YORUM | M. NEDİM HAZAR
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun.
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah affeder ve merhamet eder.”
(Âl-i İmran, 31)
Ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya. Çiçekten habersiz kelebeğin öyküsü bizimkisi adeta.
Eksiktir sevdasından uzak olan sevgili, eksiktir baharından habersiz kelebek. O kelebek ki kısacık ömrüne oranla binlerle yıla denk düşen koza içinde sabırla güçlendirmeyi bekler kanatlarını.
Saçlarım uzun değildi sancılarıma sürterek teskin edebilecek kadar. Yaşlarım gözümde değersiz birer sıklet gibi yer işgal ediyorlardı sadece. Ve bilmiyordum Süreyya, suya da, metale de, cama da değerini veren kemiyetinden ziyade keyfiyetiydi. Birer inciye dönüşüp, kalbin peşine ardı ardına sökün etmeyen yaşları kim ne yapsın?
Oysa seni tanımak kavramların anlamsızlığının farkına varmaktı. Mesafeler mesela. Sair zaman insanın ayağına birer pranga, omuzlarına kaldırılması zor bir külçe gibi yığılan mesafeler seni tanıdıktan sonra sivrisinek vızıltısına dönüşüverdi… Seni tanıdıktan sonra anladım, yakıcı nefesinin alnımda olduğu anlar ile sesimin karanlıkta kaybolduğu anlar arasında milim fark olmadığını. Gönüller sende olduktan sonra “eynessera minessüreyya!”
Hatırla;
Ben ellerim ceplerimde, yalancı mesutluklarla boş kaldırımlarda ıslık çalarak yürürken…
Hatırla;
Yalnızlık sulu sepken tüm insanlığın tepesine tepesine inerken…
Hatırla;
Seni gördüğü, bildiği halde koşup eteğine sığınmak yerine, üstüne karalar, çamurlar yağdırırken…
Ve hatırla;
Bütün bu farkında olmayanların acınası haline rağmen, sen o hayret verilecek şefkat ve rikkatinle tebessüm ederken…
Dedim ya; ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya…
Senden habersiz yaşamak şahsi fetretimdi ama orada, benim tam olarak bilmediğim bir kavşakta beni karşılayacağını biliyordum.
Belki biraz kırgın, belki de kızgın ve belki sitemliydim azıcık.
Fakat yanlış anlama…
Sevmek sitemle başlar diyor bir söz sultanı.
Sitemim sana değil Süreyya, beni çepeçevre kuşatan tüm sistemeydi… Hissedilip bilinmeyen, tahmin edilip ulaşılamayan, yürüyüp varılamayan bir menzilin varlığına vurulup, varamayınca ona, doğal olarak öfkeleniyor insan bir süre sonra. Ya da şöyle anlatayım sana:
Bir bahar papatyasından açılan fal gibi, kopan her yaprakta olumsuzu olmadan hep seni aramak gibi bir şey bu. Yani tüm ihtimalleri yine sen olan, tüm yolların sana çıktığı bir papatya falı gibiydin. “Seviyor, sevmiyor değil yine seviyor…”
‘Dönemeç’ şiirindeki şair gibi mevsimin bayat, hayatın esnemekte olduğu bir anda ya da havanın ılık, caddenin kalabalık olduğu bir anda karşıma çıkman arasında hiç fark olmayacaktı benim için. Önemli olan o dönemece ulaşmak, önemli olan siluetin olmasa bile ayak seslerini duyabilmekti. İster geç bir bahar günü olsun, ister kışa yaklaşan bir sonbahar günü. Sensizliğin en büyük ödülü ve cezası sessizlikti belki. Ruhumun uçurumlarında attığım isyan çığlıklarına inat sessiz bir rölanti ile bekliyordu gözlerim… Ve o müthiş dönemeç, o unutulmaz kavşak, o baş döndüren viraj…
Sonrası şiir elbet: “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız…”
Ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya.
Çiçekten habersiz kelebeğin öyküsü bizimkisi adeta. Eksiktir sevdasından uzak olan sevgili, eksiktir baharından habersiz kelebek… O dönemeçten sonra hızlı bir tamamlanma hissi esir alıyor bedeni, o dönemeç sonrasında doluyor boşluklar ve o dönemeç sonrasında keşfediliyor zaten var olanlar…
Bakma benim böyle şahsileştirdiğime meseleyi, bilenler bilir ki binlerce yıllık bir masaldır bu anlattıklarım.
Ah be abi, bilinmiyor kıymetli ruhun ve kalemin..Nice bilinmeyen Elmas ruhlular gibi.. Onbinlerce sessiz gözlere okuyor satırlarını bilesin. Hayret, şifa, şükür, hakikat basamaklarında soluklatıyorsun varol.