Boşanmada yenilenmemiş fıkhi içtihatların rolü

YORUM | AHMET KURUCAN 

Bir takım terörist örgütlerinin yaptıkları terör faaliyetlerini İslami içtihatlar ile meşrulaştırma çabalarından dolayı söz konusu içtihadî düşünceleri “güvenlik sorunu” olarak nitelendiren yaklaşımlar var ya, ben de ondan mülhem şunu diyebilirim, aile hukukuna yönelik yenilenmemiş fıkhî içtihatlar akla hayale gelmedik, gereksiz tartışmalara, geçimsizliklere hatta  boşanmalara sebebiyet verebiliyor ve veriyor.

Hiç uzatmayacağım. Denilen şu: “Ailenin maddi mükellefiyeti kocanın üzerinedir, karının hiçbir maddi sorumluluğu yoktur. Koca ev işleri için hizmetçi tutmak zorundadır. Daha da ötesi karı çocuğuna süt emzirmeye bile mecbur değildir.” Kaynak? Fıkıh kitapları.

Doğruluğu yanlışlığı bir kenara, bu içtihadî düşünceler günümüz dünyasında bazı kesimlerde boşanmalara kadar uzayan geçimsizliklerin nedeni olabiliyor. Nasıl oluyor? Şöyle: Aile bütçesine katkı sağlayabilecek ölçüde düzenli geliri olan kadın kocasının önüne bu bilgileri koyarak “Benim ve çocuğumun/çocuklarımın maddi her türlü masrafını sen üstlenmek zorundasın.” diyor ve kazancını A’dan Z’ye kendi istek ve arzularına göre tasarruf ediyor. Sonuç? Bu bilgiler ve onlara bağlı olarak yapılan tavır almalar hatta dayatmalar yukarıda dediğim gibi boşanmaya kadar uzanan tartışmaların başlangıcını oluşturuyor ve bazı ailelerde anlaşma sağlanamayınca boşanmalar gerçekleşiyor.

Hayali bir sorundan bahsetmiyorum. Bana farklı kanallardan farklı zamanlarda ulaşan somut bir sorundan söz ediyorum. En son ulaşan soru Batı medeniyetinin beşiği sayılan bir ülkede yaşayan okuyucumuzdan geldi. Hem koca hem de eşinin yüksek eğitimli olduğu, her ikisinin de yaşadıkları ülkede birbirilerine denk maaşlar aldığı 2 çocuklu bir aile bu. Kocanın ifadesine göre İmam Hatip düzeyinde dini bilgisi olan birilerinin bu eksendeki görüşleri sıklıkla kadına anlatması neticesi o güne kadar ortak bütçe konusunda problemi olmayan ailede tartışmalar yaşanmasına sebebiyet vermiş, karşılıklı inatlaşmalar ve dayatmalar içine girilmiş.

Şimdi kadının seslendirdiği bütün bu bilgiler fıkıh kitaplarında yerini alan içtihadî ve üretilmiş beşeri düşüncelerdir. Dayanmış olduğu temeller de vardır elbette. Bunların başında Kur’an gelir, ardından Allah Resulü’nün beyanları ve tabii ki Kur’an’ın nazil olduğu coğrafyadaki sosyo-kültürel hayat şartları. Kur’an’dan başlayayım. Nisa suresi 34. ayette Allah aile reisliği-yöneticiliği konusunda karı ve kocanın hak ve yetkilerini düzenleme üst başlığı altında değerlendirebileceğimiz beyanında diyor ki: “Evlendikten sonra hane halkının geçim masraflarını kocalar üstlenmektedir.”

Yayınevine yeni teslim ettiğim İslam ve Kadın kitabında çok detaylı olarak bu ayeti ele aldım. Nüzul ortamını ve o ortamdaki sosyo-ekonomik-kültürel şartları tasvir ettim önce. Ardından kocanın karısını dövebileceği hükmünü içine alan bu ayetin nüzul sebebini anlattım uzun uzadıya. Allah’ın maksadı ve insanların maslahatı ekseninde 14 asırlık İslam ilim geleneğinde yapılan yorumları ortaya koydum. Ardından bugün bu ayetin bize ne demek istediğini, oradaki ilahi maksadın günümüze nasıl ve hangi formlarla taşınabileceği konusunda izahlar yapmaya çalıştım. Bir başka tabirle mahrûtî bir bakış sergiledim, atomik ve parçacı yaklaşımda bulunmadım.

Ama bu yazıda tam tersini yapacağım, Zahiriler misali lafzi/literal bir okuma yaparak izahta bulunacağım. Şundan dolayı, bu ayeti delil göstererek yukarıdaki hükümleri dile getiren ulemamız da, onları değişen sosyo-ekonomik ve kültürel arka plan şartlarına rağmen olduğu gibi günümüze taşıyan insanlarımız da ayete parçacı yaklaşım sergiliyor, bırakın ayetler arasındaki anlam bütünlüğünü korumayı kısa bir ayet olduğu halde ayet içinden bir cümleyi çekip alıyor ve üzerine hüküm bina ediyorlar.

Burada ulemaya haksızlık etmemek için hemen şunu söylemeyelim: Bu düşünceleri dile getirenlerin yaşadığı dönemdeki hayat şartları ile ayetin nazil olduğu dönemdeki hayat şartları arasında ciddi bir farklılık yoktu. Bu sebeple örf-adet, gelenek-görenek başka bir tabirle sosyo-kültürel toplumsal düzen ve idari sistem aşağı yukarı aynı şekliyle devam ettiği için ayetin zahiri manasını almaları veya bunu merkeze koyarak aynı istikamette genişletici yorumlar yapmaları makul karşılanabilir. Ama ya günümüz insanlarına ne demeli?

Geriye döneyim. Bugün aynı düşünceleri seslendiren kişilerin metodolojisi ile izaha başlamadan isterseniz son sözümü şimdiden söyleyeyim: Bana göre yanlış. Sergilenen parçacı ve atomik yaklaşımlarla, lafzın zahiri manasını bile esas alarak bugün yapılacak yorumlarla o düşünceler üretilemez, o sonuçlara ulaşılamaz, ulaşıldığı ve hayata taşındığı takdirde de yukarıda ifade ettiğim aile sorunları başlar, geri adım atılmaması durumunda da boşanmanın kapısına dayanılır.

Ne diyordu ayet: “Evlendikten sonra hane halkının geçim masraflarını kocalar üstlenmektedir.” Sorum şu: Istılahi kavramları kullanarak ifade edecek olursam, bu beyan inşâî midir yoksa ihbarî midir? Yani Allah bu beyanı ile kocaların ailenin maddi yükümlülüğünü üstlenmesini emir mi etmektedir yoksa zaten verili durum budur, yaşayan gelenek içinde aile masrafları kocalar tarafından üstlenilmektedir de aile yöneticiliğinin gerekçesi olarak mı mali mükellefiyet kocanındır denilmektedir?

Bu sorunun net cevabı hiç şüphesiz ikincisidir. Zira erkeklerin-kocaların ailenin mali mükellefiyetlerini üstlenmesi sadece Müslümanlar için değil, o toplumda yaşayan müşrik Araplar, Yahudiler, Hıristiyanlar için de geçerli olan bir vakıadır. Şöyle demek belki daha doğru olur, gelir elde etmenin genelde kas gücüne dayanan savaş, çapulculuk, hayvancılık, ziraat, avcılık ile sağlandığı o dönemlerde her toplum için geçerlidir bu durum. Ticari hayatta da istisnalar hariç zaten kadınların adı yoktur. Kaldı ki tarım toplumu şartlarını düşünecek olduğunuzda ister lokal isterse şehirler arası ticaretin de büyük bir kısmı kas gücüne dayanıyordu. Bu zaviyeden bakınca ayetin toplumsal bir gerçeği nazara vermekte olduğu görürüz. Sebeb-i nüzulde de belirtildiği üzere toplumun genel kabullerine bağlı olarak somut bir soruna çözüm önerisi getirilmektedir ayette.

Hadislere gelince…

Devam edeceğim nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Cok basit konulari , inanilmaz komplike bir yazi formunda anlatiyorsunuz , sonuc su mu madem artik sartlar ve sosyo ekonomik durum degisti , artik kadinlarda bir evi gecindirme konusunda en az erkek kadar sorumlu tutulabilirler nedir abi sorun . Anlattiginiz kitle Nietzsche`nin `Ubermensch` makamina ulasmis kitle degil ki .. Devam edelim bakalim bir sonraki yazida nereye varacagiz.

  2. Hocam, olayın bir Avrupa bir de Türkiye/Ortadoğu kısmı var. Yazınızda aşağıdaki soruları da içeren cevapları umuyorum. Madem kolları sıvadığınız, aşağıdaki hususları da içersin, cevaplarınız.

    Bir avrupa ülkesinde, sosyal devlet gereği, hesap kitap sonucunda belirleniyor ücretler. Asgari bir standardı yakalatacak bir gelir sağlanıyor herkese. Geçinecek ücreti alıyor insanlar. Olur ki maddi sıkıntı var ödemelerde, üzerini sosyal devlet karşılıyor. Dolayısıyla, Avrupa ülkelerinde, erkeğin geçimi sağlamak zorunluluğu gibi bir tartışma da kadük kalıyor.

    İşte yukarıda bahsettiğim duruma rağmen, kötü alışkanlıkları olmayan, asgari ücretle çalışan erkeğin, kadının gemimizi sağlayamıyor şeklindeki itirazı karşısında tutumu ne olur? Olayı tam tersinden düşünerek, asgari ücretle çalışan bir Avrupa ülkesi erkeği, geçinemiyoruz şikayetlerini, itaplarını, baskısını sürekli duyduğu eşini boşayabilir mi?

    Olayı birde erkek açısından değerledirebilir misiniz, geçinebileceği bir ücreti aldığı bilinen bir ülke de yaşayan erkek, buna rağmen kadından itham görüyorsa, bunu boşanma sebebi sayabilir mi erkek?

    ……………………………………..

    Olayın ikinci yönü:

    Geçimi temin etmek yükümlülüğünü açın demiştim. Bizim gibi geri kalmış ülkelerde de, bir asgari ücret belirleniyor, elbette yetersiz bunu biliyor herkes, erkekte biliyor, kadında, toplumun yarısı da böyle geçiniyorken, bu hasır altı edilecek bir durum değil. Bu nedenle, Türkiye gibi ülkelerde yaşayan, erekğin asgari ücretle çalışmak zorunda kaldığı, bu nedenle de evini geçindiremeyeceği orta da olan bu durum karşısında kadının şikayeti, işin yolunun boşanmaya gitmesi caiz midir?

    Yahut bunu tersten alırsak, elinden geleni yapmasına rağmen ülke şartarı gereği geçindiremeceği ortada olan erkeğin, kadın tarafından sürekli eleştirilmesi karşısına, erkeğin böyle bir evliliği sonlandırması caiz midir?

    Bu ayeti bu devrin bu ekonomik gerçeklikleri göz önüne alarak, Avrupa ve Türkiye ayrımında olduğu gibi, değerlendirir misiniz.

    Lütfen, genel geçer kavramlar, kalıplar yerine, daha öze inecek açıklamalar yapar mısınız?

    ……………………………….

    Erkekten yapamayacağı şeylerin istenmesi, sunduğu yaşamdan şikayet ayrı husus, ama buna şikayet hakkını dinden almak ayrı husus. Ülkesinin kanunları çerçevesinde hafta da 40 saat çalışan, asgari ücret alan bir erkek, israf, kötü alışkanlığa parasını harcamıyor, bunu evine harcıyorsa, bu durum karşısında, erkeğin geçimi sağladığını söyleyebilir miyiz?

    Meselenin diğer yanı, sunulan yaşantının eleştirilmesi, tatile gidememenin, her istediğini alamamanın, ama falanca da böyle biz niye böyleyiz ki gibi şikayetin, kıyaslamanın, muhafazar kültürde bir çeşit kanıksanması.

    Bir ailede kadının, erkeğin evlilik öncesi alışageldiği yaşantı, ekonomik seviye elbette ayrı. Beklentilerin farklılığı orta da. Bununla birlikte, yeni kurulan bir evlilikte, yeni bir ekonomik durumun oluştuğu da gerçek. Evlilik bir çeşit sözleşme. Yeni duruma, nikahlanarak giren insanların, kadının, erkeğin girdiği bir statü. Evlenirken bu gerçekliği bilen kadının, daha sonra bu gerçeklikten şikayet etmesi, erkeğe baskı yapması, evlilik akdinin manevi yönü bir kenara, bir akdin ilkelerine bağlılığa aykırılık değil mi? Bu durum karşısında asıl erkeğin haklarına girilmiyor mu?
    Fitreyi kuruşu kuruşuna hesaplayan ilahiyat dünyası, bu geçimi sağlamak kavramını neden daha ayrıntılı açıklamıyor. Neden, bazı konularda uzak duruyor, öze girmiyor.

    Açlık sınırı, Asgari yaşam sınırı gibi kavramları zaten ekonomistler hesaplıyor. Birde asgari ücret kavramı var.

    Bunlar ortadayken, yani asgari ücretle çalışmak zorunda olan milyonlarca insan var iken ve açlık ve asgari yaşam sınırı onun çok çok üzerindeyken, erkek ve kadının durumu bu ayet karşısında nedir?

    Asgari ücretle çalışan erkeğin geçindiremeyeceği, buna kadının da dayanamayıp zorluklar karşısında şikayet edeceğini bir karine olarak alamaz mıyız?

    Türkiye gibi ülkelerde, kadının şikayetini hak kabul edemez miyiz, zira geçinemeyecekleri orta da?

    Kadının haklı şikayeti karşısında, hafta da 40 saat çalışan asgari ücretle çalışan bir ortadoğulu müslümanın buu fiili durumu değiştiremeyeceği de ortadayken, erkeğin burada ne gibi hakları vardır?

    Bu ayeti lütfen bu hususları da göz önünde bulundurarak açıklar mısınız, teşekkür ederim.

    Erkeğin geçimi sağlayamamasının rakamlarla net ortaya konduğu bir zamanda, bu ayet karşısında kadının hakkı nedir, yahut kadın açıkça geçinilmeyeceği bir ortamda neden şikayet etmesin? Erkek,

  3. Yazar, aile yöneticiliğinin gerekçesi olarak mali mükellefiyetin kocada olmasını bir emre değil verili durumun tespitine bağlıyor ve bundan hiçbir şüphe duymadığını söylüyor. Çocukların bile anlayacağı konuları açma eğilimi olan yazarımız bu konuyu neden açmıyor anlamadım.

    1400 yıl sonrasına gelelim. Bugün Amerika’da, Avrupa’da kadınların ezici çoğunluğunun maaşı varken, şu kadar kadın hakları yürürlükteyken, kadın kişiliği ve tabii egosu baya baya belirginleşmişken erkekler hala evin reisi değil midir? Bugün kadınlar hala eslerinin soyadını almıyor mu, almak istemese bile soyadını en azından çocuğa veren baba değil mi?
    Sanırım bunu sadece erkek egemenliğiyle açıklayamayız. Demek ki sosyolojik olarak da, psikolojik olarak da erkeğe bir sorumluluk verilmiş. Bu bariz. Durum böyleyken, 1400 yıl evvel böyleydi, şimdi başka olmalı mantığı çok yanlış. Bu meseledeki bakış açısı değişmeli, içtihat gerekli amenna, buna bi şey diyen yok, ama çıkış noktası çok yanlış.

    Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta daha var ki, o da kadınların belki de hala yürürlükte olabilecek hükümleri hadis arkeolojisi yaparak istismar etmeleri. Bir ilahiyatçı da duymadım ki, bunun ne kadar çirkin bir davranış olduğunu yazsın, çizsin.

    Kadınlar sürekli pohpohlanıyor, çirkinlikleri sürekli görmezden geliniyor ve bu kafayla başbaşa bırakılan erkek geçirdiği öfke yüzünden, cinnet yüzünden yine linç ediliyor, yine linç ediliyor ve 1400 yıl öncesine göre daha çok sorumluluklarla bezeniyor.

    Oh ne ala memleket, işine gelince İslam hukunu istismar et, evde yemek yapma, modern hukuku istismar et kafana göre takıl, örfi hukuku istismar et düğündeki takılar senin olsun, zekatını da kocana ödet.

  4. Ailenin reisi kim sorusunun genel bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Bu kanunla ya da dini bir kuralla düzenlenebilecek bir husus değil. Evli bir çifti oluşturan erkek ve kadının fıtratları ve kabiliyetleri neticesi her birinin reis olduğu veya ortak karar aldıkları alanlar ortaya çıkacaktır. Eğer durum böyle gelişmiyorsa, ikisinin de reis olmak istediği veya ikisinin de sorumluluk almak istemediği alanlar olacaktır. Ortaya çıkan anlaşmazlıklar da boşanmaya kadar gidebilecektir.

    Evin geçiminin erkekte olup kadının ev işi yapma sorumluluğunun olmaması herhalde ancak istisnai olarak mümkün olabilir. Dinde bu iki hükmün birlikte geçerli olabileceğine ihtimal vermiyorum. Böyle bir dini yorumu savunan bir ekonomik ve sosyolojik gerçekliklerden kopuk demektir. Ya evi birlikte geçindireceksin ve ev işleri için tutulan hizmetçinin ücretini birlikte karşılayacaksın, ya da eşlerden biri çalışıp diğeri ev işlerini yapacak. Aksi bir durum ekseri aile için mümkün olamaz.

    Eğer erkek çalıştığı halde kadın sağlanan geçim şartlarından memnun değilse ya yer değişirler, ya ikisi de çalışırlar, ya da ayrılırlar. Başka ihtimal var mı?

  5. Yorumlara bakılırsa erkekler eşlerinden dertli gibi. 40 yıl sonunda şunu anladım para varsa huzur da var. Boşuna fakirlik küfürle denk tutulmamış.

    Ancak şuna da şahit oldum, Hz Hatice gibi eşler de var. Kocası içerdeyken evin maddi manevi tüm yükünü sırtlayan yiğit eşler de var. Allah onları Hz. Hatice ve Hz. Fatıma ile cennette komşu yapsın. Ama o yiğit kadınların eşleri de “ama benim de ikinci eş hakkım var” demiyor, hepsinin tek ‘gülü’ var.

  6. Merhaba, yıllar önce okuduğum bir kitapta, şu an hangi kitap hatırlamıyorum, alimlerin çoğunun kadının çocuklarını ihmal edebileceği durumlarda çalışmasını caiz görmediğinden söz ediliyordu. Bazı beylerin hislerini anlıyorum, ama bence bu şartlara göre ele alınması gereken hassas bir konu. Hadisleri bilmiyorum fakat, Ahmet beyin dediği gibi ayet kesin emretmiyorsa şartlara göre değişebilir diye düşünüyorum.

    Çocuk yetiştirmek zaten çok önemli bir iş, bunun dışında genelde yemek, çamaşır, temizlik gibi işler de kadına kalır. (En azından benim yetiştiğim kültürde) Bu kadının bir de kendi geçimini sağlamasını beklemek uygun gelmiyor bana. Tabii, mesela çocuklar büyümüştür, kadın zaten çalışıyordur, o zaman evin bütçesine katkı yapması beklenebilir diye düşünüyorum.

    Sorularla İslamiyet’de şöyle bir bölüm gördüm: “… Mesela, bir kadın yemek yapmak veya kendi çocuğuna bakmak zorunda değildir. Ama ailenin huzuru ve selameti için, aile fertleri arasında karşılıklı hürmetin tesisi için, kadının meşru ve müspet olanı (kendi hoşuna gitmese de) yapması elbette güzeldir.“

    • Bir şeyleri hükme bağlamaya çalışmadan önce toplumu ve zamanı iyi anladığımızdan emin olmalıyız bence. Şahsen evlilik için sertifika alınması taraftarıyım ama bu sertifikayı kim verecek en büyük soru. Kadınlarla ilgili mağduriyet edebiyatı hak merkezli bir düşünceyi çoktan esir aldı.
      Diğer taraftan bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik diye düşünüyorum. Standart olarak erkeğin tüm gün, kadının da çalışmak istiyorsa yarım gün çalışmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Bunun hükme bağlanmasından bahsetmiyorum. Böyle bir önerme olmalı topluma ve alt yapısı da hazırlanmalı.
      Efendim, iki kişi çalışıyoruz yine yetiremiyoruz, bunları geçelim, herkese eşit miktarda maaş vaadinde bulunamayacağımıza göre kimi insanlar varlıklı olacak, kimi fakir, kimi de kendi yağıyla kavrulacak. Bu zaten naparsak yapalım olacak. Duruma göre kadın tüm gün çalışacak, erkek gününün yarısını evde ev işiyle, çocukların bakımıyla geçirecek.
      Fakat prensipte çocuk bakımında kadına odaklanmak gerekecek. Bu kaçınılmaz. Bir şeyleri hükme bağlamaya çalışmadan önce topluma bu öneri çeşitli yollarla öyle güzel sunulmalı ki, anne olmayı hedefleyen bütün kadınlar pedagoji okusunlar, müzik okusunlar ve günün geri kalanını evde çocuklarıyla geçirsinler. Dünyaya bir insan yetiştirmekten daha büyük bir sermaye mi var?
      Efendim, ev işleri şöyle böyle, geçelim efendim geçelim. Onları artık insanlar yapmıyor, çamaşır makinası, bulaşık makinası yapıyor. Robot süpürge, mutfak robotu bunlar bile artık sıradan mutfak demirbaşı haline geldi. Günde iki saat yemek ve temizliğe zaman ayırıp kalan zamanı laklakla geçiren tonla kadınımız var. Laklak yapacak insan bulamayan da indirim kuponlarından ibaret bir hayatta anlam arayışı içinde. Bunlar bizim tabu konularımız.
      Günümüz Türk kadını dehşet derecede çelişkiler içinde kıvranmaktadır. Üniversite okuyan kızına iş yaptırmayıp paspas olan mı ararsınız, üniversite okuduğu halde Müge Anlı bağımlısı olan mı ararsınız, yelpaze çok geniş. Bunlar hep bir boşluk hissinin bir sonucu. Biz bu insanlar için yeni hükümler koysak ne yazar!
      Erkek-kadın yarışı devam eder. Ev işlerini erkek-kadın, çoluk-çocuk birlikte yapabilir efendim. 12 yaşındaki bir çocuk gayet de ütü yapabilir, yıkanmış çamaşırları asabilir, kuruyanları, dolaba yerleştirebilir. İnsan olmayı başardıktan sonra esneklik kolay, icabında kadın tüm gün çalışır, erkek günün yarısında çocuklarla ilgilenir. İnsanlar birbirlerinde karşılıklı olarak iyi niyet gördüğünde her şey olur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin