Muhalefet seçimlere gidilirken mevcut tıkanmayı nasıl aşabilir? 

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye siyasetinin tıkandığını görüyorum. Mevcut tıkanma rejime yarıyor ve rejimin ömrünü uzatıyor. Onun kendisini yeniden üretmesine hizmet ediyor. Tıkanmadan kastettiğim değişime gidecek söylemsel ve eylemsel devinimin bir türlü sağlanamaması. Bu hareketliliği sağlama görevi muhalefet partilerinde. Muhalefet partilerini tırnak içine alarak konuşmak zorunda kalıyoruz. Çünkü kendisini muhalefet partisi olarak tanımlayan partiler rejimin aktörleri gibi davranıyor. Rejimin diskurunu benimsemiş durumdalar ve bu diskurun sadece rejimin ömrünü uzattığını biliyorlar. Ben yazmaktan, siz okumaktan bıktınız, biliyorum; ama yinelemekten başka bir çare görmüyorum: bu rejim salt Erdoğan’dan veya AKP’den ibaret değil. Çok geniş bir milli mutabakat söz konusu ve bu mutabakatın asgari müşterekleri doğrular üzerine kurulu değil. Her zaman her mutabakat iyi değildir. Unutulmamalı ki Hitler rejimini hazırlayan da Almanya’daki milli mutabakattı. Bu mutabakatın sonuçlarını Almanya ve Alman halkı çok acı deneyimledi. Orada da siyasal tıkanıklık demokrasiyi ve hukuk devletini sonlandıran zemini hazırladı ve faşizm, yıkılış ve yok oluş yolunun taşlarını döşedi. NAZİ’lerin oturttuğu diskurun içine hapsolan muhalifler Hitler’in geniş anlamda kendi amaçlarına hizmet ettiğini düşünerek onun liderliğine göz yumdu. Erdoğan’ın da durumu budur. Üzerinde uzlaşılan merkezi konularda Erdoğan’dan medet umuyorlar. Hedefteki iki önemli grup Kürt Siyasi Hareketi ve Gülen Hareketi. Erdoğan bu ikisinin devlet adına halline ihale aldı ve bunun karşılığında gücünün devamını sağladı. Bu ihalenin faturası ne kadar kabarık olursa olsun, müttefikleri ödemeye kararlılar. Ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ın sisteminin merkezini oluşturan “FETÖ”, 15 Temmuz, 17 Aralık, Kürt sorununun askeri çözümüne dümen kırılması, NATO’dan ve AB rotasından uzaklaşılması, Rusya-Çin-İran’a yaklaşılması gibi temel politik kararlarda bu mutabakat ve ittifak geçerlidir. Türkiye işte bu ahval ve şerait içerisinde seçimlere gidiyor. 

Elbette formüle edilen politik hedefler dışında, onu destekleyen “muhalefet” yok. Erdoğan’ın gitmesini istiyorlar. Ama bunu demokrasi veya insan hakları için istemiyorlar. Aradaki ideolojik nüanslar üzerinden kendilerini tanımladıkları için, bu kimlik siyasetinin gereğini yapmak durumdalar. Makyaja odaklılar, esasla ilgili değiller. Mesela açık yüreklilikle çıkıp Selahattin Demirtaş’a özgürlük diye haykıramıyorlar. Ya da amasız ve fakatsız, tüm KHK’lıların ihracını hukuk dışı ilan edemiyorlar. Mallarına mülklerine çökülen masum insanların üzerlerine atılan iftiraların hukuken dayanaksız ve yok hükmünde olduğunu söyleyemiyorlar. Ne içerideki bebeklerin, ne siyasi tutsakların, ne kapatılan ve üzerine çöreklenilen medya ve eğitim kurumlarının, ne de banka ve şirketler gibi milyarlık ganimetlerin eleştirisini yapabiliyorlar. Yüzeyden muhalefet yapıyormuş gibi görünerek, rejime değil, AKP ve Erdoğan’a alternatif olduklarını açıkça dışa vuruyorlar. 

Maalesef uzun süredir alışık olmadıkları bir muameleyle dışlanan, kriminalize edilen, başlarına çorap örülen, kumpasa getirilip üzerlerinden geçilen geniş bir mağdurlar denizi, bu olanları görmek istemiyor, ya da görse de başını kuma gömüyor, çünkü gerçekler çok acıtıyor. Umutsuzluğun olmaması, fazladan iyimserliği topluma pompalıyor. Tıkanıklık yokmuş gibi, sanki Norveç’te seçimlere giriliyormuşçasına yorumlar yapılıyor: kamuoyu araştırmalarının sonuçları, düşen veya yükselen oy oranları, adayların Erdoğan karşısındaki başarı şansı, seçim vaatleri, ekonomik göstergeler ve ekonomi politikalarının A takımları, anayasa çalışmaları, gündelik siyasi-magazin konuları… Sanki ülke sıradan bir seçime hazırlanıyor. 

Oysa daha çok kısa sayılabilecek bir zaman önce milli iradeyle seçilen belediye başkanları uydurmasyon gerekçelerle ve anayasaya aykırı biçimde görevden alındı, hapse tıkıldı. On Kürt vekil derdest edilerek zindana atıldı. Hapishanelerde Çin’in hapsettiğinden fazla gazeteci var. Üniversiteler kışlaya ve propaganda kampına döndü. Ülkeden akademik kaçışa sermaye kaçışı eklendi. İki milyondan fazla insan terörizm soruşturmalarından geçirildi. Türkiye tarihinin görmediği kadar kalifikasyondan ve nitelikten azade bir İslamcı güruh devlete pompalandı ve devlet fiilen çöktü. Yurt dışında teröristlerle yan yana “operasyon yapan” bir ordu meydana getirildi. Askeri törenlerde uygun adım yürüyemeyen askeri okul öğrencileri, İngilizce bilmeyen diplomatlar, dili yüksek devirli saray şeyleri, Pravdalaşan paçavralar, 1984 vari bir tarih modifikasyonu ve endoktrinizasyondan geçirilen kitleler… Bunlar o muhalif partilerin Norveç’te siyaset yapmadığının kanıtları değil midir? O halde bu kâbustan ya da daha doğrusu hipnozdan ne zaman uyanacak toplum? 

Toplumun uyanmasının kendi kendine olmasını beklemek anlamlı mı? Bu konu tesadüflere terk edilemeyecek kadar önem arz etmiyor mu? Ülkenin kaderi değil mi söz konusu olan? 

Siyaset, medya, akademi, sanat camiası, aydınlar ve entelektüeller – Türkiye toplumunun eğitimli ve seçkin azınlığı ne zaman sorumluluk alacak? Diskur kontrolünün sonlandırılması ve “büyünün bozulması” başka türlü mümkün olabilir mi? 

Muhalefetin yapması gereken basit: Holistik – topyekûn – bir çözüm gerekiyor. Kısmi ve palyatif yaklaşımlarla restorasyon gibi bir olasılık mevcut değil. Daha açık yazayım: ceket yama tutmaz. Yeni kumaştan yepyeni bir ceket dikmek lazım! Rejimin dilini terk edeceksiniz! Yapılan büyük zulmü önce kabul edeceksiniz, sonra da altı yıldır sustuğunuz için özür dileyeceksiniz. Gerçekleri konuşacaksınız. Norveç’te değil, otoriterleşmiş, Baaslaşmış, Putinizme kaymış, anayasasızlaştırılmış ve raydan çıkartılmış Türkiye’de siyaset yaptığınızın farkında olacaksınız. Bu gerçeği seçmene iletmekle yükümlüsünüz. Dahası diskuru reddedeceksiniz, o güdümden kurtulacaksınız. Kendinizi bu berbat rejimden azat edeceksiniz. 

Diskur gücü olmadan ne Erdoğan, ne AKP, ne MHP ne de derinler bir dakika iktidarda kalabilir! Yenikapı ruhunun esasında ruhunuzu şeytana teslim etmek demek olduğunu bu halka anlatmak zorundasınız. Yoksa o gaflete, dalalete, hatta hıyanete tescilli ortaklıktan kurtulamazsınız. Yüzüncü yılında Türkiye Cumhuriyetini ya yıkan, ya da restore edenlerden olacaksınız.  

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Muhalefet projenin parçasıdır. Sistemin merkezine güçler ayrılığının sonlandırılmasını koyabiliriz. Yeni sistemle Türkleri hapsediyorlar Türkiyeye. Artık PKK ya karşı TSK yanında MİT ten bahsediliyor. Hayatımıza MİT i soktular. MİTin güçler ayrılığı ile bağlantısını kurmak gerekir. İkisi aynı dönemin eş zamanlı değişkenleri. Muhalefet bu eksenlerden, güçlerin yer değiştirmesinden bahsetmez. Dikkatleri Tayyipe odaklarlar. Çünkü ittihatçılar darbecidir, demokrasi düşmanıdır. Devirme ve insanları kullanma konusunda uzmanlar. Bir kere anayasadan bahsetmeyen Kılıçdaroğlu yıllar sonra birden bire anayasadan bahsetmiştir. Çünkü kendi kontrollerinde bir anayasa ve rejim hedefliyorlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin