YORUM | M. NEDİM HAZAR
3 Mart 1916’da Bitlis’in Rusların eline geçmesiyle Bediüzzaman ayağı kırık, üç-dört yerinden yaralı bir hâlde esir düşmüştü.
Nursi olayı kendi anlatımıyla şöyle özetliyor:
“Harb-i Umumî hengâmında çok tehlikelere maruz kaldım. Hatta bir defa bir dakikada üç gülle öldürecek yere mukabil bana isabet ettiği halde tesir etmediler. Bitlis’in sukutunda, bir miktar talebelerimle Rus askerlerinin bir taburu içine düştük. Bizi sardılar. Her tarafta el ele ateş edildi. Dört tanesi müstesna, bütün arkadaşlarım şehid olduktan sonra, taburun dört sıralarını yardık, yine onların içinde bir yere girdik. Onlar üstümüzde, etrafımızda sesimizi, öksürüğümüzü işittikleri halde bizi görmüyordular. Otuz saat o halde çamur içinde ben yaralı iken hıfz-ı İlâhî ile istirahat-ı kalb içinde muhafaza edildim.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
Durum hiç de iç açıcı değildir. Yaralı ve perişan bir halde önce çamurların, ardından suyun içinde neredeyse 36 saat mahsur kalmıştır. Teslim olmaya asla niyeti yoktur. Ancak kan kaybından ve şiddetli soğuktan hayatı tehlikeye girince onu kurtarmak gayesiyle talebelerinden birisinin kendisinden habersiz gidip düşmana haber vermesiyle, 19 Şubat Cuma gecesi Ruslar gelip esir alır.
Talebelerinden Hacı Ali Aras hatıratında olayı şöyle naklediyor:
“Biz Muş’a varmadan Ruslar Muş’u istila etmişti. Muş’u boşaltan halkla yolda karşılaştığımızda onlar bütün mühimmatın, bu arada on dört parça topun kaldığını söylediler. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu 300 kişilik kuvveti on dört parça topa taksim edip altı kişilik bir müfrezeyi de cephane kaçırmaya memur etti. Biz top ve cephaneleri kaçırıp Bitlis-Tatvan yolu üzerinde mevzi almış bir nizamiye alayına teslim ettik. Bu arada Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü müdafaa yapıldı. Hz. Üstada üç mermi isabet etti. Bunlardan biri hançerinin kabzasına, diğeri sigara tabakasına, bir diğeri de sağ omuzuna isabet etti.”
Bediüzzaman bir köprüden atlarken, dengesini kaybeder ve sağ ayağı taşa gelir kırılır. Talebelerine kendisini kemerin altına götürüp bırakmalarını ve kendilerinin yola devam etmelerini söyler. Ancak hiçbir talebesi onu bırakmayacaktır. Yine Ali Çavuş anlatıyor:
“Bana kemerin içerisinde daha münasipçe bir yer göstererek ‘Ali beni oraya götür. Sana izin veriyorum. Git, inşaallah kurtulursun’ dedi.
Ben kendilerini o yere götürüp oturttum. Benim musırrane gitmemi arzu ettiyse de, gitmeyeceğimi ve beraberce şehid olmak istediğimi söyleyince başımı eliyle sıvazlayarak ‘Dayi hayran kader bizi esir etti’ dedi. Ben de kadere teslimiyetimi izhar ettim.”
Necmeddin Şanler gibi hayatını Bediüzzaman’ı araştırmaya vakfetmiş değerli kalemler, kitaplarında bir talebesinin gidip Rusları getirdiğini söylese de Ali Çavuş olayı biraz farklı naklediyor:
“Su içerisinde otuz altı saat kadar kalmıştık. Bu arada su kemerinin üstündeki binayı da Ruslar işgal etmişler, sesleri aşağıda işitiliyordu. Oradan çıkmak için tedbir almakla meşgul iken birden kaldığımız yeri elli kişilik bir Rus müfrezesi bastı. Hepimizi çıkarıp altında otel olan ve o zaman Rusların ikinci ordusunun yerleşmiş bulunduğu bir binaya bizi götürüp bir odaya yerleştirdiler.”
Said Nursi önce sıradan bir komutan olarak görülüyor Ruslar tarafından, ancak talebelerinin aşırı hürmetini fark eden Rus kumandan ona özel ilgi gösteriyor. Üstad ise kırık olan sağ ayağını dinlendirmek amacıyla ayak ayak üstüne atmış durumda. Rus kumandan bunu küstahlık zannederken kırık olan ayağını söylemeye tenezzül etmediğini anlayıp, daha çok hürmet etmeye başlıyor!
Hemen bir sıhhiye çağırıp ayağı alçıya alınıyor.
Ardından 27 subay ile beraber, sevk edileceği söyleniyor. Üstad talebelerini bırakmak istemiyor ama sadece birini alabileceğini söylüyorlar.
Ayağı alçıda olan Bediüzzaman yaklaşık bir ay Van’da tutulduktan sonra, İran’a (Hoy) akabinde trenle sibiryaya sevk ediliyor.
Ayağı henüz tam iyileşmemiş, yaraları ise hala sargıdadır. Önce Tiflis’te hastaneye yatırılır. Bu arada payitahta Bediüzzaman’ın esir düştüğü haberi çoktan ulaşmıştır. Hemen harekete geçerler ve Hilal-ı Ahmer (Kızılay) vasıtasıyla bir miktar para gönderilir.
Dizimizin geçtiğimiz bölümlerinde Yusuf Akçura beyefendiden size bahsetmiştim. İşte bu parayı bizzat Yusuf Akçura bey ona götürür.
Tarih Ağustos 1916’ya gelmiştir. Bediüzzaman tamamen iyileşince, önce trenle, ardından yaya olarak ikamet edeceği esir kampına; Kosturma (Kostroma) Kologriv’e götürülür.
Bediüzzaman’ın esaret hayatıyla ilgili günlük anekdotları bulmakta epey zorluk çektiğimi ifade etmeliyim. Ancak 30 ay süren bu dönem tamamen bulanık da değildir.
Bir sonraki yazıda kamp hayatına göz atacağız.