YORUM | AHMET KURUCAN
“Yeteri kadar vakte sahip olan bir karınca Mont Blanc dağını yerle bir edebilir.”
Geçenlerde İlber Ortaylı’nın İnsan Geleceğini Nasıl Kurar? Kendini İnşa Etmenin Yolları ismiyle kitaplaştırılan nehir söyleşisini okuyordum. Kronik yayınları arasında çıkan bu kitapta yer alan uzun soluklu söyleşiyi Yenal Bilgici yapmış. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Bazı bölümlerin sonlarında “İlber Ortaylı’nın Kitaplığından” başlığı ile kitap listeleri verilmiş. Orada radarıma takıldı. Yaptığım ansiklopedik okumalar içinde şimdiye kadar okumadığım birçok kitapla karşılaştım o listeler içinde. Bunlardan bazılarını satın aldım ve başladım okumaya. Bir tanesi özellikle ihtimal yaşadığımız gündemle de alakalı olduğu için çok dikkatimi çekti: Kitleler Psikolojisi.
Öyle ya Türkiye’nin siyasi, hukuki, iktisadi, ahlaki ve dini gündemi özelinde son 10 yıldır yürüdüğümüz bütün yollar eninde sonunda kitle psikolojisine varıp dayanıyor. İktidar ve bileşenlerinin yaşanan onca olumsuzluğa rağmen onları iktidardan edecek ölçüde oy oranlarında bir düşüşün olmaması, Demirel-Özal-Ecevit dönemlerinde yaşanan kısmen demokratik hukuk düzeninde bile bir değil bin hükümeti devirecek hadiseler yaşanmasına rağmen hala bu halk desteğinin varlığı son tahlilde hep kitle psikolojisi ile izaha çalışılıyor. Onca kitap arasında Kitleler Psikolojisini seçmem ve hemen okumamın altında biraz da bu arka plan vardı. Tabii kitabın İlber Hoca tarafından tavsiye edilmesini de yabana atmamak lazım.
Okudum. Kanaatimi hemen söyleyeyim: İyi ki okumuşum ve maalesef geç kalmışım. Yaşananları anlama ve anlamlandırmada çok istifade ettiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi bu kitaptan altını çizdiğim ve kendime göre çarpıcı bulduğum tespitleri iktibas edeceğim. Ama önce 3 ana bölüm ve onların alt başlıklarını aktarmak istiyorum:
I-Kitlelerin Ruhu
1-Kitlelerin genel özellikleri ve zihni birliklerinin psikolojik yasası
2-Kitlelerin duyguları ve ahlakı
3-Kitlelerin fikirleri, muhakeme kabiliyeti ve hayal gücü
4-Kitlelerin kanaatlerinin dini şekillere bürünmesi
II-Kitlelerin fikirleri ve inançları
1-Kitlelerin inanç ve görüşlerine dolaylı yoldan tesir eden etkenler
2- Kitlelerin inanç ve görüşlerine doğrudan tesir eden etkenler
3-Kitlelerin önderleri ve ikna yöntemleri
4-Kitlelerin inanç ve düşüncelerinin değişiklik sınırları
III-Kitlelerin muhtelif türlerinin sınıflandırılması ve tarifi
1-Ayrışık ve bağdaşık kitleler
2-Suçlu tabir edilen kitleler
3-Ceza mahkemesi jürileri
4-Seçmen kitleleri
5-Parlamenter Meclisler
*
Şimdi altını çizdiğim ve konu birliği itibariyle benim birleştirdiğim alıntılar:
“Kitleler ne kadar eğitimli insanlardan oluşursa oluşsun kitle olduklarında tuhaf bir şekilde düşük seviyeli bir zihniyet sergiler. Orada bilinçli kişilik ortadan kalkar, her bireyin duygu ve düşünceleri aynı istikamete yönelir. Buna kitlelerin zihni birliği yasası adı verilir.
“İnsanlar tek tek ele alındığında zekaları, hayat tarzları, meslekleri, karakterleri itibariyle birbirlerinden farklı olsalar da kitle oldukları an benzer içgüdülere, tutkulara ve duygulara sahiptirler.
“Bütün eylemlerimizde bilinçdışının payı büyük, sağduyunun ise oldukça küçüktür. Bilinç dışı, hala keşfedilmemiş bir kuvvet gibi hareket eder.
“Kitleleri yönetmek için değilse de kitleler tarafından yönetilmemek için bugün bir devlet adamının en büyük dayanağı onların psikolojisini anlamaktır.
“Kitlelere has karakteristik özelliklerin ilki, bir kitlenin parçası olan bireyin sırf sayısal koşullar sebebiyle yenilmezlik hissine kapılması ve bu yüzden tek başına iken mecburen frenleyeceği içgüdülerine kitle halindeyken teslim olmasıdır. İkincisi, bireyin kendi menfaatini kitle menfaati uğruna terk etmesi ve bu özelliğin sirayet edici olmasıdır. Şöyle özetleyebiliriz; kitle içindeki bireyin temel nitelikleri şunlardır; bilinçli kişiliğin yok olması, bilinç dışı kişiliğin hüküm sürmesi, telkin yoluyla belli bir istikamete yönelme, duygular ile düşüncelerin tek bir yönde sirayet edişi ve telkin edilen fikirlerin derhal eyleme dökülmesi. Şöyle de denebilir; kitlenin bir parçası iken duyguların güdümündeki birey barbardır.
“Napolyon, şairlerin ifadesiyle kendisinin hatırasını uzun seneler muhafaza edecek köylülerin dostu, iyiliksever ve liberal bir şahsiyetti. Otuz sene sonra bu yumuşak huylu kahraman, iktidarı ele geçirip özgürlüğe son verdi ve kendi hırsları uğrunda üç milyon insanı telef etmiş kan dökücü bir despota dönüştü.
“Birine karşı soğukluk hissi ve kınama, bağımsız bireyde güçlü değilken kitle içindeki bireyde bu his derhal şiddetli bir nefrete dönüşür.
“Kitle yalnızca basit ve aşırı uçlardaki duyguları idrak edebilir. Kendisine telkin edilen görüşleri, düşünceleri ve inançları mutlak hakikatler olarak algıladığı için hepsini bir bütün şekilde kabullenir veya reddeder. İnançlar muhakeme yoluyla ortaya çıkmak yerine telkinle teşvik edildiğinde durum daima böyledir. Dini inanışların kitlelerde despotik bir şekle bürünmesinin sebebi budur.
“Kitleler güce saygı duyar.”
“Kitleler üzerinde yapılan çalışmalar şunu gösteriyor; kitlelerin ahlaki düzeyleri çok düşüktür. Siyasi otorite tarafından bir takım eylemlerinin cezasız kalacağı garantisinin verilmesi kitlelere özgürlük alanı açar ve kitleler vahşi içgüdülerinin peşine düşüp onları gerçekleştirirler. Av mevsimindeki avcıların içgüdüsü buna güzel misaldir.
“Kitlelerin hayal gücü önemlidir. Bu yüzden kitleler için olayların en cezbedici kısmı, en olağanüstü ve en efsanevi yönleridir. Bir medeniyeti incelediğimizde gerçekte onu ayakta tutan temel unsurların harikulade ve efsanevi olduğunu görürüz. Görünürdeki şeyler, tarihte her zaman gerçeklerden daha önemli rol oynamıştır. Gerçek dışı, gerçeği her zaman alt eder.
“İskender ve Sezar’dan beri gelen büyük devlet adamlarının hiçbiri, kitlelerin hayal gücünü nasıl etkileyeceğini Napolyon kadar bilememiştir. O, daima hayal gücüne hitap etmekle meşguldü. Zaferlerinde, nutuklarında, konuşmalarında, bütün eylemlerinde hatta ölüm döşeğinde bile daima bunu düşünüyordu.
“Kitlenin alkışladığı kahraman onun için bir tür Tanrı gibidir. Napolyon’a on beş sene boyunca bu şekilde bakıldı. Bugün insanların gönlünü kazanmış büyük adamların çoğunun sunağı veya mabedi yerine heykelleri ile resimleri var ve bu büyük adamları kültleştirme eğilimi de geçmiştekinden çok farklı değil. Tarih felsefesinin bir miktar anlayabilmek, kitleler psikolojisinin bu temel noktasını bilmekle mümkündür. Kitleler her şeyden önce bir ilah ister.
“Aziz Bartolomeus katliamı [23 Ağustos 1572 tarihinde Fransız Katoliklerinin bir gecede 20 bin Protestan’ı öldürdüğü katliam. A.K.] veya din savaşlarının sorumlusu krallar olmadığı gibi, terör dönemi de Robespierre, Danton veya Saint-Just’un eseri değildir. Bu gibi olayların ardında kralların iktidarları değil, daima kitle ruhu vardır.
“Kitlelere tesir eden en önemli unsur kelimelerdir ve kelimelerin gücü çağrıştırdıkları imgelerle ilişkilidir ve gerçekten tamamen bağımsızdır. Düşünce özgürlüğü ihtimalinin akla bile gelmediği yahut bir şehrin tanrılarının, kanunlarının, adetlerinin tartışılmasının bir suç sayıldığı bir devirde kullanılan özgürlük kelimesinin, bizim bugün anladığımız şeye tekabül etmesi mümkün mü?
“Kitleler hiçbir zaman hakikatin peşinde olmazlar. Hoşlarına gitmeyen ispatların karşısından kafalarını çevirir veya hoşlarına gidiyorsa da hakikat yerine yanılgıyı tanrılaştırmayı tercih ederler. Kitleleri yanılgılarına ve yanlışlarına inandırmayı bilen kişi, onlara kolaylıkla hükmeder, onları bu yanılgılardan uyandırmaya kalkışanlarsa daima düşmanları olur.
“Aklın göstergeleri doğrultusunda bir toplumu baştan aşağı yeniden şekillendirmenin mümkün olamayacağını görebilmek için Avrupa’nın yirmi sene boyunca karışıklıklar içinde kalması ve birkaç milyon insanı katletmesi gerekmişti.
“Duygular akılla aralarındaki ebedi mücadelede katiyen yenilmiş değildir. Bunu görmek için en ilkel canlılara kadar inmeye gerek yoktur. En basit mantığa dahi aykırı olan batıl inançların yüzyıllar boyunca nasıl ısrarla varlıklarını sürdürdüklerini hatırlamak yeterlidir. Ayrıca bakın, şeref, fedakarlık, inanç, zafer, vatan sevgisi gibi duygular akıl vasıtasıyla değil aksine çoğu zaman akla rağmen ortaya çıkmıştır.
“Kitle ruhunu yakalamış kişiler savundukları fikir veya peşine düştükleri amaç ne kadar mantık dışı olursa olsun onların bu ikna olmuşlukları karşısında muhakemeleri de keskinliği yitirir. Aşağılanma ve zulüm onlara fayda sağlamaz aksine daha çok kışkırtabilir. Şahsi ve ailevi çıkarlarını feda ederler. Artık kendilerini koruma dürtüleri dahi kalmamıştır. İnançlarının şiddeti, sözlerine muazzam bir ikna gücü kazandırır. Kitle içinde bir araya gelen bireyler, kendi iradelerini yitirip içgüdüsel olarak kendilerinden eksik niteliklere sahip olan liderlerine döner ve onu dinlerler. Zira kitlelerin ruhuna daima hakim olan şey, özgürlük değil boyun eğme ve itaat ihtiyacıdır.
“Her çeşit muhakeme ve ispattan arınmış katışıksız ve sade bir beyan bir düşüncenin kitlelere nüfuz etmesinin en kesin yollarından biridir. O beyanın gerçekten etkili olabilmesi için de sürekli ve mümkün mertebe aynı ifadelerle tekrar edilmesi gerekir.
“Kitlelerin düşünce, duygu, heyecan ve inançlarında mikroplarınki kadar kuvvetli bir bulaşma gücü vardır.
“Kitleler tezlerle değil modellerle yönetilirler. İşte tam da bu sebeple, kendi devirlerinin çok ilerisindeki kişilerin çoğunlukla kitleler üzerinde tesiri olmaz. Zira aradaki fark çok büyüktür.
“Uzun vadede dünyanın kaderini belirleyen akıldır fakat bu oldukça dolaylı biçimde gerçekleşir ve uzun zaman alır. İşte bu sebeple bu fikirler hayata hakim olduğunda o fikirlerin kaynağı olan filozoflar çoktan toprağa dönüşmüş olurlar.
“İtibar, bir kişinin, eserin veya bir fikrin üzerimizde bir çeşit hakimiyet kurmasıdır. Bu hakimiyet, tüm eleştiri kabiliyetimizi altüst edip ruhumuzu hayret ve saygı hissiyle doldurur. Tekrar edelim, itibarın ayırt edici niteliği, şeyleri oldukları gibi görmemizi engellemesi ve muhakeme kabiliyetimizi felç etmesidir.
“İtibarın mıknatıs etkisi vardır. Bu etkiye kapılan kitleler aslında istese bir çırpıda yutabileceği terbiyecisine boyun eğen vahşi hayvanlar gibi bu kişilere itaat ederler.
“Kitleler eğer bir başarısızlık söz konusu olursa, daha dün alkış tuttuğu kahramanı yuhalamaya başlar. İtibarının büyüklüğü ölçüsünde de o kişinin göreceği tepki büyük olur. Kitle düşmüş kahramanı artık kendi seviyesinde görür ve aslında kabul etmediği bir üstünlüğün önünde boyun eğmiş olmanın intikamını alır.
“Komplo ile bir zorbayı devirmek mümkündür fakat en derinlere kök salmış bir inanca komplo ne yapabilir? Açık şekilde kitlelerin rızasını almış ve engizisyonunkiler kadar acımasız yöntemlere başvurmasına rağmen, Katolikliğe karşı durdurduğu şiddet dolu mücadelede yenik düşen bizim büyük devrimimiz olmamış mıdır? [1789 Fransa Devrimini kastediyor. A.K.]
“Eskiden siyasetin duygu işi olmadığını söylemekte beis yoktu. Ama ya şimdi? Siyasetin aklın değil duyguların güdümündeki hareketli kitlelerin dürtülerini rehber edindiği bu devirde hala aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
“Kitleler ikiye ayrılır; ayrışık (heterojen) ve bağdaşık (homojen) kitleler. Ayrışık kitleler sokaktaki kitleler misali anonimdir ya da farklı partilere mensup meclisteki milletvekilleri misali anonim değildir. Bağdaşık kitlelere gelince, onlar da üçe ayrılır. Cemaatler ve partiler; askeri, ruhban veya işçi kastları gibi kastlar ve burjuva ya da köylü sınıfı gibi sınıflar. Şurası artık kesin ki bütün bu kitlelerde kollektif psikolojiler bireysel psikolojilerden oldukça farklıdır ve bu farklılaşmadan akıl da payına düşeni alır. Bu kitlelerde aklın hiçbir rolü yok demek değildir ama kitle halinde esas tesirli olan bilinç dışı duygulardır. Kitlelerin inançlarını tartışmak, kasırgayla tartışmak gibidir.
“Siyasette meseleleri basit ve sade kelimelerle anlatmanın en mükemmel örneğini büyük devrimizi esnasında Jakobenler gösterdi. Kafaları muğlak genellemelerle dolu bu dogmatik mantıklı kişiler, olaylarla hiç ilgilenmeden yalnızca değişmez ilkelerin tatbikine yoğunlaştılar. Onlar hakkında gayet haklı olarak şu söylenmiştir: “Devrimin içinden geçip gittiler fakat ona tanık olamadılar.
“Şeylerin tesirlerinden ve aralarındaki irtibattan habersiz kitleleri heyecanlandırmak ne kadar kolaysa cesaretlerini kırmak da aynı ölçüde kolaydır. Her türlü paniğe kapılabilir ve daima yükseklerde yahut en diplerde gezerler.
“Vatandaşların kayıtsızlığı ve güçsüzlüğü ölçüsünde hükümetler rollerini büyütmek zorundadır. Artık fertlerde görünmeyen girişimcilik, idarecilik, rehberlik ruhunu hükümetler sergilemek durumundadırlar. Her şeyi üstlenmek, yönetmek ve muhafaza etmek artık hükümetin işidir. İşte bu noktada devlet bir gecede Tanrı’ya dönüşür. Ancak bu nevi tanrıların iktidarlarının ne kalıcı ne de kudretli olmadığı tecrübeyle sabittir.”
*
Alıntılarımı Gustave’ın önceki dönem Fransız siyasetçilerinden birinin meclis duvarlarında asılı olduğunu söylediği şu tespitiyle sonlandırıyorum:
“Düzenbaz siyasetçi ile katil anarşist, aynı gemide sürgünün hummalı topraklarına doğru yola çıktıkları gün birbirleriyle iletişim kurmayı ve kendilerini aynı toplumsal düzeni tamamlayan iki taraf olarak görmeyi başarırlar.”
Eserinden bahsettiğiniz İlber Ortaylı acaba sadece bana mı çok kibirli geliyor? Sadece bende mi ukalaca, insanlara tepeden bakan bir izlenim uyandırıyor?
Neyse, konu bu değil. Ahmet bey Türkiye´deki bugünkü olaylara bakarak “Kitlelerin Psikolojisi” kitabının gelişmeleri anlamlandırmada yardımcı olacağını düşünüyor. Bana göre bugünkü olayları anlama ve anlamlandirmada George Orwell´in “Hayvanlar Çiftliği” isimli kitabı da önemli bir eser.
Orada çiftlikteki hayvanlar hallerinden memnun değildir. Bir araya gelip organize olurlar ve yaşlı çiftçiyi kovarlar. Ondan sonra yaşanan süreç çok enteresandır. Bana işin o kısmı biraz da AKP´nin değişim sürecini hatırlatıyor.
Çok teşekkürler çok güzel olmuş bu yazıyı okuyunca daha net anladım çoğu şeyi
Çok teşekkürler çok güzel olmuş bu yazıyı okuyunca daha net anladım çoğu şeyi
Kitleler ile ilgili çok gerçekçi bir yorumuda buraya not düşelim.
“ İster ilkel kabilevi, ister ulusal, isterse dinsel yapıda olsunlar, cemaatlerin çoğu kendi varlıklarını sürdürmek ve önderlerinin gücünü yüceltmek isterler; müntesiplerini, cemaat dışında yer alan ve kendileri ile çatışan başkalarına karşı ayağa kaldırmak için müntesiplerinin doğasında bulunan ahlâk duygusunu sömürürler. Ama bir yandan da müntesiplerinin ahlâk duygusunu ve yargılama yeteneğini boğmak için, kişiyi kendi cemaatinin ahlâksal tutsağı durumuna getiren ensest türü bağlardan yararlanırlar. Böylece kişiler, ahlâk ilkeleri başkalarınca çiğnendiğinde, şiddetle karşı çıkarken; aynı ilkelerin kendi müntesiplerince çiğnenmesine ses çıkarmaz hale gelirler.”(Erich Fromm, Psikanaliz ve Din. Çev: Ş. Alpagut. İst. 1990. s. 82)
Yeterince açık galiba. İşte kabile ve kitlelerden oluşan ülkemde sağdan sola veya ortada ki her kabile her cemaat maalesef bu şekilde.
Bu böyle olduğu içinde bir toplum olmamız ve iki yakamızın bir araya gelmesi sosyolojik kurallara ters.
İşin en acısıda son dönemin en acılı topluluğunun en iyi kafalarının bu gerçeği görmelerine rağmen akıl ve iradelerindeki ipotekleri kaldıramıyor oluşları.