YORUM | UĞUR TEZCAN
Böyle genel ve kalıplara sokulması zor bir konuda yazmaya başladığınızda konuya nasıl giriş yapacağınızı belirlemekte zorluk yaşıyorsunuz. Ortada belki de yarım yüzyıla yayılan bir sorunlar ağı var ve bu sorunların da ötesinde mağdur hayatlar gereksiz yere tek tek yok oluyorlar.
Daha dün İran’da ahlak polisinin uyguladığı şiddet neticesinde 22 yaşındaki Mahsa Amini isimli masum bir kadın hayatını kaybetti; sırf başörtüsünü uygun bir şekilde takmadığı için. Olayın ardından birçok insan protesto amaçlı olarak sokaklara döküldüler ve kadınlar başlarını açarak protestolara destek verdiler! Küçücük çocuklara bile baskı ile iş yaptırılamayacağını, hele hele din öğretilemeyeceğini bilmesi gereken ‘modern’ bir dünyada, koca bir toplumu, mesela sadece İran’da 85 milyon insanı, zorla ve zorbalık ile hatlarını sizin belirlediğiniz bir ‘’ahlaki’’ dairenin içerisine hapsedemeyeceğinizi ve sizin öngördüğünüz şekilci bir dini anlayışa zorlayamayacağınızı artık anlamış olmanız gerekir.
Sizler için cevabını vermesi kolay olabilecek olan bu soru, konunun muhatapları açısından bakıldığında karmaşık haller alabiliyor. İran’ın 1979 yılında Humeyni liderliğinde “İslam Cumhuriyeti” (kabul etmediğim için tırnak içinde) rejimine geçtiği yıllardan günümüze İran sosyo-politiğini, baskıların, zorlamaların ve “İslami” dayatmaların tarihi olarak okumak da mümkün. Daha kurulduğu ilk günlerden itibaren toplumun farklı kesimlerine baskılar uygulayan bir rejimden bahsediyoruz. Bugün tıpkı AKP’nin yaptığı gibi insanları şeflik döneminin zulümlerinden kurtaracağı vaadi ve görünümü ile toplumun laik, seküler ve diğer kesimlerinin desteğini alan ‘’İslamcı’’ kanat, gücü devşirir devşirmez baskıcı bir İran İslamcılığı rejiminin temellerini döşemeye başladı. Ülkeden kaçan milyonlarca İranlı bugün demokratik Batı ülkelerinde büyük ve eğitimli bir diaspora oluşturdular. Ülkede varlığını sürdüren önemli sayıda muhalif vatandaş ise yarı gizli-yarı açık bir tarzda “öyle görünüyormuş’’ gibi davranarak hayatını idame ettiriyor. Ülkedeki fakirlik ve gelir eşitsizliği bizde ve benzer ülkelerde olduğu gibi milliyetçi, ahlakçı, Batı karşıtlığına dayalı sahte gündemler, nefret üreten retorikler ve toplum mühendislikleri ile idare ve idame ettirilmeye çalışılıyor. Baskı ile dayatılan bir İslam anlayışı, toplum fertlerinin gönüllerine nüfuz etmiyor; Müslüman olanı da şekilcilik ve kültürel-politik İslam çizgisinin içerisine hapsediyor. Toplum, açıkça yaşayamadığı serbestlik, özgürlük ve diğer imkanları kapalı kapılar ardında veya yurt dışında yaşamaya çalışıyor. Kısacası, ahlak polisi uygulaması aslında toplumu kontrol etme ve zorla dönüştürme eksenli kullanılan bir araç ve netice itibariyle sadece (İran’daki yaygın tabiriyle) “takiye” yapan bir toplum üretiyor.
Mahsa ismi ‘ay gibi’ anlamına geliyor. İşte “ahlak polisi” tarafından öldürülen bu masum kadının ismi altında aslında “İslam” ülkelerinin duçar oldukları cehaletin zifiri karanlığı üzerine tıpkı bir yakamoz gibi yansıyan başka bir sistemsel, varoluşsal, sosyolojik ve politik bir (sahte-yapmacık) ışık oyunu izliyor gibiyiz.
Ahlak polisi veya din polisi gibi kavramlar maalesef çoğunlukla kendilerine ‘Müslüman ülke’ diyen sistemlerin sorunu veya gerçeği! İran, Afganistan, Endonezya, Malezya, Nijerya, Filistin, Suudi Arabistan ve Sudan gibi ülkeler yanında bir de Taliban, IŞİD ve öncesinde de El Kaide kontrolü altındaki bölgelerde uygulanan bir sistem ahlak polisi uygulaması. Bunu, nüfusunun önemli bir kısmı Müslüman olan ancak cehaletin ve İslam ülkelerini saran toplumsal sorunların aynısını yaşayan Hindistan’da da görmek mümkün. Orada da bu ahlak polisliği rolünü ya elinde sopalarla sokaklarda adam döven polisin bizzat kendisi veya “huzuru” sağlamak vaadiyle kurulan yasadışı, aşırıcı, Hindu milliyetçisi (vigilante) gruplar üstleniyorlar.
Şimdi bu çizdiğim genel çerçevenin tam ortasına gelelim ve konunun özüne dair birkaç temel fikir teatisinde bulunalım. Balzac ile devam edelim.
Balzac, “Kanunlar örümcek ağları gibidir: Zayıfları ağa yakalanır, güçlüler ağı delip geçer” der. Ömrü hayatında insanlık tarihi, sosyal yaşam ve sosyal sistemler konularında özet mahiyetinde ne öğrendin deseler herhalde ben de bu tarz bir cümle ile özetlerdim düşüncelerimi. Bugünkü demokrasinin ve hukuki adaletin öncülerinden görünen Amerika’ya bile baktığınızda bu konuda ciddi sıkıntılar yaşandığını rahatlıkla görebilirsiniz. Arkasında önemli bir güç grubu bulunan eski Başkan Donald Trump’ın suçları bile maddi denetim ve hukuki koşuşturma süreçlerinden kaçırılabiliyor yıllardır.
Bizde olduğu gibi fakirlik, cehalet, eğitimsizlik, sistemsizlik, rüşvet, gizli ve açık toplumsal sınıflaşmalar, adam kayırmacılık, yolsuzluk ve benzeri bilumum sorunların yumağında yaşayan coğrafyalar böyle örümcek ağları ile baştan aşağı dolmuş durumdalar.
Politikacılar, zenginler ve değişik çıkar grupları içerisinden belirli suçlara bulaşmış olan kesimler ve hatta organize suç örgütleri o “kanun” ağlarını değişik yöntemlerle delip geçebiliyorlar; hatta daha özel bir kesimi itibarıyla o ağların hep üzerinde yaşıyorlar. Ekmek çalan fakir bir çocuk aylarca hapis yatarken, varlıklı ve nüfuzlu bir ailenin çocuğu çok daha ağır suçların radarından kaçırılabiliyor. İlginç olanı bunlar çoğu zaman, güya, ahlakına, dini ve ahlaki değerlerine çok düşkünmüş gibi görünen halkın gözleri önünde gerçekleşiyor. Türkiye’nin sadece son birkaç yılına ve birkaç hadiseye bile baksanız yaşanan bu ikilemi ifrat boyutundaki örnekleri ile seyredebilirsiniz. Bir kıza yan baktığı için sokaktaki korunmasız görünen bir adamı veya göçmen vatandaşı hemen oracıkta gruplar halinde linç edebilecek “ahlaki’’ refleksler sergileyebilen bir toplum, gücü elinde tutan AK Parti’ye bağlı bir yurtta kırk masum çocuğa alenen tecavüz edildiğinde gıkını bile çıkarmıyor! ‘’Kahraman’’ ve ‘’ahlaklı’’ emniyet ve yargı güçleri de hemen üç maymunu oynayabiliyorlar.
Bu örnekleri daraltarak hemen konumuza bağlayalım. Bahsi geçen “ahlak polisi’’ sahibi ülkelerin istisnasız hepsi yukarıda resmettiğim toplumsal hastalıkları iliklerine kadar yaşıyorlar. Bahsi geçen ahlak polisleri de toplumu baskı ile ezme ve kamplara ayırma, hizada tutma, rejimi koruma adına şekilci tepkiler verme dışında hiçbir değer üretemiyorlar. “Ahlak” adı altındaki; İslam’ın özünden de uzak olan baskıcı ve şekilci dayatmalar zayıf insanların, toplumsal azınlık sınıflarının ve toplumsal algıların kontrolü adına bir araç olarak kullanılıyor. Gücü elinde tutan veya bir şekilde o güce tutunmuş bulunan çevreler bu “ahlak” ve “kanun” ağlarından çoğunlukla etkilenmiyorlar.
Sadece binlerce şeyh torunu ve yüz binlerce zengin insanın hükmü altında bulunan Arabistan’a bile baksanız o insanların çoğunun gerek ülke içinde ama daha çok da ülke dışında yaşadıkları alkol, uyuşturucu, kadın ticareti ve cinsellik etrafında dönen ahlak dışı yaşamlarına dair izler bulabilirsiniz. Üstelik bunlar son derece büyük lüks ve israf boyutlarında yaşanıyor. Ayrıca her nedense bu coğrafyalarda bu haksız kazançlar ve israf boyutundaki bencil yaşamlar ‘ahlak’ dışı tutuluyor ve ahlak polisinin görev alanına hiç girmiyor.
Onların tek derdi sokakta el ele tutuşan iki sevgili, başörtüsünü düzgün takmamış veya kısa etek giymek istemiş olan bir kadın, araba sürmek isteyen genç bir kız, içki içen bir adam, Cuma namazına gitmemiş bir genç, dükkanının vitrinine kadın manken koyan bir satıcı, sokakta dans etmek isteyen delikanlı veya kız, başka erkeklerin yanında kafede oturan bir bayan ve hatta Nijerya’da yaşandığı gibi müşterilerine Leonardo DiCaprio tarzı saç kesimi yapan bir berber… İşte insanlar böyle basit; “ahlaksızlık” olarak isimlendirilmiş olan “suçlardan” ötürü ahlak polisinin falakaları veya daha başka zulümleri altında yaşamak zorunda kalıyorlar.
Üstelik bilinen bir gerçek daha var ki o da bu ahlak polisi denen insanların önemli bir kısmının bizzat kendilerinin zamanında belli suçlara bulaşmış olmaları ve sistemin suistimale ve kontrolsüzlüklere son derece açık olması. Hindistan’da yıllar önce yaşanan bir olayda olduğu gibi kendilerine rüşvet vermeyen kalabalığı parti yapıyorlarsa diye tartaklayan ahlak polisliği hadisesi ibretlik bir hadisedir. Yine sadece Arabistan’a bile baksanız önemli sayıda ahlak polisi mensubunun eskiden belirli suçlardan hüküm giymiş kişiler olduklarını ve o tarz bir görev alabilmek ve hapisten kurtulabilmek için gerekli şart olan ‘’Kur’an’ı ezberlemek’’ gibi yöntemlerle öyle bir görev aldıklarını görebilirsiniz. Rüşvete, tehditlere, tecavüzlere ve muğlak “ahlak” tanımlamalarına son derece müsait ve her yönüyle kontrol de edilmeyen böyle bir sistem zayıfları ezmek adına bir sopa gibi kullanılıyor adeta baskıcı, dikta yönetimler tarafından. Bu yapılırken de tıpkı IŞİD ve Taliban ahlak polisleri örneklerinde olduğu gibi, İslam’ın imajına da özüne de çok büyük ihanetlerde bulunuyorlar.
Tüm bu yazdıklarıma ve verdiğim örneklere bakarak, “tamam, sistemdeki yanlışlara işaret etmişsin; ama başlıktaki iddia çok sert olmamış mı?” diyebilirsiniz.
Burada da tercih artık fertlerin değer ölçülerine kalmıştır diyebiliriz. Benim inandığım şekliyle, ahlak polisliği veya adalet sağlayıcılığı gibi kimlikler altında, sistemsizliğe ve keyfiliklere boğulmuş bir sistemin parçası olarak masum veya savunmasız insanlara (aşırı ve gereksiz olarak) zulmediyorsanız ve aynı anda da benzer veya aynı suçları irtikâp eden güç sahibi insanları görmezden geliyorsanız sizin üzerinize ‘ahlaksız’ yok demektir. Elindeki, kendisine emanet edilmiş olan güç ile savunmasız insanlara haksızca, acımasızca ve aşırıya kaçacak derecede zulmeden insanlardan daha alçak, daha ahlaksız başka bir insan grubu tanımıyorum. Bugün kendilerine “İslam ülkesi” diyen ülkelerin en büyük sorunu işte bu sistemleşmiş münafıkane yaşam ve yönetim biçimidir. Bu en büyük ahlaksızlık örneği ve kokuşmuşluk göstergesidir. İşte bu yanlış tren rayları üzerinde zorla itilmeye çalışılan (ahlak polisliği) treni de bu makro boyuttaki sorunlar yumağının kördüğüm olmuş en önemli ilmeklerinden birisidir. Gerçek bir adalet ve devlet sistemi olan toplumlarda böyle arkaik ve ilkel uygulamalara ihtiyaç duyulmaz. Benim inandığım ve bildiğim İslam dininin toplum nezdinde yaşanabilmesi ve idame ettirilmesi adına böyle saçma ve gereksiz bir uygulamaya ihtiyacı yok. Buna asıl kimlerin ve neden ihtiyaç duyduklarını zaten yukarıda izah ettik. Lazım olan tek şey gerçek ve çalışan bir adalet sistemi ve hesap verebilen, şeffaf bir devlet sistemidir.