Bürokratlara neden kıydılar?

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Bürokrasi otoriter rejimlerde diktatörlerin elinde bir zulüm, baskı, tahakküm aracıdır. Hukukun üstünlüğünün ve kuvvetler ayrılığının olmadığı ülkelerde yargı adalet dağıtmaz. Aksine rejim ve muktedirler lehine halkı, aydınları sindirmeye, gazetecileri susturmaya çalışır. Yargıçlar, mahkemeler zalimin saltanatı için korkutma, cezalandırma aracıdır. Doğu Perinçek’in ifadesiyle o artık güçlünün köpeğidir.

Bürokratik yapılar yasaların geçerliliğini koruduğu, hukukun işlediği ülkelerde sanılanın aksine demokrasinin güvencesidir. Liderlerin her şeyi mutlak kontrol etme hevesine bürokrasi engel olur. Diktatörleşme eğilimindeki bir liderin veya kadronun önünde durabilir. Halkın gerçekleri görmesi için insiyatif alır, hukuksuz kararları uygulamayı reddeder, ülkeye zaman kazandırır. Halk ve medya desteği de olursa bürokrasi otoriter eğilimli liderlerin/kadroların başarısız kılınmasında çok önemli bir faktördür. İktidarların sınırsız güç devşirmesini engeller, işleri yavaşlatarak demokrasiden, hukuktan kopmayı geciktirir, zorlaştırır. O nedenledir ki siyasi liderler tam biat etmeyen bürokrasiden, yargıdan rahatsız olur. Emre amade hale gelmesi için yoğun çaba gösterir. Ne var ki güçlü ve uzun süre iktidarda kalan bir lidere/hükümete bürokrasinin direnç göstermesi mümkün değildir. Zira otoriterleşme eğilimindeki liderler uzun erimde liyakatsız, niteliksiz ama sadık kadroları bürokrasiye hakim kılarak bu direnci yok ederler. Demokratik ülkelerde başkanların, liderlerin görev süreleri tam da bu nedenle sınırlandırılır. Demokrasiyi korumak, otoriterleşmeye engel olmak için bu bir zorunluluktur.

Türkiye’de uzunca süre bürokrasi, münhasıran askeri bürokrasi hukukun üstün olmasının, demokratik işleyişin önündeki en önemli engel oldu. Her ne zaman ülkede daha demokratik, çoğulcu, eşitlikçi kararlar alınsa, bu kararlar uygulamaya konulmak istense, parlamento ve hükümetler karşısında Kemalist rejimi koruma misyonu edinmiş askeri bürokrasiyi buldu. Dünyanın medeni ülkelerinde geçerli, insan haklarına, evrensel hukuka uygun pek çok yasal düzenlemeyi üst yargı iptal etti, TSK “rejimin bekası”, “irtica”, “Atatürkçülük” gibi soyut gerekçelerle bürokrasiyi, yargıyı etkiledi. Siyasetin meşru ve yasal sınırlar içinde yetkilerini kullanmasına dahi rıza gösterilmedi. Münhasıran TSK yıllarca kendisini “kurucu irade”, “ülkenin sahibi” gördü, devlet ve toplum üzerinde vesayet inşa etti. Bu vesayet zayıfladığında karanlık enstrümanlar devreye sokuldu, tekrar tahkim edildi. Direnç gösteren siyasi iktidarlara balans ayarı verdiler. Statüko, askerler ve yüksek yargıçlar üzerinden ülke üzerindeki kontrolünü konsolide ettti. Demirel gibi bir siyasetçi defalarca şapkasını alıp gitmek, koltuğu terketmek zorunda kaldı. Seçilmiş, meşru hükümetlere darbe yaptı, başbakan ve bakanları idam ettiler. 1960 sonrası siyasete girmek isteyenler artık statükoyla iyi geçinmek veya kefenini hazırlamak zorunda olduğunun bilincindeydi.

Uzun süre TSK üst kademesi, üst yargı organları gibi konumlara gelecekler yasalarda olmayan, subjektif testlerden geçirildi. Kemalizmi zırh olarak kullanan statüko önemli konumlara, mesleklere “akredite olmayan kimseler gelmesin” diye illegal fişlemeler yaptı, hukuksuzluklara imza attı. Anayasa ve yasalarda var olan eşit vatandaşlık ve kamusal haklardan eşit yararlanma gibi ilkeleri yok saydılar. Kazara önemli konumlara gelebilenleri yargı ile engelledi, medyadaki elemanlarıyla linç ettiler. Kemalist rejimin sigortası misyonunu yükledikleri bürokrasiyi kendileri açısından “steril” tuttular.

Özal ile birlikte bu düzen epeyce sarsıldı. O nedenle Beyaz Türkler, Kemalist seçkinler Özal’ı asla affetmezler. Sonra kariyer mesleklere objektif sınavlarla girme uygulaması getirildi. Bu durum Anadoludan, kırsaldan çıkmış başarılı gençlerin sivil ve askeri bürokrasiye girmesini hızlandırdı. TSK, Dışişleri bakanlığı, Yargı, üniversiteler… Beyaz Türklerin bostanı olmaktan hızla çıkıyordu. 28 Şubat süreci önemli oranda bu gidişe dur demek için planlandı. Amaç, farklı görüşlerdeki bürokratları, yargıçları, askerleri tasfiye etmek, etkisizleştirmekti. Bunu da itiraf ediyorlardı zaten.

28 Şubat planlayanlar açısından başarısız kaldı, arzu ettiklerini tam yapamadılar. O nedenle “bin yıl sürecek!” diyerek planı revize ettiler. 28 Şubatçı paşaların hukuk dışı uygulamalarına, kitlesel kıyımlarına en önemli engel sivil ve askeri bürokrasi içinde statükocu olmayan, demokrat bürokratlardan geldi. Askerler içindeki demokratlar darbe planlarını, fişleme listelerini ifşa ederek projeyi akamete uğrattılar. Namuslu gazetecilere yapılan andıçları, statükonun kontrolü dışındaki STK’lara, dini gruplara yönelik psikolojik harekat planlarını açık ettiler. Keza Balyoz ve Ergenekon gibi darbe planlarının uygulanamamasında demokrat, halka karşı sorumluluk hisseden kadroların etkisi büyüktü. Bürokrasi otoriter eğilimleri engellemiş, yavaşlatmış ve başarısız kılmıştı. Kendisini güce karşı değil yasalara ve halka karşı sorumlu hisseden bürokratlar kamu mallarının yağmalanmasına da sessiz kalmadılar. Askeri vesayete karşı çıktıkları gibi sivil soygun düzenine de itiraz ettiler.

Belçika, Hollanda, Almanya gibi demokratik ülkeler yıllardır koalisyonlarla yönetiliyor ama devlet işleri aksamıyor, hukuk, adalet çalışıyor, kamu hizmetleri yürüyor. Çünkü buralarda, gücünü hükümetten, yetkisini iktidardan değil, yasalardan alan bürokratlar, memurlar var. Bunlar minneti iktidara değil, halka duyuyor. İktidardaki partinin çıkarlarını değil, kamunun genel çıkarlarını gözetiyor. Hatta yönetim yapısı, etnik dağılımı oldukça parçalı Belçika, 2010 yılından sonra iki yıla yakın hükümetsiz kaldı ama ciddi bir problem yaşanmadı. Kamu hizmetleri aksamadı. Devlet çökmedi, kaos, anarşi olmadı. Çünkü her bir kamu görevlisinin yetkisi, sınırları, görevleri yasalarda vardı ve memurlar, bürokratlar yasalara uymak zorunda olduklarının bilincindeydiler. Bir devletin çökmemesinin garantisi aslında nitelikli, yasaları uygulayan, hukuka uyan, yasadışı işlere itiraz eden bürokrasidir.

15 Temmuz sonrası bürokrasideki, yargıdaki kıyımın sebebi askeri vesayet isteyenlerle, yolsuz siyasetin birlik olup namuslu bürokratları biçmesidir. Lidere, güce, iktidara biat eden bürokrasi sivil veya askeri otoriterleşmeye alet olurken, yasaları, hukuku ve halkın çıkarlarını dikkate alan bürokrasi otoriterleşmenin, soygun düzeninin önünde engeldir. Gücünü yasalardan alan memurlar, yargıçlar bir çekince yaşamaksızın başbakana dahi ceza kesebilir. Kraliçe’nin eşini trafikte durdurabilir, kurallara uyması için uyarabilir.

Kemalistler kurdukları vesayete tehdit gördüğü, AKP ise soygun düzenine engel olduğu için namuslu, yasalara göre işleyen bürokrasiden ve bürokratlardan rahatsız oldular. Günün sonunda 15 Temmuz’u Allah’ın lütfu yapıp elbirliğiyle dürüst, namuslu bürokratlara kıydılar. Hatta bir de “darbeci”, “terörist” etiketi yapıştırdılar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Türkiyenin durumunu yani bildiğimiz bir konuyu resmettiniz, aslında içinden çıktığımız hareketimizin de Türkiyeden farklı bir tarafı yok, adam harcamada, liyakatsizlikte, geleceği öngörememek, tedbir almamak, gündelik yaşamakta israr, yani “bugün buldum bugün yerim, allah kerim yarına” durum bu

    Yani kısacak “KIZIM SANA SÖYLÜYORUM, GELİNİM SEN ANLA” düşüncesi içerisinde olmak lazım

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin