YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Bugün AKP’nin iktidar ortağı olan MHP, CKMP’nin 1969 yılındaki kongresinde bu adı almasıyla ortaya çıkmıştı.
CKMP ise Mareşal Fevzi Çakmak’ın manevi başkanlığında 1948’de kurulan ve sonradan Osman Bölükbaşı’nın liderliğini yaptığı Millet Partisi’nin Türkiye Köylü Partisi ile birleşmesiyle bu ismi kabul etmişti.
MAREŞAL’İN PARTİSİ
Millet Partisi’nin (MP) kuruluş nedeni, CHP’nin karşısına güçlü bir muhalefet partisi olarak çıkan DP’nin bazı kişi ve kesimler tarafından “muvazaa partisi” olarak yorumlanmasıydı. Bu kişilerin başında efsanevi Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak gelmekteydi.
Mareşal’in manevi liderliğini yaptığı partinin ilk genel başkanı Prof. Hikmet Bayur olmuş, kurucuları arasında Osman Bölükbaşı, General Sadık Aldoğan ve DP’nin İstanbul İl Başkanı Kenan Öner gibi isimler yer almıştı. Parti “Milli Şef Kültü’ne” karşı çıktığını ve gerekirse altı ilkenin anayasadan çıkarılabileceğini açıklamıştı.
Çakmak’ın partisi olması kamuoyunda olumlu bir etki oluştursa da 1950 seçimlerinden önce vefat etmesi partiye güç kaybettirmişti. Yine cenazede yaşanan olaylar ve söylemler nedeniyle, hem CHP hem de DP tarafından “laiklik karşıtı” olmakla suçlanmıştı.
MP, dini kurumların devletten ayrılmasını savunan bir laikliği benimsemiş, anayasa mahkemesi kurulmasını ve iki meclisli sistemi savunmuştu. Ancak CHP ve DP’nin gözünde; “ifrat partisi”, “ihtilal partisi” ve “küfürbaz dervişler” partisiydi.
POLEMİK USTASI BÖLÜKBAŞI
MP, uzun yıllar boyunca efsanevi lideri Osman Bölükbaşı ile özdeşleşmişti. O yıllarda “tırt Osman”, “TRT Osman” ve “Anadolu Fırtınası” gibi lakaplar verilen Bölükbaşı’nın en önemli özelliği hitabetinin çok güçlü olmasıydı.
Gerek mecliste gerekse seçim meydanlarında yaptığı konuşmalar ona bir yandan taraftar kazandırırken muhaliflerinin sayısını da artırmıştır. Henüz 1949 yılında “delil yetersizliğinden beraat ettiği” İnönü ve Bayar’a suikast tertiplemek suçlamasıyla tutuklanması da bunun bir sonucudur. O, DP’nin tek parti devrini devam ettirdiğini iddia ettiği gibi Menderes’e de “diktatör” diyecektir.
MP’nin etkili muhalefeti, 1953’te DP iktidarının faaliyetlerini durdurmasıyla sonuçlandı. 1954 yılında da “dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet” olduğu gerekçesiyle Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Bölükbaşı ise başına “Cumhuriyetçi” ekleyerek partiyi yeniden kurdu ve 1954 seçimlerine iştirak etti. Memleketi Kırşehir’den o dönemdeki “çoğunluk usulü” uygulamasının sonucu olarak üç milletvekilliğini de Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) kazandı. Menderes’in buna tepkisi ise Kırşehir’i ilçe yaparak burayı yeni vilayet yaptığı Nevşehir’e bağlamak oldu.
1957 seçimleri öncesinde mecliste yaptığı bir konuşma nedeniyle tutuklanan Bölükbaşı, meclis kürsüsündeki konuşmasından dolayı tutuklanan ilk siyasetçi oldu. Ama o yeniden vilayet yapılan Kırşehir’den bir kez daha milletvekili seçildi. Bu sefer de yeminini önce hapishanede pijamayla yapacak, meclisteki yemininden sonra da meclis görüşmelerine bir gün ara verilecektir.
Tam bir polemik ustası olan Bölükbaşı, 1957’den sonra DP’ye karşı CHP ile hareket etti. Bu sırada CMP, Prof. Remzi Oğuz Arık tarafından kurulan ve “Türkçü” isimlerin yönetiminde yer aldığı Türkiye Köylü Partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CMKP) adını aldı.
Bölükbaşı’nın en büyük dilemması, tek parti devrini sürekli eleştirmesine ve hürriyetlerden yana bir söylem benimsemesine rağmen 27 Mayıs Darbesi’ni desteklemesidir. Bunun karşılığı olarak da partisi, 1961 Anayasası’nı yapan ve DP’nin yer almadığı Kurucu Meclis’te temsil edilmiş ve darbenin “meşrulaşmasında” önemli bir rol üstlenmiştir.
Bölükbaşı, darbe sonrasındaki yeni siyasi ortamda darbecilerin kapattığı DP’nin oylarına talip olarak “merkez sağ” misyonunu üstlenmeye çalışacak ve bütün DP’lileri partisine davet edecektir.
Buna rağmen CKMP, 1961 seçimlerinde umduğunu bulamadı ve ancak üçüncü parti olarak elli dört milletvekili çıkarabildi. Ancak Bölükbaşı, parti içi muhalefet sonucunda CMKP’den ayrılarak Millet Partisi’ni yeniden kurdu.
Bu yeni Millet Partisi 1965 seçimlerinde üçüncü parti olsa da siyasi hayatta fazla bir etkisi olmadı. Bölükbaşı parti içinde yaşanan muhalefetten rahatsız olarak 1972’de partisinden ayrıldı, 1973’te de aktif siyasi hayattan çekildi.
DARBENİN KUDRETLİ ALBAYI
Bölükbaşı’nın ayrılmasından sonra CKMP yoluna 1964 kongresine kadar geçici başkanla devam etti. Bu sırada partiye “karizmatik” bir lider arayışı ortaya çıktı ve 27 Mayıs Cuntası darbecilerinden Alparslan Türkeş’in adı gündeme getirildi.
1917’de Lefkoşa’da dünyaya gelen Türkeş’e, sonrasında “Alparslan” ismini alsa da doğumunda “Ali Arslan” ismi verilmişti. Aile 1933’te Türkiye’ye geldikten sonra Harp Okulu’nda okuyan Türkeş, 1938’de orduda görev yapmaya başlamış ve adını ilk defa 1944 yılındaki “Irkçılık ve Turancılık Davası” tutuklamaları ve yargılamalarında duyurmuştur.
O daha 1939’da yazdığı bir yazıda “nüfusun olabildiğince artırılmasını, bekarlığın yasaklanmasını, üç çocuktan az çocuk yapan kadınların milli vazifelerini yapmamış sayılmalarını” savunmaktaydı. Bu fikirleri onun kadro yetiştirme ve toplum mühendisliği yönlerinin bir göstergesidir.
Bu davadan beraat eden Türkeş, 1948-1950 yılları arasında ABD’de eğitim görmüş ve kurmaylık eğitimi sonrasında “kurmay binbaşı” rütbesindeyken yeniden ABD’ye gönderilmiştir.
Turancılık davasında yargılanmasına rağmen Türkeş’in hem askeri kariyerine devam ederek kurmay olabilmesi hem de NATO eğitimleri çerçevesinde yurt dışına gönderilmesi dikkat çekici bir durumdur. Sonraki yıllarda gündeme gelen “kontrgerilla” iddialarının temeli, burada aldığı eğitime dayandırılmaktadır.
Almanya’da da eğitim gören Türkeş, 27 Mayıs cuntacıları içinde yer aldı ve darbe bildirisini radyoda okuyan kişi olarak adını Türkiye’ye duyurdu. Türkeş, darbe sonrasında “başbakanlık müsteşarlığı” görevini üstlense de fiilen başbakan gibi hareket etmekteydi. Dönemin Amerikan Büyükelçisi Warren, bir raporunda onun MBK içinde Gürsel’den sonraki ikinci adam olduğunu yazacaktır.
Darbe sonrasında Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi olan Türkeş, “darbenin kudretli albayı” olarak “14’ler” olarak adlandırılacak bir kliğin de lideri konumundaydı.
Bir taraftan MBK’nın “baş sözcüsü” olarak yaptığı açıklamalarla darbenin gerekçelerini izah ediyor diğer taraftan da kendi partisini kurmaya çalışıyordu. Ancak yeterli destek alamayacağını düşündüğünden bu fikrinden vazgeçti.
Gürsel ve MBK’nın diğer üyeleri ise Türkeş’in başında bulunduğu kliğin ülke yönetimini sivillere bırakmak yerine totaliter bir rejim kurmayı planladıklarını düşünmekteydi. Bu nedenle Türkeş ve arkadaşları, darbeden sadece altı ay sonra askeri ataşe olarak yurtdışına sürgüne gönderildiler. Bu sürgün iki yıl devam edecektir.
1963’te Yeni Delhi sürgününden geri dönen Türkeş, “kurmay albay” rütbesindeyken askerlikten istifa etti. Bu sırada Talat Aydemir’le de bir görüşme yapan Türkeş, Aydemir’in ikinci teşebbüsü sonrasında tutuklandı ve dört ay Mamak Cezaevi’nde kaldı. Türkeş ve ekibinin bundan sonraki hedefi ise siyasete girmek ve bunun ilk adımı olarak da CKMP’yi ele geçirmekti.
CKMP’DEN MHP’YE
Türkeş’in ilk hamlesi, 1964 kongresinde CKMP’ye kendisine yakın altmış kadar arkadaşının girmesini sağlamak oldu. Türkeş bu kongrede o sırada hükümette Devlet Bakanı olarak görev yapan Ahmet Oğuz’un genel başkan seçilmesini sağladı.
Bir yıl sonra cuntacı arkadaşları Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal ve Dündar Taşer’le birlikte CKMP’ye katıldı. Elbette darbeci subayların CKMP’ye katılmaları kamuoyunun dikkatini çekmekte ve özellikle görüşleri sorgulanmaktaydı.
Türkeş partiye katılım törenindeki konuşmasında hakkındaki iddialara “ben Nasyonal Sosyalist değilim” şeklinde cevap verdi. Ayrıca kısır çekişmelerden vazgeçilmesini, milli eğitimin müfredat programlarının milliyetçiliğe göre düzenlenmesini teklif etti. En büyük vurgusu ise “komünizme karşı mücadele” edilmesiydi.
Partide Türkeş’in ilk görevi genel müfettişlik oldu. CKMP’de bir süre sonra başkan Oğuz’un Celal Bayar’la görüşmesi üzerine büyük bir kriz çıktı ve Oğuz önce başkanlıktan sonra da milletvekilliğinden istifa etti. Artık sıra partinin “Türkeş’in partisi” olmasına gelmişti.
Türkeş’in kongre öncesi önemli bir adımı da 27 Mayıs cuntacılarından Numan Esin, Şefik Soyuyüce, Mustafa Kaplan ve Fazıl Akkoyunlu’nun CKMP’ye katılmasını sağlamak oldu. Böylece 14’lerin dokuzu CKMP’de buluşmuştu.
Kongre sürecinde Türkeş’e yönelik olarak partiyi ele geçirdiği, partinin nazist ve faşist bir yapıya dönüşeceği eleştirileri yapılmaktaydı. Kongreye ise Ahmet Tahtakılıç rakip olarak çıksa da Türkçüler Derneği, Türk Ocağı ve Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin desteğini alan Türkeş damgasını vurmuştu.
Sonuçta Tahtakılıç’ın 516 oyuna karşılık 698 oy alan Türkeş, CKMP genel başkanı seçildi. Kongrenin diğer icraatı ise Türkeş ve ekibinin hazırladığı “Müreffeh ve Kuvvetli Türkiye” adlı programı kabul etmek oldu.
Bazı parti mensupları programa itiraz edecekler ve “bu tür prensiplerin demokratik bir ülkede olamayacağını ancak Lenin Rusya’sında, Mussolini İtalya’sında ve Hitler Almanya’sında olabileceğini” söyleyeceklerdir. Türkeş’in genel başkanlığı sonrasında CKMP’de yol ayrımı başladı ve onun liderliğine karşı çıkan üyeler, milletvekili ve senatörler istifa ettiler.
Temel prensip olarak benimsenen “Dokuz Işık” ideolojisinde “hürriyet, milliyet, ahlak, ilim, toplumculuk, gelişme, halkçılık, köycülük ve sanayileşme” yer alıyor ve bunlar 1930’ların Kemalist ideolojisine benzetiliyordu. Bundan sonra Türkeş’in CKMP’si “müfrit sağ (aşırı sağ)” olarak tanımlanacaktır.
CKMP, AP’nin tek başına iktidarını önleyebilecek bir parti iddiasıyla girdiği 1965 seçimlerinde %2,2 oy oranıyla 11 milletvekili çıkararak büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Türkeş de meclise Ankara milletvekili olarak girdi. Hatta 1966’da Gürsel’in hastalığı üzerine erkene alınan cumhurbaşkanlığı seçiminde Cevdet Sunay’ın karşısında aday olduysa da ancak 11 oy alabildi.
Parti kısa sürede tamamen Türkeş’in partisine dönüştü ve partinin isminin değiştirilmesi gündeme geldi. Yeni isim olarak ”Dokuz Işık, Milli Hareket, Milli Uyanış Partisi, Emek Partisi, Köylü İşçi Partisi” gibi isimler ortaya atıldı. Bu sırada Türkeş’in tamamen kontrolüne aldığı partide istifalar devam ediyor, 14’lerin bazıları da istifayı tercih ediyorlardı.
Bir yandan da Türkeş kısa sürede bir mite dönüşüyor ve 1930’ların Kemalist rejiminin “Ebedi Şef ve Milli Şef” unvanlarına özenir şekilde “Başbuğ” ilan ediliyordu. O artık tek ve değişmez lider olup partisi “Türkeş’in partisi”, taraftarları “Türkeşçi” idi.
CIA raporunda ise CKMP’nin “özünde tek bir hâkim liderin kişisel aracı olan potansiyel bir yarı-faşist organizasyon” olduğu vurgulanıyor ve “führer kompleksinde bir adam için faşist bir vasıta” olmaya başladığının konuşulduğu belirtiliyordu.
1969’da Adana’da toplanan CKMP Kongresi’nde ise partinin adı “Milli Hareket Partisi” olarak değiştirildi. Şimdiye kadarki terazi amblemi de Türkçü kanadın “bozkurt” talebine rağmen üç hilale çevrildi. “Bozkurt” ise gençlik kollarının ve 1968’den itibaren kurulan Ülkü Ocaklarının amblemi yapılacaktır.
Türkeş’in kongrede yaptığı konuşma, partisinin temel prensiplerini ortaya koymaktaydı. Ona göre partinin benimsediği “Dokuz Işık”, kapitalizm ve komünizme karşı “Üçüncü Yol” olup ülkenin kalkınması da iman, ahlak ve milliyetçilikle gerçekleşecekti.
Bu süreçte Türkeş’in, partisini giderek İslamcı çizgiye yakın ve “Türk-İslam Sentezi” olarak anılacak söylemlere taşıdığı görülmektedir. MHP artık “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” söylemine evrilmiş, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “İslami devlet, kurulacak elbet” gibi sloganlar öne çıkmıştır.
MHP 1973 seçimlerinde 1969’da olduğu gibi %3 oy alırken CHP-MSP koalisyonu sonrasında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer alarak hükümet ortağı oldu. Türkeş de bu hükümetlerde Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı.
MHP “sol-sağ” çatışmasının yaşandığı bu dönemde gençlik yapılanması olan Ülkü Ocakları vasıtasıyla kontrgerilla faaliyetleri yürütmekle ve komando kampları kurmakla suçlandı. 1978 Kasım’ında da Ülkü Ocakları bu faaliyetleri nedeniyle mahkeme kararıyla kapatıldı. 12 Eylül Darbesi sonrasında Türkeş tutuklandığı gibi MHP de diğer siyasi partilerle birlikte kapatıldı.
Yıllarca kendisini “devleti komünistlere karşı koruyan” parti olarak tanımlayan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ise 1987’de sonuçlandı ve Türkeş on bir yıl ceza alırken beş kişi de idama mahkûm edildi. Dava, 1995 yılında sonuçlanarak cezalar onaylansa da zamanaşımına uğrayarak düşecektir.
Kaynaklar: A. Limoncuoğlu, “Türkiye’de Üçüncü Yolun Başı: Millet Partisi”, Akademik Hassasiyetler, 2018, S. 10; M. Landau, “Alparslan Türkeş”, Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, İstanbul, Kitap, 2002; Z. Özdemir, 1965-1969 Arasında CKMP ve MHP, GÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007; M. A. Okur, K. Güç, “Amerikan Belgelerinde Alparslan Türkeş”, MAD, 2019, S. 2; T. Uzun, “Türk Siyasal Yaşamında MHP”, Türk Yurdu, 2011, S. 289.
Allah kalemine güç kuvvet versin