YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Bir mektup yazmayalı ya da bir mektup almayalı kaç yıl oldu hatırlayamadım. İnsanoğlu her şeye alışıyor, kendini yeniliğe anında adapte edip arkasına dönüp bakmıyor. Tarih kadar eski bir arkadaşımızı yani mektubu ne de çabuk çıkarıp atmışız hayatımızdan. Vefasızlık ve faydacılık insanoğlunun hamurunda var. Motoru bulunca 10 bin yıllık arkadaşı ‘at’ı, arkasına bile bakmadan dağların başında nasıl terk ettiyse dijitali bulan insanoğlu bugün de binlerce yıllık bir başka arkadaşını yani kağıdı unutuyor. Kağıdı terk eden kaleme vefa gösterir mi? Kaleme, kağıda vefasız olan mektuba ayrıcalıklı davranır mı?
Medrese-i Yusufiye’de esir tutulan bir akrabamdan gelen bir mektup beni nerelere götürdü. Bir zamanlar hayatımızda, kağıt vardı, kalem vardı, mektup vardı.
Oysa yakın zamana kadar hayatımızın ne kadar da içindeydiler. Hele gazeteciliğin mütemmim cüzüydü onlar.
1950-60’lı yıllarda daktilo iyice yaygınlaşınca, gazetecilikte mesleğin duayenleri, işe yeni başlayanlara kalemi bırakmamaları konusunda ısrarlı uyarılarda bulunurmuş. Onlara göre bir yazarın kalemle irtibatının kesilmesi, balığın suyla irtibatının kesilmesi anlamına geliyormuş. Aynı zamanda çağın gerisinde kalmak istemeyen gazeteciler, haftanın bazı günlerinde yazılarını daktilo ile bazı günlerinde ise kalemle yazarmış. Yakın zamana kadar sırf bu yüzden kalemle yazan yazarlar bilirim.
Bizim neslimiz kalemle düşünen belki de son nesildi. Ben mesleğe başladığım ilk yıllar meramımı ancak kalem ile anlatabiliyordum. Gerçi on parmak daktiloyu üniversitede zorla öğretmişlerdi ama ben uzun yıllar kalemle düşünmeye devam ettim. Mesleği yaparken kağıtla irtibatı hiç kesmedim. Sürekli yanımda küçük not defterlerim olurdu ve anlık düşüncelerimi not alırdım.
Kalemle yazmak, düşüncelerini kayıt almaktan çok daha başka bir şeydi. Onunla kağıdın üzerine dokunur, temas edersiniz, karakterinizin bir yansıması olarak çizgiler dökülür, ortaya çıkardığınız şey bilgisayar ya da daktilo metinlerinden çok çok farklı şeylerdir. Üzerine işlenen çizgiler sizin elinizin, kalbinizin, beyninizin bir uzantısıdır. Sizin ruhunuzu başka bir yere mesela kağıda adeta nakşeder. Yani yazı yazmak bir ressamın eseri gibi sadece size özel bir şeydir. El yazısı sizin ruhunuzun fotoğrafıdır aynı zamanda.
Kalem ile yazarın arasındaki bu yoldaşlık ilişkisi onların icadına kadar uzanan tarih kadar eski bir ilişkiydi. Bu da kağıdı ve kalemi yazanın en yakın sırdaşı yapıyordu. Yazarın ruhunu hem ifşa ediyor hem de sırlıyordu.
Norveç Teknoloji ve Bilim Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre kalem ve kağıt hafıza için tutunacak daha fazla noktanın oluşmasını sağlıyor. Araştırmaya öncülük eden Prof. Dr. Audrey Van Der Meer; “Kalemi kağıt üzerine bastırma ile pek çok algı aktif oluyor, yazdığınız harfleri görmek, yazarken çıkardığınız sesi duymak, bu algı deneyimleri beynin farklı parçaları arasında temas oluşturuyor ve beyni öğrenim için açıyor. Hem daha iyi öğreniyor hem de daha iyi hatırlıyoruz” diyor.
El yazısıyla ilgili her zaman bu düşüncelere sahip olmama rağmen fark etmeden önce mektup çıkmış hayatımdan, sonra da kağıt ile kalem. Her şeyi bilgisayarda ve cep telefonunda kaydeder olmuşum. Yıllardır mektup yazmamış ve mektup almamış her insanoğlu gibi faydacı bir tavırla hayatından mektubu çıkarmış birisini ancak bir mektup kendine getirebilirdi.
Şimdi uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yeniden yapma zamanı. Kağıdı ve kalemi alıp kendi el yazımla bir cevap yazmalıyım. Umarım yazmayı unutmamışımdır.