İman ve özgürlük

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 59)

İslam, iman, hürriyet, irade, ihtiyar, baskı, imtihan, sorumluluk şuuru, ahiret, hesap, cennet, cehennem…Özgürlük ve iman dediğiniz zaman yukarıda sıraladığım kavramların hepsini birden mütalaa etmek şarttır. Özgürlük ve iman ancak bu bütüncül bakış içinde anlaşılabilir ve anlatılabilir çünkü.

Deneyelim; İslam bir dinin adıdır. Müntesiplerinden sunmuş olduğu değerlere iman etmesini bekler. İnsan akıl, irade ve ihtiyar sahibi hür bir varlıktır. Dinin sunmuş olduğu değerlere inanmasını beklemesi ile insanın özgür irade ve ihtiyar sahibi olması birbiri ile çelişmez. Zira İslam inanma konusunda baskı ve zorlamada bulunmaz. Yaratılıştan insanlara verilmiş olan irade ve ihtiyarlarını ellerinden almaz. “İstersen, arzu edersen, kabul edersen” der. Ama şu ilaveyi de yapar; bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır. İman bu imtihanın en önemli hatta başat ögesidir. İnsan ise kâinat içindeki varlıklar içinde özgür irade ve ihtiyar verilmiş tek varlıktır. Bu yüzden bunun bilincinde olmalı ve sorumluluk şuuru ile hareket etmelidir. Çünkü bu geçici dünya hayatından sonra daimî bir ahiret hayatı vardır. Orada insan dünyada kendi özgür iradesiyle iman edip-etmemesinden, her iki halde de yapmış olduğu davranışlardan Allah’a hesap verecek ve hesap cennet veya cehennem ile son bulacaktır.

Bir paragraf içinde birer cümle ile özetlemeye çalıştığım bu tablo dinimizin iman ve özgürlük bağlamındaki duruşudur. Bunu ispat için Kur’an ayetleri ile o ayetlerin nazil olmasına sebebiyet veren hadiselere bir başka tabirle Efendimizin hayatına bu gözle bakmak yeterlidir. 

Gelin bu perspektiften birlikte bakalım. Allah Resulünün 23 yıllık peygamberlik hayatını iki ana başlık halinde ele alabiliriz; güçlü olduğu dönemler, güçsüz olduğu dönemler. 13 yıllık Mekke hayatı herkesin malumudur. Müşrikler inanan insanlara baskı, işkence, boykot, sürgün ve öldürme dahil ellerinden gelen her türlü kötülüğü ve zulmü yapmışlar. Zulümlerinden dolayı Habeşistan’a kaçan insanların bile peşlerine düşmüş ve oraya iltica edenleri Mekke’ye geri getirmek için elçiler göndermişler. 10 yıllık Medine hayatına gelince, Hudeybiye’ye kadar geçen 7 yıl içinde de değişen bir şey yok. Bedir, Uhud, Hendek Mekkeli müşriklerin başta olduğu ittifakın 500 km yol kat ederek Medine önlerine kadar gelip Müslümanları yok etmek istediği savaşların adıdır. Şöyle özetleyeyim; peygamberliğin başından Hudeybiye’ye kadar geçen 20 yıllık sürede Müslümanlar güçsüzdür. Hudeybiye sonrasına gelince rüzgâr tersine dönmüş özellikle Mekke fethinden sonra Müslümanlar tartışmasız olarak üstünlüklerini ilan etmişlerdir.

İşte Efendimiz (sas) ne güçlü ne de güçsüz olduğu bu dönemlerin bir tek karesinde bile inanmayanları tebliğ ve temsilini yaptığı dine inanmaları için baskı yapmamıştır. Sadece dinini tebliğ etmiş, bu uğurda her türlü gayreti sarf etmiş, inanmamaları karşısında üzüntüsünden kahrolmuş, dua dua Rabbisine yakarmış ama hiç bir zaman ne şiddete başvurmuş ne de zorlamaya. İsteseydi nasıl onlar inanmayın diye baskı yapıyor ve yaptıysa aynı baskıyı tersinden inanmaları için yapabilirdi. Ama yapmadı. Nasıl yapsın ki bu dinin sahibi olarak Allah’ın açık seçik emri ortadadır: “Peygambere düşen vazife, apaçık tebliğden ibarettir.” (64/18), “Sen öğüt verip uyarmaya devam et! Zira sen ancak uyarmakla mükellefsin. Onlara inansınlar diye ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin.” (88/21-22),“De ki: İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (18/29)

Sözü uzatmanın manası yok. Bu konu ile alakalı olarak daha onlarca ayet, yüzlerce hadis ve hadise sıralayabilirim. Konuya ilgi duyanlar bunları beş-on dakikalık bir google taraması ile bile bulabilir. Fakat sözün burasında şu soruyu sormak ve cevap vermek zorundayım: zorlasa ne olur? 

İman olmaz. Zorlama ile yapılan iman ancak ve ancak münafık üretir. İman samimiyettir. İman içtenliktir. İman candanlıktır. Gönülden kabul edilmeyen iman ile bir yere varılamaz. İmanın yüklemiş olduğu sorumluluklar eda edilemez. Hayat yolunda imanın gereklerini yerine getirme için ortaya çıkan engeller aşılamaz. Allah da zaten böyle bir imana iman demez. Bakın iman içlerine sinmemiş ama Müslümanların elde etmiş olduğu maddi güç karşısında başka yol yok deyip siyasi otoriteye teslim olmuş bazı bedevilerin biz iman ettik demelerine karşı Allah şöyle demiştir: “Bazı bedevi Araplar sana gelip Biz iman ettik! dediler. Sen de onlara de ki: Siz gerçek manada iman etmediniz. En iyisi siz ‘(güçlü olduğunu gördük ve yanınızda yer almak suretiyle) müslüman olduk’ deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize tam anlamıyla yerleşmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, sizin hiçbir davranışını karşılıksız bırakmaz, yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah çok affedici ve çok merhametlidir.” (49/14)

Hasılı, iman insanın kendi özgür iradesiyle kabul veya reddedeceği bir olgudur. Dolayısıyla inanma kadar inanmama da özgürlük kapsamı içindedir ve bu çifte özgürlüğü insana, insanı yaratan Allah vermiştir. Hiçbir insan ve hiçbir dünyevi otorite bu hakkı onun elinden alamaz. İnsan da özgür iradesiyle yapmış olduğu bu seçimin bedelini hem dünya hem de ukbada görür.

Bir sonraki yazımda iman ve hayat ya da iman ve davranışlarımız arasındaki münasebeti ele alacağım.

Devam edecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin