Sultanların içeceği: Kahve!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Çay muhabbettir, kahve düşünce. Çay bizdir, kahve ben. Çay tazelenir, kahve tek içimlik olur.

Doğu kültüründe kahvenin yeri çok önemlidir ama bilinenin aksine Osmanlı toprakları kahveyle çok geç tanışmıştır.

Afrika’dan başlayıp Arabistan’a oradan bizim topraklarımızın üzerinden Avrupa’ya ulaşan bir hatırşinas içecektir kahve.

Ve size ilginç bir istatistik: Temel içeceğimiz sudan sonra yeryüzünde en fazla tüketilen içecektir kahve.

Şahsen bana çok şaşırtıcı gelmiştir bu ikincilik.

Şu anda dünyadaki her beş kişiden biri mutlaka kahve tüketicisidir.

Bu küçük kırmızı meyvenin dünyaya yayılan telveleri, pek çok farklı sosyo-kültürel ortamlar oluşturmasına, insanların sebepli sebepsiz bir araya gelmesine olanak sağlar.

Kahvenin insan hayatını şenlendirmesi, Etiyopya’da yaşayan şair veya ozan olduğu bilinen Halidî adlı bir çobanın keçilerinin kahve çekirdeklerini yemeleriyle kendilerinden geçmelerinin hikâyesine bağlanır. Oradan oraya zıplayan-hoplayan keçilerin çıldırmış olduğunu düşünen çoban da kahve çekirdeklerini keşfettikten sonra anlar hayvancağızların neden yerlerinde duramadıklarını…

Çünkü kahve uyandırır, canlandırır, yorgunluk alır, mutluluk verir…

Bizim çoban işin künhüne varamadığı için bilge olarak gördüğü keşişlere durumu aktarır.

Kahvenin tadına bakan keşişlerin damak zevkine uymamıştır kahve.

Çünkü çiğ kahve kekremsidir, hatta zehir gibi ağudur.

Yine de meseleyi tam anlayabilmek adına bu kez kahve çekirdeğini kavurur ehli keyif keşişler.

Bingo…

Şimdi tamamdır artık, çok beğenirler ve kısa sürede manastırın tamamı kahve bağımlısı, pardon tiryakisi olur.

Şimdi kahvenin güzergahını takip edelim…

11. yüzyılda anavatanı Etiyopya’dan Arabistan’a ihraç edilir bu yeni içecek.

Arap milleti “qahwah” ismiyle anar ve pek çok sever.

16. yüzyıl başlarında ise önce Mısır’a ardından ise Osmanlı İmparatorluğu’na girdi.

Görüldüğü üzere 500 yıl kadar upuzun bir süre geçtikten sonra Türk damakları kahve ile tanışır.

Şimdi istikamet Avrupa…

1615 yılındayız. Venedikli tacirler gezi dönüşlerinin birinde bir çuval kahve getirirler ve Avrupa’yı saran bir salgına dönüşür kısa sürede.

1863 Viyana kuşatması uzadıkça işler sarpa sarmıştır ve Devlet-i Aliye’nin ordusu mecburen geri çekilmek durumunda kalır.

Geri ne kalmıştır biliyor musunuz?

500 çuval kahve!

Bir Polonya Yahudisi tacirin eline geçer bu çuvallardan biri ve tarihteki ilk kahvehaneyi açar.

İlk önce 1615’te Venedikli tacirler, Avrupa’ya kahve getirdiler ve kahve tüm Avrupa’da çok sevildi. Takvimler 1683’ü gösterdiğinde Osmanlı İmparatorluğu, Viyana Kuşatmasında oldukça zor durumdaydı ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Bu esnada arkalarında 500 çuvala yakın kahve bıraktılar. Akıllı bir Polonyalı tacir ise bu kahveleri alıp bir kahvehane açtı ve kahvehaneler tüm Avrupa’ya yayıldı.

17. yüzyılın sonlarına doğru Avrupalılar kahve ağacı yetiştirmeye başlarlar. Ve ilk kahve ağacı Fransa’da 14. Louis’e armağan edilir. Bu ağaç ise Avrupa’da milyonlarca kahve ağacının atası olur.

18. yüzyıla gelindiğinde ise kahve üretiminin büyük kısmı Brezilya’da gerçekleşiyordur. Günümüzde ise kahve üretiminin tamamı Orta Amerika’da yapılıyor. Toplam üretim miktarı ise yıllık 150 milyon çuvala erişti.

1901 yılında ise kahve tüketiminde bir devrim yaşandı ve Japon Doktor Sartori Kato, suda çözünebilen ilk kahveyi üretir.

Suda çözülebilen kahvenin ilk pazarlayıcısı Nestle’nin fabrikası.

Ancak mesele burada bitmez… 1938’de ise Nestle suda çözünebilir kahvenin ticari pazarlama için ilk girişimi gerçekleştirir ve Nescafe girer modern insanın hayatına.

Bir ilginç istatistik daha; kahve dünyada petrolden sonra ticareti en çok yapılan ikinci üründür.

Kahve, dönem dönem içilmesi çok tartışılmış olsa bile bütün yasakları, içerisinde insanı uyaran, zihni canlandıran maddelerine rağmen delmiştir hep.

Çünkü kahve, insanların sosyalleşmesine katkı sağlar, onları hep yakınlaştırır ve üzerine bir kültür inşa edilmesine müsaade eder. Ve görünen o ki kimse de onsuz yapamaz. Zaman zaman halkın ekonomik sıkıntılar çektiği dönemlerde bile yalancısına muhtaç kalan tiryakilerin nohuttan, bamya tohumundan, menengiçten, dikenden, ardıçtan, çörekotundan, hurma çekirdeğinden kahveler kaynattıkları görülür.

15. yüzyıldan itibaren Yemen’deki tarikatlar tarafından tüketilmeye başlandığı rivayet edilen kahvenin, 1550’li yıllarda özellikle İstanbul’da yaygınlaştığı kabul edilir. Dönemin tarihçileri Gelibolulu Mustafa Ali, Peçevi İbrahim Efendi ve Kâtip Çelebi, Osmanlı topraklarına gelen kahvenin tarihi konusunda bilgiler verir. Kültürümüzde de, tarihsel kaynaklarda da Yemen’den geldiği söylenen kahvenin şarkısı-türküsü bile hâlâ çalınır kulaklarımıza.

16. yüzyılda kahve kıtlığı çekilen bir dönemde söylendiği düşünülen; “Kokusu güzel, fincanı güzel, Köpüğü güzel efendim, Naz ile istiğna ile gelür kahve…” ya da Karacaoğlan’ın kendisine kara diyen bir güzele verdiği manalı cevabını şöyle bir hatırlayabiliriz: “Ağalar beyler içerler, kahve de kara değil mi…”

1633 yılı başlarında Sultan Murad Han’ın Osmanlı ülkesinde bulunan kahvehanelerde kahve içilmemesini ferman ettiğini aktaran Kâtip Çelebi’nin yaptığı teşbih ise duruma duyulan üzüntünün bir göstergesidir: “O zamandan beri İstanbul kahvehaneleri nadan kişinin kalbi gibi virandır.”

Tarihçilere göre Osmanlı topraklarında ilk kez Topkapı Sarayı’nda pişirilmeye başlanan kahve, üst düzey yöneticileriyle birlikte başta Sultan tarafından içilir.

Kanuni zamanında kahve için özel bir “baş”lık kurulur: Sarayın bir kahvecibaşı vardır artık!

Valide Sultan Kahvecibaşısı, Has Oda Kahvecibaşısı, Şehzade Kahvecisi gibi… Geleneğe göre kahveyi hazırlayan kadın ise ‘kahveci usta’, erkekse ‘kahvecibaşı’ olarak adlandırılır, Sultan’ın en güvendiği kişilerden biri olan Has Oda Kahvecibaşısı, Sultan nerede ise ona kahvesini hazırlar ve ikram eder. Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’nin de kahve ocaklarına yakın olduğu, bugün Saray’ın kahve tutkusunu ortaya çıkaran ayrıntılardan biridir…

Sonrası malum; Starbucks’lar filan.

Canınız kahve çektiyse yazıyı noktalayalım…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Yazı, kahve gibi, usul usul, tadına vara vara okunacak türden, keyifli mi keyifli bir yazıydı. Lakin, açlıktan mıdır nedir, yazıyı okadar hızlı okudum ki, bu hızıma ben bile şaşırdım.

    Farkında olmadan, Ramazan okuma alışkanlıklarımızı da değiştirdi sayın Hazar. Açlığın, susuzluğun baskısı, kahvenin bırakın kendisini, şu aziz mübarek günde ancak hayalini kurdurtan şu yazınızı, bir solukta tükettirdi bana.

    Kahvaltı da, aç karınla çay, ardından tok karınla kahve güzel gider hepte, açken bir solukta kahve içmek dahi şirin görünmeye başladı.

    Abdulhak Hamit Tarhanı çok kınadım başıma mı geldi aceba.

    Ben açlıktan ne yazdığımı biliyor muyum sanki.

    Allahtan yazıyı erken okumamışım, iftara az kaldı şurada, ne ki kalan.

    Bir yazı da çaya gelsin. Onun hatırı hiç kalmaz bilirim de, yine de bir yazı da çaya.

    Hayırlı iftarlar…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin