RÖPORTAJ | YÜKSEL DURGUT
Zorbalar, en çok kim olduklarına dair gerçeklerle karşılaştıklarında veya suçları bir şekilde her ortamda ifşa edildiğinde öfkelenir. Bunu yapma fırsatını asla kaçırmam. Bu güçlü yağmacılar ile savaşacak bir ordum olmasa bile, sözüm, bağlantılarım ve bazı konumlarım var. Bu nedenle, zorbalara ve onların sert eylemlerine karşı çıkmak her insan hakları savunucusunun birinci önceliği olmalıdır.
Tawakkol Karman
Dünya Tawakkol Karman’ı “Demir kadın”, “Devrimin annesi” ve “Arap Baharı’nın kadını” olarak tanıdı. Bir gazeteci, insan hakları aktivisti ve politikacı olarak 2011 yılında Yemen’deki demokrasi yanlısı protestoların yanı sıra Arap Baharı’nın da figürlerinden biri oldu. Mücadelesindeki şiddet içermeyen liderliği ve otoriterliğe, yolsuzluğa ve baskıya karşı savunuculuğu nedeniyle Ellen John Sirleaf ve Leymah Gbowee ile birlikte 2011 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
Arap dünyasında Nobel Barış Ödülü kazanan ilk ve Müslüman dünyasında da İranlı insan hakları aktivisti Şirin Ebadi (2003)’den sonra ikinci kadın oldu. Nobel Barış Ödülü’nü kazandığı haberini aldığında 32 yaşındaydı ve bir meydanda çadırın içindeydi.
Tawakkol Karman ile Arap Baharındaki rolünden günümüze insan hakları savunuculuğunu Journalist Post dergisi için konuştuk.
Gazeteci ve insan hakları aktivisti olmanızda size ilham veren ne oldu?
Adaletsizliğe olan nefretim ve yaşadığımız ülkede anlamlı bir değişim görmek istiyorsak ezilen halkın desteklenmesinin şart olduğuna olan inancım bana ilham kaynağı oldu. Başkalarına karşı uygulanan adaletsizliğin sona ermemesi durumunda, bunun eninde sonunda beni de etkileyeceğini düşünüyorum.
2011’den bu yana Arap Baharı’nın ve Yemen’deki demokrasi yanlısı protestoların sembollerinden biri oldunuz. Son 12 yılda hayatınızda neler değişti?
Çok da değişen bir şey olmadı, bu yüzden bazıları beni hala çeşitli konulara karşı çok keskin olmakla suçluyor. Durum böyle olabilir, ancak sonuçları ne olursa olsun, insan hakları ihlallerini görmezden gelen zorbaları yaptıklarından dolayı övemem. Kendimi özgürce ifade edebileceğim platformlara erişimim, dikkat çekebileceğim gerçek değişimdir.
İnsanlara “uyanmalarını”, “haklarını savunmalarını”, “adaletsizliğe ve yolsuzluğa” karşı durmalarını söylediniz. Bu sesi Yemen dışında, özellikle İslam ülkelerinde duyan oldu mu?
İnsanların birbirleri üzerinde bir etkisi olduğuna inanıyorum ve bu benim durumumda da aynı şekilde etkili olurdu. Evet, sesimin hem yurt içinde hem de yurt dışında duyulduğunu ve taviz vermeyi reddeden her seste olduğu gibi bana yönelik görüşlerin bölünmüş olduğunu söyleyebilirim. Bazıları baskıcı hükümetlere karşı tutumumu desteklerken, kalanları istikrarsızlık oluşturmak için küresel bir komplonun parçası olduğuma inanıyor. Aslında, bir kişinin tutumu, tiranlık ve adaletsizliğe karşı kabule veya direnişe bağlıdır. Duruşum, baskıcı hükümetleri ulusal rejimler olarak gören kişiler tarafından sorgulanıyor, bu beni üzmüyor veya temel de duruşumu değiştirmiyor.
Yetkililerin “sessiz kal” tehditlerine karşı sessiz kalmadınız. Tek adam rejimlerinin egemen olduğu ülkelerde özellikle gazeteciler diktatörün yanındadır. Bu gazetecilere ne tavsiye edersiniz?
Bir gazeteci palyaço ya da sahte bir tanık değildir ve tüm gazeteciler, çalışmalarının hükümetlerin kapısında olmaktan daha önemli olduğunu aklında bulundurmalıdır.
İşiniz sizi Yemen hükümeti ve diğer güçlü kuruluşlarla çatışmaya soktu. Hiç güvenliğiniz için korktunuz mu? Bu korkuyla nasıl başa çıktınız?
Korkmadım dersem yalan söylüyor olurum. Herkes doğal olarak korku yaşar ama ben buna aşırı tepki vermiyorum. Birinin haklarını korumanın, bedel ödemeye değer asil bir onur olduğunu düşünüyorum. Asil duruşlar olmadan hayat değersizdir.
Barışı teşvik ederken şiddet içermeyen çabalarınız ve kadın hakları için verdiğiniz mücadeleden dolayı “Nobel Barış Ödülü”ne layık görüldünüz.” Yıllardır savaşların yaşandığı bir coğrafyada şiddet olmadan nasıl mücadele verilebilir?
Barışçıl mücadele, yasaları çiğneyen milisler ve silahlı örgütlerin egemenliği altında daha zordur. Ancak en zor durumlarda bile, insanların özlük haklarının ihlaliyle mücadelede olduğu gibi, fiili otoriteleri ifşa ederek, halka gerçek olanı açıklayarak ve yanlış iddialarını itibarsızlaştırarak şiddetsiz bir şekilde mücadele etmek her zaman mümkündür. Ayrıca, toplumsal değişimi gerçekleştirmeye yönelik her türlü çaba, kadın hakları mücadelesini de içermelidir, çünkü bunu yapmak, mevcut siyasi ve dini zorbalık yapılarının yıkılmasına yardımcı olacaktır.
“Dünya Yemenlilere yapılan zulümleri durdurmak için hiçbir şey yapmadı” dediniz. Aynı şeyi örneğin Afganistan veya Suriye için de söyleyebilir miyiz?
Kendi ülkemin yaşadığı aynı terk edilmişliği ve dünyanın gösterdiği kayıtsızlığı Suriye ve Afganistan da yaşadı. Durum eğer böyle değilse, bu insanları kendi halklarına zulmeden zalim yöneticilere teslim etmek durumu nasıl meşrulaştırılabilir? Bence bu uygun bir davranış değil. Bu zulümlere bir son vermenin çok önemli olduğunu ve insan haklarını ihlal eden ve vatandaşlarını korkutarak yöneten hükümetlere müsamaha göstermenin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Genel olarak, dünyaya totaliter rejimler hakim. Sizce şu anda demokrasiye yönelik en büyük tehdit nedir? İnsanlar arasında barış için demokrasiye dönebilir miyiz?
Irkçılık bence demokrasi için en büyük tehdidi oluşturuyor. Ne yazık ki, bazı Batılı politikacıların ABD ve Avrupa gibi demokrasileri Ortadoğu’nun bir kopyasına dönüştürme çabaları endişe vericidir. Demokrasiyi düşmanlarından korumaya ihtiyaç var ve ABD Başkanı Biden görevi devraldığı törende de benzer bir konuşma yaptı.
ÖZGÜR BASIN İÇİN İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİNİN DESTEĞİ ŞARTI
Sizi “Zincirsiz Kadın Gazeteciler” projesinde çalışmaya motive eden nedenler nelerdir?
Hem basının hem de basında çalışanların tamamen özgür olması ve tek kısıtlamalarının kendi vicdanlarından gelmesi gerektiğini telkin ediyorum. Benim düşünceme göre ülkemin özgür basına, hakları savunan kuruluşlara, insanları bu sektörde çalışmaya hazırlayan kurslara ve vatandaşların ifade özgürlüğü hakkının korunması gibi birçok şeye ihtiyacı var. Hak ve özgürlükleri savunmak için hukukun üstünlüğünün olmadığı Yemen gibi bir ülkede insan hakları örgütleri asıl ihtiyaçtır.
Jamal Khashoggi öldürüldüğünde katillerinin cezalandırılması için çok savaştın. Gazeteciler dünyanın birçok yerinde öldürüldü veya hapsedildi. Bir gazeteci olarak, gazetecileri hedef alanlara ne söylemek istersiniz?
Gazetecilere saldıranlar kendilerine karşı kanıt sağlarlar. Bir hükümeti veya güçlü bir bireyi medyayı hedef almaya iten nedir? Gerçeğin ortaya çıkmasından endişe ediyorlar. Gerçeği gizleyebileceklerine inanırlarsa yanılıyorlar; hedeflerine ulaşamıyorlar.
GÜNÜMÜZ GENÇLERİ İDEOLOJİLER TARAFINDAN KISITLANAMIYOR
Gençliğin gücü ve gençleri aktivizme dahil etmenin önemi hakkında açıklamalarınız var. Gençlerin Yemen’in ve Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirmede ne gibi bir rol oynayacağını düşünüyorsunuz?
Birçok ülkede, gençler nüfusun çoğunluğunu oluşturur. Son derece yeteneklidirler, dünyayı daha iyi anlarlar, ideolojiler tarafından kısıtlanmazlar ve birçok şeyi iyileştirme gücüne sahiptirler. Yemenli gençlerin yetenekleri ve kültürel geçmişleri nedeniyle önemli değişiklikler getirebileceğini düşünüyorum. Şiddetin ve çekişmenin olmadığı bir dünya yaratmak onların çıkarına. Gençler hızla sivil haklarının kaygılarına yönelik dayanışma ve destek kampanyaları başlatıyorlar ve çoğu açıkça görüldüğü gibi ırkçı çağrıları reddediyor. Ayrıca, gençlerin inançlarını ve bilgilerini genişletme isteklerini özgürce ifade etmeye ne kadar istekli olduklarını görmek cesaret verici.
Her hafta protesto için dışarı çıkmaya başladığınızda size “Devrimin Annesi” deniyordu. Dünyada fark yaratmak isteyen ancak bunalmış hisseden veya nereden başlayacağından emin olmayan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Gençlere karşılıksız tavizler vermemelerini, çevrelerinin daha fazla farkında olduklarını ve seçimlerinin sonuçlarını kavrama konusunda diğerlerinden daha iyi bir yeteneğe sahip olduklarını bilmelerini tavsiye ediyorum. İyimserliği sürdürmeli ve başarılı olmak istiyorlarsa taviz vermekten kaçınmalıdırlar. Yapmaları gereken en önemli şey, bu tür rejimleri desteklemekten uzak durmaktır.
Koşullar meşru siyasi eylemde bulunmak için elverişli değilse, önce kendimizi bilimsel, kültürel ve ekonomik olarak ilerletebiliriz. Kendimizi geliştirmeye başlayabiliriz. Bu bizim, milletimiz ve haklı nedenlerimiz için kritik bir öneme sahiptir.
HAYATIMDA UNUTAMADIĞIM İKİ ÖNEMLİ OLAY VAR
Şu ana kadar kariyerinizdeki en önemli başarı neydi? Hiç unutamadığınız anınız var mı?
Hayatımda iki önemli olay ömrüm boyunca hafızamda yer edecek. İlki, Yemen’in barışçıl devriminin başlangıcıdır. Başarılı bir sonuç alabilmek için çok çalıştığım ve sonucunu hevesle beklediğim bir olaydı. Birçok şehirde hak ve özgürlükleri korumak için protestolar planladım ve bizzat kendim yönettim. O günün akşamı barışçıl protestolar çağrısında bulunan deklarasyonun hazırlanmasına yardım eden gençlerden biriydim. Ertesi gün dışarı çıktık ve diktatörlüğün devrilmesi çağrısında bulunmaya başladık. Rejim devrilene ve bir geçiş hükümeti kurulana kadar sokaklarda kaldık.
Unutamadığım diğer hatıra ise, Nobel Barış Ödülü’nü kazandığımın ilan edildiği andır. Bunu davamızın adaletinin, özgürlük ve demokrasi mücadelemizin büyüklüğünün evrensel düzeyde bir kabulü olarak gördüm.
OTORİTER REJİMLER KADER DEĞİLDİR
“Korkan diktatörlerdir, hepsi zamanlarının sınırlı olduğunu bilirler.” dediniz. Ama buna karşılık milyonlarca insan ülkesini terk ediyor ve sürgünde yaşıyor.
Diktatörlerin korku içinde yaşadığına şüphe yoktur ve sonuç olarak askerleri, yasaları ve suçlarıyla kendi etrafında bir kale inşa ederler. Otoriter rejimlerin milyonlarca insanın göç etmesine yol açtığı doğrudur, ancak bu göç ülkede olup bitenleri göz ardı ederek vazgeçmek değildir; daha ziyade bir güvenlik arayışı, bir destek aracına duyulan ihtiyaç veya bilgi arzusudur. Bununla birlikte, hepsi sarsılmaz bir inançla milletlerine bağlıdır. Göçmenler, kazançlarıyla sık sık ülkelerinin büyümesine ve toplumlarının dayanıklılığına ve uyumuna yardımcı olurlar. Her durumda, diktatörlükler zayıf devletler yaratır ve nihayetinde yıkılırlar. Benim anlayışıma göre net bir ulusal anlayışa sahip olan her göçmene, otoriter rejimlerin kader olmadığını söylemek istiyorum; bazıları yıllar önce dağıldı, gerisi zamanı geldiğinde dağılacak.
Tebrikler Tawakkol Karman. Sizinle gurur duyduk.
Teşekkürler Yüksel Durgut. Farkına varmadığımız bir güzelliği yazınızdan öğrendik.
Ey ümmeti Mohamad, tez elden aranızdaki güzellikleri daha çok paylaşabileceğiniz bir sistem bulunuz.
SSCB, Türki ülkelerin alfabelerini değiştirip, kendi Türkçelerinin yazımındaki farklılıklarla aralarındaki mikromilliyetçilikleri arttırmaya çalışmıştı.
Tawakkol hanımın, Tevekkül diye okunabileceği bir sistem, Müslümanlar arasındaki yakınlığın farkına varılması için önemli bir adım olacaktır.
Ey ümmeti Mohamad dilcileri; bu konuyla ilgili önerileriniz yok mu?