YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
İbadet kısaca Allah’a boyun eğme, itaat etme, teslim olma, kullukta bulunma demektir. İbadet dediğimizde öncelikli olarak namaz kılma, zekât verme, oruç tutma, dua etme, itikafa girme, kurban kesme, Kur’ân okuma gibi Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için yaptığımız salih ameller anlaşılır. Fakat ibadet, yapılan amellerin yanında, Allah için kaçınılan davranışları da içine alır. Bediüzzaman bunlara “menfi ibadetler” der ve bunların insana nasıl sevap kazandıracağını şöyle izah eder:
“Hem takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vaciptir (farz manasında). Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva böyle zamanlarda, binler günahların hücumlarında bir tek içtinap, az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva namıyla ve günahtan kaçınma kastıyla menfi ibadetten gelen ehemmiyetli amal-i salihadır. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve kaçınma niyetiyle yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.” (Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası)
İbadetin temelinde insanın Allah’a duyduğu derin saygı ve sevgi, korku ve haşyet vardır. İnsan Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu elde etmek için O’nun emirlerini yerine getirdiği gibi, O’nun gazap ve azabından korunmak için de yasaklarını terk eder. Kısacası, emir ve yasaklarında ilâhî iradeye itaat eder, boyun eğer. Hem emirlerine riayet ederek hem de yasaklarından kaçınarak sevap kazanmaya, O’na yaklaşmaya, O’nun hoşnutluğunu elde etmeye çalışır. Zira kulluk imtihanını başarıyla geçmek, ebedî nimetlere mazhar olmak buna bağlıdır.
Salih amel yapmanın ve yasaklardan kaçınmanın yanı sıra hastalık, musibet, zorluk ve sıkıntılar karşısında insanın dişini sıkıp sabretmesi de aynı şekilde menfi ibadet cümlesindendir. Bediüzzaman Hazretleri bu durumu da şöyle izah eder: “İbadet iki kısımdır. Biri müspet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.” (Bediüzzaman, Lem’alar, 25. Lem’a)
İbadet denildiğinde ilk olarak namaz, oruç, zekât, dua gibi ameller akla gelir. Sadece bunlar vasıtasıyla sevap kazanılacağı zannedilir. Kulluk borcunu yerine getirmek sadece bunlara münhasır görülür. Oysaki yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere ibadetin anlamı çok daha geniştir. İnsanı Allah’a yaklaştıracak vesileler çok daha fazladır. İnsanın karşı karşıya kaldığı bir günahı Allah için terk etmesi, maruz kaldığı belâ ve musibetler karşısında şikayet etmemesi de menfi cihetten yapılan birer ibadettir.
Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurur: “Kulum kötü bir amel yapmak isterse, onu yapmadıkça yazmayın! Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın! Eğer benim için terk ederse bunu onun lehine bir sevap yazın.” Görüldüğü üzere haramların terk edilmesi sadece insanı günah işlemekten korumuyor, aynı zamanda ona ibadet sevabı kazandırıyor. Zira haramlara karşı koymak, ciddi bir nefis mücadelesi gerektirir. İnsanın günahlardan uzak bir şekilde iffet ve ismetiyle yaşayabilmesi, arzu ve isteklerini kontrol edebilmesine bağlıdır. Bu da sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanın meşru ve helâl dairede kalabilmesi, içindeki takva duygusuna, Allah korkusuna bağlıdır.
İmam Suyutî Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın, haramların terk edilmesine verdiği önemin, farzların işlenmesine verdiği önemden daha büyük olduğunu ifade eder ki bu son derece önemli bir tespittir. (Suyuti, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 187) Pek çok âyet ve hadisten süzülerek çıkarılan, “Def-i mefasid celb-i menafiden evlâdır (Zararlı şeylerin terk edilmesi, faydalı şeylerin elde edilmesinden önceliklidir)” şeklindeki fıkıh kaidesi de aynı noktaya dikkat çeker. Demek ki Allah’a karşı ortaya koymakla mükellef olduğumuz kulluk vazifesinin ilk ve öncelikli şartı, O’nun haramlarından kaçınmaktır.
Günahların olabildiğine yaygınlaştığı ve normalleştiği günümüz dünyasında bu husus ayrıca önem arz etmektedir. Eğer her tarafın harama açılan kapılarla dolduğu bir çağda, bir mü’min haramlara karşı mesafeli duruşunu koruyabilirse, aleyhinde gibi görünen bir durumu lehine çevirebilir, müspet cihetten yaptığı amellerle ulaşamadığı derecelere, haramlara karşı gösterdiği sabırla ulaşabilir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle yüz günahtan uzak durduğunda yüz farzı işlemiş gibi sevap kazanır.
Hastalık ve kayıplar, arzî ve semavî afetler, zulüm ve gadirler kısaca zorluk ve sıkıntılar karşısında gösterilen sabrın da menfi cihetten yapılan bir ibadet olduğunu söylemiştik. Bediüzzaman’ın hastalıklar hakkında söylediği, “Bazı sabreden ve şükreden hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, sahih rivayetlerle ve sadık keşiflerle sabittir.” sözünü, insanın karşı karşıya kaldığı daha başka sıkıntı ve meşakkatler hakkında da düşünebiliriz.
Burada önemli olan, can sıkıcı hâdiseleri sabırla karşılayabilmek, onlar karşısında kaderi tenkit etmemek, hâlinden şikayet etmemek, Allah’a rızadan ayrılmamaktır. İşte bunu yapabilen kimselerdir ki müspet anlamda yapacakları ibadet ü taatle elde edemeyecekleri derece ve seviyeleri sabırlarıyla elde edebilirler. Şu hadis-i şerif de bunu teyit eder: “Cenâb-ı Hak, kuluna, ameliyle ulaşması zor bir makam takdir buyurmuşsa, ibadet ü taatiyle o zirveye ulaşması imkânsız görünen kimseleri, nefis ve aileleri itibarıyla müptelâ kılar.. sonra da o iptilâya karşılık onlara sabır verir; derken, onları yükseltip o menzile erdirir.” (İbn Hibbân, es-Sahîh, 7/169)
Kısacası, ibadetin üç türü vardır; biri müspettir ki bu tür ibadetler bir fiil ortaya koyarak yerine getirilir. Diğer ikisi ise menfidir ki bunlar da bir şeylerden kaçınarak yerine getirilir. Bu kaçınılan şeyler de ya karşı karşıya kalınan haramlar olur ya da belâ ve musibet zamanlarında Allah’ı şikayet veya kaderi tenkit anlamına gelebilecek söz ve fiiller.
İbadetle ilgili bu izahlar çoğumuzun aklına sabırla ilgili meşhur üçlü taksimi getirecektir ki bunlar da taat üzere sabır, haramlara karşı sabır ve musibetlere karşı sabırdır. Dolayısıyla bir anlamda ibadet sabırla özdeşleşmektedir.
Yazıyı Efendimiz’in (s.a.s) şu hadisleriyle bitirelim:
“Mü’minin durumu şâyân-ı takdirdir; niye olmasın ki; onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için müyesser değildir. O, neşe ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder, bu onun için hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.” (Müslim, zühd 64)