YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 24)
Geldik İslam dünyasında var olan, varlığını asırlardır devam ettiren ve çözümü de asırlar ve nesiller boyu sürecek sorunlar adına bir fert olarak ben ne yapabilirim, çözüme nasıl katkı sunabilirim sorusununun cevabına. Hatırlarsanız bu konuya girişimizin iki ana nedeni vardı. Bunlardan biri çocuklarımızın dini kimlikleri ve aidiyetleri itibariyle böylesi bir kimliğe ve böylesi bir dünyaya ait olmaktan duydukları utanç, ikincisi ise varlığını inkar edemeyeceğimiz bu sorunların çözümü için sorumluluk sahibi Müslüman fertler olarak bizim bir şeyler yapma zorunluluğumuz.
Öyle değil mi, sorun her ne kadar global dünyada Müslüman olmayanları etkilese de son tahlilde bizim sorunumuz, bizim dünyamızın sorunu. Açlık bizim, fakirlik bizim, insan hakları ihlalleri bizim, dini metinlerin zahiri ve radikal yorumları bizim, kadına şiddet bizim, eğitim seviyesindeki düşüklük bizim… Sayın sayabildiğiniz kadar. Bu sorunların hepsi bizim dünyanın problemi ve bunları çözmek de bize düşer. Klişe söylemle “Mars’tan yaratıklar gelip bizim sorunumuzu çözecek değil ya!” Sokağı mı temizlemek istiyorsunuz? Yolu var bunun; herkes önce kendi evinin önünü süpürmeli.
İşte şimdi çocuklarımızla bir masa etrafında oturup çözümü zaman alacak ve kollektif gayret isteyen sorunları yazdığımız sütuna bakacağız ve müzakereye başlayacağız. Önce bir önceki yazımda örnek olarak verdiğim iman meselesi gibi “Ferdin ferdi gayretleri ve duruşu ile çözülebilecek problemler mi bunlar?” sorusunu ortaya atmalıyız. Alacağımız ve vereceğimiz cevap açık, seçik ve net; hayır. Kollektif çaba gerekir. O zaman ikinci soru; “Bu sorunların hangisi senin tabii ömrümüz içinde çözülebilir? Büyük bir ihtimalle alacağınız cevap “Belki hiçbiri ama dediğiniz o kollektif çaba sarf edilirse belki çözülmeye doğru ilerlediğini görebilirim.” Bu hem çok önemli hem de çok olumlu bir cevap. Bu noktada son soru; “Çözüme katkı sunacak, çözümün bir parçası olacak mısın?” Cevabın evet olmasını umuyoruz. Evet diyorsa işte son soru geliyor, “Hangi sorunun çözümünde şimdi ve gelecekte nasıl bir rol oynayabilirsin?”
Cevabın evet olmasını umuyoruz dedim iki cümle önce. İçimi kanatıyor bu cümle benim ama buna rağmen öyle yazdım. Neden? Bir anne baba olarak istiyor ve arzu ediyoruz ki sebepler planında varlığına sebebiyet verdiğimiz ve bu meseleleri bir masa etrafında oturup müzakere edecek yaşa ve seviyeye gelinceye kadar nice, nice emekler sarfettiğimiz çocuklarımız bizim gibi inansın, bizim gibi düşünsün, bizim dünyamızın bir parçası olsun. Ama bu her zaman olmuyor. Hem inanç, hem kültür, hem hayat felsefesi, hem yaşam tarzı itibariyle aynı evde, aynı çatının altında fakat farklı dünyaların insanları olabiliyoruz. Eşyanın tabiatı, insanın fıtratı bu. Ve bu durum sadece bizim için geçerli olan bir gerçek değil, insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuş. Bunun en uç örneklerini görmek isterseniz Hz. Adem’in oğulları Habil ve Kabil’e bakmanız yeterli. Hz. Nuh’un oğlu, Hz. Lut’un karısı misallerini de unutmamalı. İşte bu hakikati nazara alarak dedim; çocuğumuzun vereceği cevabın evet olmasını umuyoruz diye.
Sözün burasında geçen hafta Harun Tokak’ın yazısında anlattığı Ali Ulvi Kurucu Hocanın anektodunu aktarmak isterim. Şöyle diyor Harun Tokak yazısında:
“Ali Ulvi Kurucu, 1955 yılında Almanya’da bulunduğu bir sırada, İkinci Dünya Savaşı’nda Rusların yakıp yıktığı yerleri görmek istiyor. Rusların bombaladığı yerlere götürüyorlar. Modern fabrikalar, okullar, apartmanlarla karşılaşıyor. Ali Ulvi Hoca, “Ben buraları demedim. Rusların harap ettiği yerleri dedim.’’ diyor. “Hocam, Rusların yakıp yıktıkları yerler işte buralar.” “Nasıl olur! On yıl içinde nasıl buraları mamur hale getirdiniz?” “Hocam yıkılan Almanya’ydı. Almanlar değildi.” diyorlar.”
İşte bu. Yıkılanlar İslam dini değil, İslami değerler değil aksine o dini ve sunmuş olduğu değerleri Hz. Peygamber pratiğini merkeze koyarak hayata tatbik edemeyen Müslümanlar. Eğer çocuğumuz bunu idrak ediyor ve gerçekten ideal düzlemde çözümün bir parçası olmak istiyorsa cevabı mutlaka evet olacaktır.
Şimdi geçelim ikinci aşamaya. Evet cevabını aldıktan sonra bence bir sonraki adım mesleki kimlik etrafında yapacağımız muhavere olmalı. Burada anne babalar olarak çocuğumuzu hem hissiyat hem de düşüncelerine çok büyük önem vermeliyiz. Malum baskın bir karaktere sahip anne babaların hakim olduğu evlerde -ki bunu liberal ve demokrat yerine baskıcı ve muhafazakar aile modelini takip edenler diye de ifade edebiliriz- çocuklara mesleki seçimlerinde çok fazla özgürlük alanı bırakılmaz. Türkiye’den ayrılalı 22 yıl oldu, hala böyle midir emin değilim ama yaşadığım ülkede söz konusu iki aile modellerine uyum sağlayan ailelerde hala aynı düşüncenin hakim olduğunu görüyorum. “Hayat tecrübesi yok, geleceğini öngöremez, ben onun iyiliğini istiyorum vb.” argümanlarla çocuklarının mesleki tercihlerine onların istek ve kabiliyetlerinin rağmına müdahale eden ailelerin varlığını biliyorum.
Halbuki esas olan insanın kabiliyetleri ile uyumlu, mutlu ve huzurlu olacağı mesleği seçmesidir. Anne baba olarak bu konuda bize düşen onlara destek olmaktır, köstek değil. Kendimizin olmak isteyip de olamadığımız, başarmak isteyip de başaramadığımız alanlara çocuklarımız yönlendirmek değil.
Meslek seçimi ve hemen ardından o meslek ile sorunların çözümüne sunabileceği katkı misalini bir sonraki yazımda ele alacağım.
Devam edecek.