ANALİZ |ADEM YAVUZ ARSLAN
Siyasetin gündemi sıcak ve polemik konusu çok ama ben bu yazıda yine Necip Hablemitoğlu cinayeti ve 20 yıl sonra yazılan iddianamesine döneceğim.
Çünkü söz konusu cinayet ve sonrasında yaşananlar aslında Türkiye’de yaşanan derin vesayetin en net örneklerinden.
Düşünsenize; ülkenin en bilinen akademisyenlerinden birisi sokak ortasında infaz ediliyor, aradan geçen süre içinde soruşturma da hiçbir ilerleme sağlanamamışken ‘iktidarın siyasi ihtiyaçları’ doğrultusunda birdenbire bilgi-belge yağmaya başlıyor.
İddianame ise hem Ankara merkezli derin güç mücadelelerine hem de bundan sonra yaşanabileceklere dair önemli ipuçları içeriyor.
AYDINLATMA DEĞİL ÖRTME ÇABASI
Yaklaşık 400 sayfalık iddianameyi titiz bir şekilde inceleyip üzerine ciddi mesai harcadım ve ilk kez duyacağınız bir çok detaya ulaştım.
Dolayısıyla biraz uzun bir yazı olacak ama konu önemli, her detay kritik ipuçlarına çıkıyor.
Her şeyden önce şunu ifade ederek başlayayım.
Kamuoyuna ‘çok titiz ve disiplinli çalışan bir savcı’ olarak lanse edilen Zafer Ergün tarif edilenin tam tersi bir iş çıkarmış.
İddianame Hablemitoğlu Cinayeti’ni aydınlatmaktan ziyade gerçek faillerin üzerini örtme ve siyasi iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda yeni kurbanlar belirleme amacıyla yazılmış.
Savcı ve beraber çalıştığı güç merkezleri (kim olduklarını tahmin etmeniz zor değil) hayli titiz bir işçilikle kamuoyunu bir yere yönlendirmeye çalışmış. Bir başka ifadeyle öyle bir iddianame yazılmış ki konjonktüre göre her yöne dönebilir.
Ancak Hrant Dink yargılamasında olduğu gibi bu konu da ‘Paralel’e sığmaz’. Çünkü bu olayda da gerçek failler ayan beyan ortada duruyor.
AKLA ZİYAN ÖNERME; LEVENT GÖKTAŞ ÖRGÜT KURMUŞ !
İddianamenin en temel argümanı aslında en zayıf halkası denebilir.
Çünkü savcıya göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin birliği olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın en özel birimi MAK Alay Komutanı Mustafa Levent Göktaş kendine özel bir suç örgütü kurmuş ve cinayetler işlemiş.
Savcıya göre Levent Göktaş kimseden emir almadan, emrindeki askerlerle cinayetler işlemiş, kirli kapaklı kumpaslar kurmuş ve bunların hiçbirinden üstlerinin haberi olmamış.
Üstelik bütün bunlar da tuvalete gitmenin, yemek yemenin bile talimatla olduğu askeriye de olmuş !
Türk derin devleti ve güvenlik bürokrasisi hakkında hiçbir fikriniz olmasa bile askerlikle ilgili izlediğiniz filmlerden bile savcının iddiasının birilerini koruma amaçlı olduğunu anlayabilirsiniz.
GAZETECİ DÖVÜLECEK…. DÖV !
Kaldı ki bırakın cinayet işlemeyi, gazeteci dövmenin bile komutan talimatı ile olduğunu yaşayarak görmüş bir milletiz.
Yeri gelmişken hatırlatalım. Sonuçta gazetecilik hatırlatma ve fikri takip mesleğidir.
Yıl 1966. Gazeteci İlhami Soysal Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi iken dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural’ı sert bir şekilde eleştiren yazılar yazmıştı.
Soysal Ankara’da Buick marka siyah bir arabayla kaçırıldı, feci şekilde dövüldü ve ‘öldü’ denilerek bir yol kenarına atıldı. Saldırganlar gazeteci Soysal’ı öldüresiye döverken ‘sen büyüklerimizi nasıl eleştirirsin’ demeyi de ihmal etmemişti.
Soruşturma sonunda saldırganların asker olduğu tespit edildi. Yarbay Salih Raci Tekin ve iki astsubay yakalandı ve çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Yargılama sürecinde ‘dayak’ emrinin komutanlarından geldiği ortaya çıkmıştı.
Bu olayın bize öğrettiği bir şey daha vardı; Derin devlette devamlılık esastır.
Çünkü Genelkurmay Başkanı’nı eleştirdiği için gazeteci döven yarbay Raci Tekin, 2006 yılında Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesine yapılan saldırının azmettiricisi olduğu iddiasıyla tutuklanan Ergenekon sanıklarından Muzaffer Tekin’in babasıydı.
Kısacası savcının en büyük iddiası aslında iddianamenin en zayıf noktası.
İRTİBAT VAR AMA DELİL YOK
İddianamenin diğer önemli iddiası ise yine bir vehim üzerine kurulu.
Basitçe anlatırsam; Necip Hablemitoğlu, Cemaat aleyhine kitap hazırlıyordu. Cemaat bundan rahatsız oldu ve Mustafa Özcan MİT’çi Enver Altaylı ile temas kurdu. Altaylı’da Mustafa Levent Göktaş’la irtibata geçip cinayetin talimatını verdi.
Peki Göktaş bu cinayeti neden işletti? Çünkü MİT müsteşarı olmak istiyordu ve Hablemitoğlu da bu yarışta rakibiydi. Rakibini öldürüp ‘sorunu’ kökünden çözmüş oldu.(!)
Bırakın mantığı, kulakları bile tırmalayan bu senaryo iddianamenin temel argümanı. Oysa ki ne MİT müsteşarlığı makamı böyle cv bırakarak, siyasi torpil bularak edinilecek bir makam ne de Ankara’da işler böyle dönüyor.
Öte yandan söz konusu şahıslar arasında irtibata dayandırılan telefon kayıtları 20 yıl öncesine ait. Böylece MİT’in illegal olarak kayıtları tuttuğu belgelenmiş oldu. Ayrıca konuşmaların içeriği yok.
Savcı ‘olsa olsa’ mantığıyla sonuca gidiyor.
Başka konularda da aynı durum söz konusu. HTS kayıtları boca edilmiş ve ardından yorum ‘delil’ gibi sunulmuş.
HABLEMİTOĞLU TÜM OYUNU BOZMUŞ
Necip Hablemitoğlu Ulusalcı-Ergenekoncu yapının Ordu içindeki en etkin adamlarından olan Org Şener Eruygur’a bağlı çalışan, bu yapının karanlık işlerinde kullandığı ‘Kürşat’ kod adlı Hasan Atilla Uğur’a bağlı faaliyet gösteren Ergun Poyraz benzeri birkaç yazardan birisiydi. Temel görevi Ulusalcı-Ergenekoncu Yapının amaçları doğrultusunda kamuoyunda algı oluşturmak, psikolojik harp faaliyetlerini yönetmekti.
Ancak burada kritik bir gelişme yaşanıyor. Hablemitoğlu AKP’nin kapatılması için ciddi hazırlık yapıldığını, toplumda algı oluşturma işini ona havale ettiklerini, kapatma davasını kolaylaştıracak bir kitap çalışması yaptığını eski savcı AKP milletvekili Ramazan Toprak’la paylaşıyor.
İddianamenin en çarpıcı bilgileri Toprak’ın ifadelerinde var.
Necip Hablemitoğlu’nun Ulusalcı/Ergenekoncu yapılanma adına faaliyet yürütmesi beklenirken AKP ile yakınlık kurarak onlarla temas etmesi onu ölüme götüren sürecin önünü açıyor.
İfadelere göre cinayet öncesi keşifler ve hazırlıklar hiyerarşi içinde yapılmış. Ancak Levent Göktaş’ın bu suikasti kimin emriyle hazırlattığına dair bilgi yok.
Savcı da peşine düşmemiş. Tetiği çektiği iddia edilen Tarkan Mumcuoğlu 2012 yılında kendi isteğiyle ÖKK’dan ayrılıp MİT’e geçiyor. 2016 yılındaki bu geçişin mimarı ise 15 Temmuz’un kritik isimlerinden Zekai Aksakallı. O da yine bir başka 15 Temmuz aktörü olan Kemal Eskintan’ı arayıp torpil yaptırıyor. Oysa ki Tarkan Mumcuoğlu’nun adı çok önceden piyasaya düşmüştü. Yani böyle bir zanlının MİT’e alınması çok büyük bir soru işareti. Savcının Zekai Aksakallı’yı sorgulamaması da büyük eksiklik.
BU NASIL BİR TESADÜF?
Tarkan Mumcuoğlu’nun MİT’e alınma sürecini savcı araştırmamış ama ben araştırdım.
Elde ettiğim bilgilere göre Tarkan Mumcuoğlu aldığı emirleri sorgulamayan, muhakeme etmeyen, fevri çıkışlar yapan ve sorgusuz sualsiz çalışan bir asker.
Bu yüzden bu tür kirli kapaklı işlerde çok kullanılmış.
Görev yaptığı süre içinde yasadışı işler yaptığı için çok sayıda devlet sırrına vakıf olduğu söyleniyor. Ağzı da sıkı değil diye biliniyor. MİT’e transfer edilmesinde de bu bilgiler ve ağzının sıkı olmaması etkili oluyor. Tetiği çektiği ifadelere bile girmesine rağmen bu göreve getirilmesi bir nevi ödüllendirme olarak görülebilir.
İddianamenin temel metni bir bakıma Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerine dayanıyor. Bozkır ifadesinde Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun cinayet öncesi silah depolarına gidip gelmeye başladığını anlatıyor. Burada çok kritik bir ayrıntı var.
Çünkü o dönem Özel Kuvvetler Komutanlığı Lojistik Şube Müdürü 15 Temmuz’un en kritik ismi olarak karşımıza çıkacak olan Sadık Üstün’dü.
Yine Bozkır’ın ifadesine göre o dönem depolarda kayıt dışı silahlar bulunuyordu. Bu nokta çok önemli çünkü 15 Temmuz akşamı kritik roller oynayan Sadık Üstün’ün geçmişinin de bu tip işlerle ilintili olduğu teyit edilmiş oldu.
İddianame bize 15 Temmuz’un bir başka kritik ismi; Kemal Eskintan ile ilgili de çarpıcı bilgiler veriyor. Tetikçi Tarkan Mumcuoğlu’nun MİT’e alınma sürecinde Zekai Aksakallı ile Kemal Eskintan irtibat kuruyor. Yani cinayetin tetikçisini Aksakallı ve Eskintan omuz omuza verip MİT’e yerleştiriyor. Her iki ismin de 15 Temmuz’da kritik rolleri olduğunu unutmamak lazım.
KRİTİK İSİMLER SAKLANMIŞ
Savcı en temel en kritik isimleri özenle dosyanın dışına atmış.
Necip Hablemtioğlu’nun en önemli haber kaynağı dönemin MİT İrtica ile Mücadele Daire Başkanı Tuğrul Kalaycıoğlu. Dahası Şengül Hablemitoğlu, Tuğrul Kalaycıoğlu’nun Necip Hablemitoğlu’na yönelik açık tehditlerini ifadesinde anlatmıştı. Buna rağmen savcı Tuğrul Kalaycıoğlu’nu özenle dosya dışında tutmuş.
Savcının en büyük eksiklerinden birisi de Nuh Mete Yüksel’i ifadeye çağırmaması. Nuh Mete Yüksel ve Necip Hablemitoğlu’nun birlikte yer aldığı ‘proje’ler doğrudan bu dosyanın parçasıydı.
Savcı Levent Göktaş’ın talimatıyla Ukrayna’ya gidip Nuri Bozkır’ı tehdit eden eski Ergenekon sanığı Levent Bektaş’ı da ifadeye çağırmamış. Savcı işadamı İnan Kıraç’ı da özenle dosyanın dışına çıkarmış. Oysa ki ifadeye çağrılması, sanık yapılması gereken isimlerin başında geliyordu. Sonuçta Levent Göktaş onun avukatı ve onun ofisinden kayboldu.
ABDULLAH GÜL’E SOPA MI?
Dediğim gibi iddianame usta bir terzinin elinden çıkmış gibi. Hem gerçek failleri kapatıyor hem siyasi direktife göre ‘fail’ üretiyor hem de Saray’ın canını sıkabilecek kişiler oyuna çekiliyor.
Mesela eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dosyaya monte edilmiş. Özellikle Toygun Atilla’nın yönettiği Odatv’ciler bu konuda özel çaba sarf etmişler. Yani yarın bir gün Abdullah Gül Saray’ın canını sıkacak bir adım atacak olursa bir anda kendini sanık sandalyesinde görebilir.
Öte yandan savcı adeta ‘kambersiz düğün olmaz’ deyip Can Dündar ve Sedat Peker’i de dosyaya eklemiş. Ancak her ikisi ile ilgili iddialar da iddianamenin bütünü gibi delilsiz.
“DÜN DÜNDÜR BUGÜN DE BUGÜNDÜR” İFADELERİ
Davanın üzerine bina edildiği isimlerden olan Zihni Çakır’ın ifadeleri de baştan sona şüpheli. Kooperatif yolsuzluğundan hapis yattığı yönünde haberlerle gündeme gelen Zihni Çakır’ın anlatımlarında ciddi çelişkiler de var. Mesela Ergenekon sürecinde tanıklık yapan Çakır 17 Temmuz 2012’de verdiği ifade de cinayete dair bambaşka şeyler anlatmıştı. Ancak 2015 sonrası konjonktüre göre ifadesini tam tersi istikamette değiştirdi.
Ayrıca Fikret Emek ve Tarkan Mumcuoğlu’nun Cemaatten olduğunu ima ediyor. Ancak en temel soru da burada karşımıza çıkıyor. Madem söz konusu isimler Cemaatten, o zaman Mustafa Özcan ne diye Halil Şıvgın üzerinden Ramazan Toprak, Aydın Köstem ve Levent Göktaş üzerinden uzun ve zahmetli bir yola giriyor. Doğrudan Emek ve Mumcuoğlu’na talimat verebilirdi. Kaldı ki her iki isim de Cemaat düşmanlıkları ile bilinen askerler.
Bunun yanında, Hablemitoğlu’nun Cemaat ile ilgili yazacağı kitaptan dolayı öldürüldüğü tezi de delillendirilmemiş. Kaldı ki kitapta yer alacak metinler zaten kitap yayınlanmadan Yeni Hayat dergisinde çıkmıştı. Dahası Gülen Cemaati ile ilgili yazılmamış hiçbir şey kalmamıştı. Kitap yüzünden hedef haline gelme bir çok yönden ayakları yere basmayan bir teori. Fethullah Gülen ve Mustafa Özcan’ın adının eklenmesi tamamen Saray’ın politik çıkarlarıyla alakalı.
İddianame de dikkat çeken noktalardan birisi de Nuri Gökhan Bozkır ve Nizamettin Afşar’ın her şeyi dün gibi hatırlaması. Her ikisi de 20 yıl önce olan olayları çok net hatırlıyor. Bu iki isim dışında kimse olayları bu netlikte hatırlamıyor. Her iki isim de ifadeleri çalışmış gibi.
Aslında ‘iddianameden notlar’a daha çok ek yapabilirim ama burada durup temel soruyu soralım;
Siz bu iddianame ile Necip Hablemitoğlu cinayetini aydınlatmayı mı planlıyorsunuz? Yoksa Şengül Hablemitoğlu’nun dediği gibi ‘leş pazarlıklar’ döndü ve iş cinayeti örtme üzerinde mutabakata mı döndü?
Eldeki iddianame net bir şekilde ikinci seçeneğe işaret ediyor.
Cemaat adına adam öldürenin, zaten cemaat ile irtibatı kopmuştur.
Adem bey yazıda o kadar çok isim geçiyor ki, sizin iddianameyi hazırlayan savcıdan daha çok konuya hakim olduğunu gösteriyor…