YORUM | M. NEDİM HAZAR
İslam dininin açıktan kendini ifade etme eşiği Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla başladı. Bir avuç ve çoğu alt tabakadan olan Mekkeli Müslümanlar Kabe’ye yürüyerek inançlarını ifade ettiklerinde, o dönem Put sektörünün başında olan Ebu Cehil ve askerlerinden çok sert tepki gördüler.
Çağrı filmi bu sahneyi muhteşem anlatır.
Hatırlayın Zeyd B. Harise’nin Tebbet suresini okuduğu sekansı.
Müslümanlar, taş, sopa ve demirlerle iyice hırpalandıkları esnada ufukta Hz. Hamza göründü. Çölde çıktığı avdan geri dönüyordu ve Kabe’nin etrafındaki karmaşayı görünce atını oraya sürdü.
Geldiğinde içinde öz yeğeni olan bir grup garibanın fena tartaklandığını gördü. Hepsi kan revan içinde kalmışlardı.
Hamza öfkeyle atından indi. Elinde yayı vardı. Ebu Cehil’in yanına çıkıp, bu vahşiliği niye yaptıklarını sordu.
“Bunlar yalancı ve bölücü” dedi cahillerin babası.
O anda öfkeyle elindeki yayı savurdu Hamza ve Ebu Cehil’in iki kaşının ortasına bir darbe indirirken şöyle dedi:
“Yalancı mı? Nasıl olur? Onları konuşturmadınız ki!”
Oğuzhan uğur bir gazeteci değil, bir sosyal medya fenomeni. Epey takipçisi olan popüler bir isim.
Özellikle Ümit Özdağ gibi isimlerin Erdoğan tarafından tedavüle sokulmasından sonra enteresan bir format kullanmaya başlayan Uğur, koskoca salonları tek zihniyetli faşistlerle tıka basa doldurup, konuklarını linç etmesiyle ön plana çıktı.
Özellikle de mazlum hakları konusunda bu aşağılık çağda büyük mücadele veren insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’na yaptığı linç.
Açık söyleyeyim, Gergerlioğlu’nun düşürüldüğü ortamı fark etmesini rağmen, “Burası Nazi Almanyası’na dönmüş” deyip çıkmamasına şaşırdım ve inanılmaz bir sabırla her türlü önyargılı, hakaret dolu aşağılamaya cevap verdiğini görünce bu değerli olan insana saygım arttı.
Düşünün salon dolusu azılı faşist var; Özlem Gürses’inden Kombi Abdurrahman’a kadar. Ve siz program boyunca sorudan ziyade suçlamayla, hesap sormayla karşılaşıyorsunuz.
Her neyse…
Elbette, gerek sosyal medya paylaşımlarımda, gerekse Youtube videomda bunu eleştirdim.
Ancak hiçbir eleştirimde Oğuzhan Uğur’un babasından tem cümle, tek kelime etmedim elbette.
Babasının kimliğinden ziyade oğlunun yaptıklarıydı aslolan.
Sonra enteresan bir şey oldu.
Malum, Netflix’te Fatih Terim güzellemesi yapan belgesel isimli bir acayip program yayınlandı. Başta Hakan Şükür olmak üzere, Fatih Terim’in başarılarında en önemli rol sahibi olan pek çok insan olmadığı gibi, Terim adeta bir deha ve melek olarak sunuluyordu bu belgeselde.
Nasıl olduysa Oğuzhan Uğur Şöyle bir paylaşımda bulundu:
Bu paylaşımdan sonra adeta kıyamet koptu. Başta siyasal İslamcılar ve Ergenekoncular olmak üzere, ruhlarında faşizanlık çiçeği besleyen her kesim yekpare halinde Oğuzhan Uğur’a yüklendi.
Sonrası daha ilginç.
Oğuzhan Uğur baskılardan korkmuş olacak ki, şöyle bir açıklama yaptı:
“Hakan Şükür’e yaptığım daveti, samimi eleştirileri tek tek okuyarak tekrar değerlendirdim. Babamla da uzun bir konuşma yaptım. Kendisine konuşma hakkı verip, FETÖ’ye sempati kazandırma ihtimalini ve tek bir kişiyi bile kandırması riskini göze almamalıyım. Acele karar vermişim.
Tabii bunu da parça parça atacakları için “korkak” diyecekler ama ben hatamı kabul ederim. Soru sormak asıl benim hakkım kafasıyla baktım. Tam tartamamışım.???? Bu arada halen beni fetöcülükle suçlayan eski fetö aşıklarıyla yüzleşmeye hazırım. =) onda sıkıntı yok.
Fetöcüler siz de merak etmeyin. Siyaset konusunu kapatınca babamı da konuk alacağım.”
Herkes öncelikli olarak elbette geri adım atılmasına takılmıştı ama bence bu açıklamada çok daha önemli bir mesele vardı.
Bir kere Oğuzhan Uğur bu tartışmaya babasını da eklemişti. Dahası ve önemlisi babasıyla “uzun uzun konuşup” karar verdiğini söylüyordu.
Bu açıklamadan sonra şahsen benim açımdan taşlar yerine oturmuştu.
Mesela Oğuzhan Uğur’un hangi motivasyonla Doğu Perinçek’e seçim şarkısı yaptığını daha iyi anlamıştık.
Gergerlioğlu gibi isimleri kimin tavsiyesi ve yönlendirmesiyle davet ettiğini, salona kimleri nasıl dolduracağı taktiğini kimden aldığını öğrenmiş olduk.
Tıpkı Mekke Müşrikleri gibi Oğuzhan Uğur’un babası da “konuşturmayın o yalancıyı” diyordu.
Korkuyordu, çünkü hem kendi yaptıklarının ortaya çıkması, hem de muhataplarının masumiyetinin beş dakikada netleşmesi mümkündü.
Böylesi bir riski göze alamazdı baba Hasan Atilla Uğur..
İşte bu defansa çağrılan babadan sonra, doğal olarak tartışmalara komutan Atilla Uğur da dahil oldu.
Öncelikle onun kim olduğunu yazdı hafızası zayıf olmayanlar.
Misal Mardin Kızıltepe’de yok ettiği masum siviller gündeme tekrar geldi.
Makamına çağırdığı iş adamlarının gizli videolarını çekip şantaj yaptığını anlattı olayların şahitleri.
Devlet bütçesinden milyonlarca doları alıp mahkemeyi etkilemek için bütçe oluşturduğundan bahsedildi mesela.
Özellikle Andıç Medyası üzerindeki etkisinden, gizli telefon dinlemelerinden bahsedildi.
Bütün bu suçlar kapı gibi belgeliydi üstelik.
Ama şimdi baba-oğul sorgulama makamındaydılar.
Siyasal İslam onlara bu imkanı sunuyordu ve bizzat kendileri de o noktaya gelene kadar elbette hiç rahatsız olmayacaklardı şüphesiz.
Bugünün Ergenekoncu ve Siyasal İslamcılarının cahiliye dönemi müşriklerinden Ebu Cehil’den daha zalim ve faşist olduklarının kanıtıydı bu olay.
6 yıldan beri neredeyse her akşam bir sosyal grubu ekranlarda, sosyal medyada linç ediyor ve tek kelime söyletmiyor, tek bir söz hakkı tanımıyorlardı.
Tanımaya kalkanların sonu da Oğuzhan Uğur gibi oluyor ve olacaktı.
Hele bir de elindeki kanların henüz kurumadığı Ergenekoncu bir babanın oğlu iseniz, hiç şansınız olmazdı elbette!
Şu ağır cümleler meşhur Friedrich Nietzsche’ye ait: “Babada susmuş olan, oğulda konuşur ve çoğu zaman oğulda babanın açıklanmış sırrını buldum.”
Böyleyken böyle…
NOT: Oğuzhan Uğur’un babasını oyuna dahil etmesinin ardından baba-oğul beraber analizler yapınca bazı aklı evveller boş yaparak gereksiz duyar kastılar. Öyle böyle değil, meseleyi bilmeden akılları sıra hakperestlik yapıyorlardı.
Ve açık söyleyeyim, bu kafalardan artık sıtkım sıyrıldı. Elin çomarıyla, bilmem neyiyle uğraşırken bir de bunlarla uğraşmak artık bana ağır geliyor.
Öyle bir devirde yaşıyorsunuz ki, dünyanın en hadsizleri gelip sizi buluyor. Mesela dümdüz bir “günaydın” yazıyorsunuz sosyal medyaya, hadsizler atılıyor hemen, “Senin tuzun kuru tabi ki günaydın diyeceksin!”
İş bu sebepten dolayı bu ortamı sahibi, aslisi olan hadsizlere bırakma kararı aldım. Sakın ola ki kimse bana, “Abi niye bir şey demiyorsunuz?” demesin.
Kalbini kırarım!
Ne demek şimdi bu!
Sizin “günaydın” yazmanıza kızıp “senin tuzun kuru, tabi ki ‘günaydın’ diyeceksin!” diye yazan “hadsizlere” kızıp “hangi ortamı” hangi “asli sahiplerine” bırakıyorsunuz?
Sizi şahsen hiç tanımıyorum ve yazdıklarınızın hepsini değerli de bulmuyorum. Bazen internetten aldıklarınızı aklınıza geldiği gibi birbirine ekleyip yazıyorsunuz diye düşündüğüm de oluyor ama siz “bizim takımın” “en değerli ve as yazarlarından birisiniz”. Bunu kendinizin de bildiğini, vakarınızın bundan kaynaklandığını sanıyorum.
Daha bu yaşta kalp hastası olabilirsiniz; maddi olarak geçinebilmek için içli köfte yapıp satıyor da olabilirsiniz ama Allah size yazma kabiliyetinizi kullanma fırsatı verdiği müddetçe, hiçbir “alanı” terk edemezsiniz.
Sizi gördüğü, yazılarınızı okuduğu zaman dua eden onca insan var…
Sosyal medyayi birakti seklinde anladim koseyazilarina devam edecektir. Zira kendisi hem guncel hem de kulturel konularda yazabilen ender kalemlerden