YORUM | M. NEDİM HAZAR
Reşit isminde bir bisiklet tamircisi vardı bizim mahallede.
Çocuktuk, her erkek çocuğu gibi top oynamaya meraklıydık. Reşit’in bir ayağı biraz aksadığı için çok sevdiği futbolu profesyonel olarak oynayamamıştı.
O da, basından takip ettiği kadarıyla teknik direktörlük rolünü üstlenmişti.
Biz çocukları topluyor ve antrenman yaptırıyordu.
Hiçbir bilgi, altyapı ve teknik olmadan.
Tamamen sevk-i ilahi ile!
Zamanla kurduğu takımı mahalle takımı yaptı ve mahalle maçları ligine katılmaya başladık.
En unutulmaz olanı ise, teknik direktör Reşit’in maç öncesi verdiği taktiklerdi.
Tamir atölyesindeki madeni yağla simsiyah olmuş takım masasında hiçbir çizim olmadan eliyle bazı işaret yapardı.
“Sen şuradan dalıyor, sen de buradan destek veriyor, hop şuradan kesiyordun ortaya.. Sonra ise böyle böyle, böyle böyle, yazıyoruz golleri…”
Son tekrar kelimeleri yaparken masanın ucundaki hayali kaleden golleri kirli siyah zemine yolluyordu.
İşin tuhaf tarafı ise, rakip takım fark etmiyordu. Her maç için aynı taktiği veriyordu Reşit hoca.
Muzip olanlar arada bir “Hocam böyle böyle, nasıl oluyor?” diye sorunca.
“Ulan yaradana sığınıp yapıştırın işte!” diye taktiğin gerçek yüzünü gösteriyordu Bisikletçi Reşit.
Biz küçüktük ve takım amatördü.
Bazı maçları kazanınca “Hocanın taktiği süper” deyip kafa bulanları hiç önemsemiyordu teknik direktörümüz.
Sağ olsun iktidar partisi beni bu hatıratıma götürdü.
Bir AKP’linin kankalarıyla beraber oturduğu masada Kahramanmaraş’ın yeniden inşa edilmesi için yaptığı imar konuşmasını izlediniz mi?
Şu görüntüden bahsediyorum.
Tıpkı bizim Reşit hoca gibi, “bi tanesini şuraya yapacaz, bi tanesini buraya yapacaz” deyip duruyor. Reşit hocamızdan farkı elinde kalem var, bir de kağıt. Harita bile değil.
Yanındaki yancılar da “çok mantıklı” diyerek gazı açıyor…
Haberler ve yorumlar, ilk başta seçimleri ertelemeyi planlayan Erdoğan’ın seçimden kaçıyor görüntüsü oluşturmamak için, vaktinde yapmayı istiyor gibi görüneceğini söylüyor.
Belki de gerçekten istiyordur, bilmiyorum.
Çünkü ülke bu haliyle her geçen gün daha da çok karanlığa gömülüyor ve Saray ister istemez en kestirme yoldan bir şekilde iktidarını devam ettirmek istiyor.
Hile, hurda, artık ne lazımsa yapılacaktır.
Ve Tayyip Erdoğan fırsatçılığı denilen bir gerçek var.
Her gelişmeyi bir şekilde siyasi ranta çevirmek için gözünü bile kırpmadığı bilinir.
Ukrayna Savaşı da dahil hemen her konuda böyledir.
Bir olay yaşandığında önce oturup, bu işten ne çıkarım olacak diye düşünüyor.
Depremde de böyle yaptığı için geç kalınmadı mı zaten?
Bu kadim stratejisinin gereği olarak kendine bir hikaye bulduğunu düşünüyorum.
Uzmanı olduğu müteahhitlik ve inşaat hikayesini seçim malzemesi yapacaktır.
Yüzdeler de cabası tabii.
Seçimde halka anlatacak hiçbir şeyi yoktu.
Artık kimse “Bizden önce hiçbir şey yoktu” hikayesini satın almıyor.
Milletin karnı tok bu üfürmelere.
Bu sebeple, “yıkılan binaları bir yıl içinde ancak biz tekrar yaparız” diyecek.
Yaparsa AK Parti Yapar…
Böyle bir slogan kullanacaklardır.
Ya da;
Yaptık, yine yaparız!
Elhak, bir yıl içinde yüzbinlerce konut yaptırabilir de.
Çünkü gelen yüzdeler şimdiden iştahını kabartmıştır vurguncu tayfanın.
Ancak ne hesap, ne kitap, ne bilimsel gerçekler umurlarında bile olmayacaktır.
Bilim insanları bu tür büyük yıkımlarda tekrar inşa etme sürecinin çok hassas olduğunu ve acele edilmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Yani acele etmeniz gereken zaman, depremin olduğu andan sonraki birkaç gündü.
Şimdi artık sakince hesap kitap yapma zamanı.
Ki aynı acılar tekrar yaşanmasın.
Yıkılan şehirlerin yerine malzemeden çalınmış daha çürük yenilerini koysanız ne değişecek ki?
Bugüne kadar çıkardıkları sürüyle imar affı sebebiyle evleri mezarlığa dönüştürenlerin, yeni mezar evler yapmayacağını kim garanti edebilir ki?
Yaşlı adamın biri çöl ortasında devesiyle giderken, yolunu kaybetmiş bir genç adamla karşılaşır. Susuzluktan ve açlıktan ölüm eşiğine gelmiş bu genç adama su verir, yiyecek verir ve güzel bir gölgelik yapar. Uykuya dalan genç adamla birlikte, devenin gölgesinin bir köşesine kıvrılıverir.
Yaşlı adam güneşin yakıcı sıcaklığıyla uyandığında etrafında, ne devesini ne de genç adamı görür. Issız çölün ortasında bir başına bırakılmıştır. Genç adam devesini çalmış çalmasına da ona geriye ne bir su kırbası ne de yiyecek bırakmıştır.
Yaşlı adam, bu çöl ortasından günlerce süren yürüyüşle, kan ter içinde can havliyle kurtulur kurtulmasına da, ertesi günlerde, şehrin çarşısında devesini çalan o genç adamla karşılaşır.
Yaşlı adam, genç adama şöyle der.
“Ne devemi çaldığıma üzülüyorum, ne de bir başıma bırakılışıma. Sen benim İNSANLARA OLAN GÜVENİMİ ÇALDIN. Deve yeniden gelirde, güven yeniden gelmez.”
Güven, gitti mi öyle kolay kolay gelmez.
Damdan düşenin halini, damdan düşen dışında olan öyle kolay kolay anlamaz.
Güzel ülkemin güzel insanının da, zannediyorum bundan sonra yaşayacağı en büyük şey, Güven olacak.
Zira, bu güven, dostlar alışverişte görsün tarzında da değil, doğrudan canımızla ilgili hususlarda.
İstanbul’dan tut mevcut deprem coğrafyasına ve hinterlandına, nereden baksak ülkenin yarısı kadar bir alan, deprem olursa akıbetinden endişe ediyor.
Sevgili ülkem, güzel halkım, emin ol seni ben çok çok iyi anlıyorum.
Neden anladığımı da anlatmam abes olur şu zamanda. Hele bir zaman geçsin, yıllar yıllar üstüne binsin, bu dönemleri acısıyla-tatlısıyla sağlıklı dostane konuşalım benim de seninle dertleşeceğim o kadar şey var ki.
Sevgili ülkem, güzel halkım mazisi olan, mübarek bir milletsin sen, ati de de belli ki güzel şeyler yapacaksın, bu yaşanılanları biraz da böyle okuyorum.
Boşuna demedim, damdan düşenin halinden damdan düşen anlar…