaştı ancak unutulmamalı ki yalan olgusu hala canlı ve yaygın olarak kullanılmaya devam ediyor. Bu gerçeği bilerek siyasi aktörlerin samimi olmasını ya da yalan söylememesini değil asıl mücadelemiz sorgulayan ve gerçekle kurguyu ayırabilen bireylerin varlığı olmalıdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. “sorgulayan ve gerçekle kurguyu ayırabilen bireylerin varlığı olmalıdır.”

    Çok guzel bir tespit ve çözüm önerisi olarak okudum yazınızı.

    Bunu basarabilmek için olup biteni sürekli takip etmek, belki bir sürü taktik ve strateji bilip olayları bu süzgeçlerden geçirmek gerekiyor.

    • Bu bahsettiğiniz şey aslında o kadar da zor olmayabilir.
      İnsan iki-üç soruyu sorsa yeter belki de, bir kişi bir şeyi söylediğinde veya iddia ettiğinde:
      1. Ne diyorsun?
      2. Nereden biliyorsun? Kaynağın ne?
      Belki buna üçüncü bir soru da eklenebilir:
      3. İddia sahibi kim? Uzmanlık alanında mı konuşuyor? Yoksa bir kere tanındıktan sonra her konuda laf üreten biri mi?
      Ama eğer bir yerde toplumun önde gelen insanları ahlaksız ise, halk da bağnazlık derecesinde, aklını kullanamayacak derecede cahil ise, veya dini-milli duygular ile bu noktaya getirildi ise, o zaman bu soruların bir anlamı ve faydası yok.
      Son günlerden bir örnek.
      Yargıda rüşvet iddiaları. Meclise taşınan ve araştırılması istenen bu iddialar.
      Ve:
      Adında adalet geçen bir parti, yine milletini çok sevdiğini söyleyen bir partinin milletvekilleri ile bu iddiaların araştırılmasının reddedilmesi.
      Normal bir ülkede böyle bir gelişme karşısında yer yerinden oynardı. Bu yönde oy kullanan milletvekilleri insan içine çıkamaz, Japonya gibi yerlerde intiharlar olurdu. Gazeteciyim diyen kalemini kırardı.

      Benim buradan çıkardığım şu:
      Ahlaksızlık en kötü derece değil. Bir insan ahlaksız olabilir, ama bunu bilip vicdanı rahatsızlık verebilir, onun ezikliğini hissedebilir.
      Bu bile seviyedir.
      Peki, ama ahlaksız olduğu halde kendini ahlak timsali görenlere, hatta dünyaya ahlak dersi vermeye kalkanlara ne diyeceksiniz?
      Ortada kokmuş bir ceset, bir leş yığını var artık.
      Ve Türk halkı maalesef bu durumu seçti.
      Önde gelenleri sadece ahlaksız değil, aynı zamanda ahlaksız olarak ahlak ders vermeye devam ettiği için, halk da aklını kullanamaz zombilere dönüştürüldüğü için.

  2. Kişiler kendileri seçerler. Kurguya inanmak isteyen o kurguyu sürekli dillendirecektir. Bu sayede kurgunun gerçek gibi olması sağlanır. O yüzden sürekli herşeyi bastırıp kurgudan bahsederler. 250 şehitten bahseden milletvekili de böyle biri.

    • Örnek olması bakımından güzel bir tespit. Sadece bir tane MV yok. Sürüyle insan var ve birçoğu gerçekten de buna inanarak söylüyor. Hakan Şüküre bile sürüyle 250 şehit ne olacak diyen insan var. Aklını kaybetmiş insanın ne alaka diyeceği bir konuda bile bu saçma baglantiyi gerçekten kurabilen kitleler mevcut. Çaya çorbaya 250. Hipnotize edilmiş beyinler hiç de az değiller. Lakin su da var ki bu her şeyi 250’ye bağlama yaklaşımı tek örnek değil. Filtresi süzgeci olmayan zihinlerde bir sürü başka örnekleri de mevcut.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin