HAFTASONU | M. NEDİM HAZAR
Şark Meselesi’nin önemli safhalarından birini teşkil eden Mısır Sorunu, beklenenin aksine dış değil, bir iç tehdit unsuru olarak 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalanmanın eşiğine getirmiş ve İstanbul’un işgali yönünde büyük bir endişe yaratmıştı. Hasta Adam’ın (l’Homme Malade) Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın şahsında sağlıklı ve güçlü bir varisinin ortaya çıkması, umumiyetle menfaat ve statüko kavramlarını özdeşleştiren Avrupalı devletler ve Rusya açısından kabul edilebilecek bir gelişme değildi.
Bu durum diplomatik temasları yoğunlaştırırken, doğal olarak çıkar çatışmalarını da zirveye taşıdı. Bu dönemde gerek merkezi otoritenin içinde bulunduğu zafiyet hâlinden, gerekse Avrupalı devletlerin rekabet ve iç sorunlarla meşguliyetinden maksimum düzeyde istifade etmeyi başaran Kavalalı, 1831’de artık şartların olgunlaştığına hükmederek bağımsızlık emellerini gerçekleştirmek amacıyla Anadolu’nun işgaline dek uzanacak olan Suriye Seferi’ni başlattı.
Mısır ordusunun birinci Anadolu harekâtında elde ettiği mutlak zaferler İbrahim Paşa’ya İstanbul kapılarını aralayınca, Babıâli ve Saray’da önceki dönemlerle mukayese edilmeyecek derecede muazzam bir panik yaşandı. Buna mukabil, Fransa örneğinde olduğu gibi politik hesaplardan doğan Osmanlı karşıtlığı, keza İngiltere’nin diplomatik söylemlerden ileri gitmeyen ve fiilen askeri yardımı garanti etmeyen oyalayıcı tavrı, Babıâli’yi Rusya ile tedafüi bir ahidnâme olarak Hünkâr İskelesi Anlaşması’nı imzalamaya sevk etti (8 Temmuz 1833). Sürpriz olduğu kadar Batılı devletlerin çıkarlarını tehdit eden bu durumu bertaraf etmek amacıyla verilen politik-diplomatik mücadele, Rusya’nın Boğazlardan uzaklaştırılmasını temin ettiyse de Babıâli açısından mevcut tehdidi ortadan kaldırmadı.
Mısır’ın 1841’de ayrıcalıklı eyalet kabul edilmesi, yeni bir Müslüman hanedan doğuşunun; edebî, kültürel çevreler için de yeni hâmilerin ortaya çıkışının işaretiydi. Gerçekten de Kavalalılar, sadece Osmanlı siyasetinde önemli rol üstlenmekle kalmadılar; inşa ettirdikleri yapılarla İstanbul şehir kültürüne olumlu katkılar sağladılar.
Şimdi yazı serimizin geçen bölümünde kaldığımız noktadan, bu hanedanın en önemli ve rafine isimlerinden Zeyneb Hanım üzerinden mimari dönüşümü okumaya devam edelim.
Zeyneb Hanım, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın en küçük kızıydı. Yaşamı boyunca, ailesinden kaynaklanan zenginliği cömertçe hayır işlerine harcamıştı. Zeyneb Hanım’ın hayatındaki zorluklar daha 18 yaşındayken, Mısır’da Yusuf Kâmil Bey ile evlenmesiyle başlar. Mehmet Ali Paşa, kendi kadrosunda çalışan, çok takdir ettiği Yusuf Kâmil Bey’i damat olarak seçmişti. Fakat ailenin diğer bireyleri, bu evliliğe karşı çıkmışlardı. Çünkü o düşük seviyeli bir memurdu. Fakat yıllar sonra Yusuf Kâmil Paşa iki kez sadrazamlık makamında Kavalalı Mehmet Ali Paşa geleceği görmüş olmalıydı.
Mısır Hidivleri tatil amacıyla İstanbul’da yaşardı. Bir zamanlar Boğazdaki yalıların çoğu onlara aitti. Örneğin Beşiktaş’taki Hidiv Kasrı. Zeyneb Hanım İstanbul’da Zeynep-Kamil Hastanesini ve Kartal Çeşmesini yaptırmıştır. Zeyneb-Kâmil Hastanesi bugün sayısız hastaya hizmet vermektedir. Kartal Çeşmesi: Zeyneb Hanım genellikle bahar aylarını Kartal’da geçiriyordu. 1860 yılı civarlarında Kartal halkı, içme suyu sıkıntısı çekiyordu. Çalışmalar sonucunda, Yakacık civarında Kartal’a iki saat uzaklıkta gayet temiz içilebilir bir su kaynağı bulundu ve çeşme yapıldı. Osmanlı Rus savaşı sırasında (93 Harbi) yaptığı hizmetlerden dolayı devlet nişanı almıştır.
Zeyneb Hanım ve eşi Yusuf Kâmil Paşa’nın hiç çocukları olmamıştı.
Zeyneb Hanım’ın kış aylarını geçirdiği Beyazıt’taki konağı ise bugün İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin bulunduğu arazi üzerindeydi. Devrinde ‘Zeyneb Kamil Konağı’ yahut ‘Zeyneb Hanım Konağı’ olarak anılan yapı İstanbul’da inşa olunan ilk kâgir ve büyük yapılardan bir tanesiydi. 1864’te inşa olunan konak, birçok davetin verildiği, devlet törenlerinin düzenlendiği ve padişahların ziyaret ettiği bir merkezdi. 1903-1909 yılları arasında ilk Müslüman yetimhanesi ve sanat okulu bu konakta kuruldu. 1909 yılında Darülfünun’un kullanımına verilen yapı Birinci Dünya Savaşı sırasında askerî hastane olarak kullanıldıktan sonra tekrar Darülfünun’a iade edildi ve Türkiye’deki ilk radyo yayını Rüştü Uzel tarafından 1918 yılında bu konakta yapıldı. 1922 yılında onarım gören yapı, 28 Şubat 1942’de çıkan bir yangın neticesinde yok oldu.
Zeyneb Hanım ile Kamil Paşa’nın İstanbul’a bıraktıkları en önemli hatıralarından biri olan ve hâlâ hizmete devam eden en önemli eserlerinden bir tanesi de şüphesiz Üsküdar’daki Zeyneb Kamil Hastanesi’dir. Hastalara ücretsiz hizmet vermek üzere tesis edilen hastane aynı zamanda İstanbul’daki ilk özel hayır kurumudur. 1862 yılında hastanenin arazisi satın alınmış fakat inşaata ancak 1875 yılında başlanabildi. İtalyan asıllı mimarlar Bernasconi ve Duca tarafından inşa olunduğu tahmin edilen hastanenin açılışı 2 Mart 1882 günü büyük bir törenle yapıldı ve hemen ertesi gün hasta kabulüyle hizmet vermeye başladı. Vefatlarının ardından Zeyneb Hanım ve Kamil Paşa da hastanenin içerisindeki türbelerine defnedildiler.
Prenses Zeyneb Hanım’dan başka, erkek kardeşi Abdülhalim Paşa’nın da Baltalimanı’nda bugün kemik hastanesi olarak hizmet veren Mediha Sultan Sarayı’nın yanı başında bir yalısı bulunuyordu. Yalıdan semtin tepelerine doğru uzanan koru içerisinde ise yine Abdülhalim Paşa tarafından inşa ettirilmiş olan ve dış cephesi süngere benzer taşlarla kaplı olduğu için ‘Süngerli Köşk’ olarak anılan bir yapı bulunuyordu ki, bu köşkün kalıntıları hâlâ ayakta durmakta.
Abdülhalim Paşa’nın kızı Prenses Rukiye Hanım ise Viyana sefiri iken vefat eden Sadullah Paşa’nın oğlu Büyükelçi Nusret Sadullah Ayaşlı ile evlenmişti. Prenses Rukiye’nin kayınvalidesi Necibe Hanım, babası Vecihi Paşa’dan kendisine kalan Kanlıca Körfezi’ndeki yalının selamlık kısmı ile Mihrabad Korusu’nu gelini Prenses Rukiye’ye hediye etti. 1895 yılında Prenses Rukiye, kendisine hediye edilen yalının selamlık kısmını yıktırarak mermer rıhtımlarla çevrili büyük ve yeni bir yalı inşa ettirdi. 1916 yılına kadar yalıda yaşayan aile daha sonra burasını terk etti, 1960 yılında ise elden çıkardı. Yalı bugün de varlığını korumakta ve hâlâ Prenses Rukiye’nin adı ile anılıyor.
İstanbul’da yaşayan yahut yaz aylarını İstanbul’da geçiren Mısırlı prensler ve prenseslerle Osmanlı Sarayı’nın yakınlığı İngilizlerin Mısır’ı işgal etmelerinin ardından daha da güç kazandı. Mısır’ı İngiliz tahakkümünden kurtarabilmek için Osmanlı’ya bel bağlayan Kavalalı Mehmed Ali Paşa Hanedanı bu düşüncesini açıkça göstermekten de çekinmedi. Özellikle Hıdiv Abbas Hilmi Paşa muhakkak her sene yaz aylarını İstanbul’da geçirmeye ve Osmanlı Sarayı ve hükümetiyle yakın ilişkiler tesis etmeye çalıştı. Bu dönemden sonra ise İstanbul’daki Mısırlılara ait yapılar daha büyük bir artış gösterdi. İsmail Paşa’nın yanı sıra Osmanlı bürokrasisinde önemli mevkileri ele geçiren Said Halim Paşa ve Abbas Hilmi Paşa gibi isimler de İstanbul’un dört bir yanında birbirinden gösterişli ve özgün yapılar inşa ettirdiler.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan sonra Mısır tahtına çıkan Abbas Hilmi ve Said Paşaların döneminde Mısır, İstanbul’a karşı mesafeli bir siyaset izlediyse de, 1863 yılında İsmail Paşa’nın vali tayin edilmesi, daha önce görülmediği kadar yakın ilişkiler kurulacağı bir dönemi başlattı. Sultan Abdülaziz, Mısır’a bir seyahat düzenleyerek sağlam ilişkilerin temellerini attı; 1864 yılında Emirgan sahili boyunca uzanan yalıları ve sahilden semtin tepelerine kadar olan geniş araziyi İsmail Paşa’ya hediye etti.
İsmail Paşa buradaki bazı yalıları yıktırtarak yenilerini yaptırdı; arkadaki geniş arazide aile mensupları için köşkler ve hizmetlilerin konaklaması için binalar inşa ettirdi. 1943 yılında İstanbul Belediyesi’nin mülkiyetine geçen ve bugün kullanıma açık olan ‘Beyaz Köşk’, ‘Pembe Köşk’ ve ‘Sarı Köşk’ gibi yapılar, İsmail Paşa’nın inşa ettirdiği köşklerden bazılarıdır. Ayrıca sahil yolu genişletilerek halkın kullanımına açıldı. Sahilde en geniş araziye sahip olan İsmail Paşa, yalılarının şöhretini Mısır’dan getirttiği sazende ve hanendelerle artırdı. İsmail Paşa’nın düzenlettiği ‘mehtap sefaları’ tüm İstanbul’da ünlenerek yalının önü sandallarla dolmaya başladı. Yalıların arkasında uzanan geniş korusunu özenli bir park olarak düzenleten İsmail Paşa, bu bölgeye biri kızlar diğeri erkekler için iki rüştiye ile küçük bir de hastane inşa ettirdi. Daha da önemlisi İsmail Paşa’nın inşa ettirdiği yapılar ve yaz aylarını İstanbul’da geçirmeye başlaması, aile mensuplarının yaz aylarında İstanbul’a gelmesi geleneğini başlattı.
İsmail Paşa’nın kendisinden sadece birkaç hafta küçük olan kardeşi Mustafa Fazıl Paşa, uzun yıllar İstanbul’da yaşamış, hatta Maarif Nazırlığı ve Maliye Nazırlığı gibi vazifelerle Osmanlı bürokrasisinin üst kademelerinde yer almıştı. Mustafa Fazıl Paşa’nın Beyazıt’ta bir konağı ile Çamlıca ve Paşabahçe’de köşkleri ve Kandilli İskelesi’nin kuzey kısmında da Mustafa Fazıl Paşa Yalısı olarak isimlendirilen bir yalısı vardı. Mustafa Fazıl Paşa, bu yalının yerine daha önce kızları Prenses Azize ve Nazlı için 1859 yılında ‘Mavi Saray’ olarak adlandırılan bir yalı inşa ettirmişti. Yetmiş iki odalı bu yalıyı eşyalarıyla birlikte 1879’da satın alan Sultan İkinci Abdülhamid, kız kardeşi Cemile Sultan’a hediye etti. 1884 yılında yalı Cemile Sultan’ın oğlu Celaleddin Bey’e geçti, 1914 yılında ise maddi imkânsızlıklar nedeniyle yıktırıldı.
Mustafa Fazıl Paşa’nın Çamlıca’da, Altunizade’den Kısıklı’ya giderken Millet Bahçesi’nin alt kapısının sağ tarafında inşa ettirdiği köşk ise Osmanlı tarihi için ayrıca önemlidir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Reşad ve Nuri Beyler’in toplandığı önemli bir merkez olan köşkte, 1869 yılında İstanbul’u ziyaret eden İngiliz veliahtı şerefine büyük bir ziyafet düzenlenmiş, ayrıca Sultan Abdülaziz döneminde, Osmanlı’daki ilk maskeli balo da yine bu köşkte yapılmıştı. 1942 yılında bakımsızlıktan yıktırılan köşkün yerine önce Moran Lisesi, sonrasında bir iş merkezi inşa edildi.
Hıdiv İsmail Paşa’nın 1879’da tahtından indirilmesinden sonra yerine oğlu Tevfik Paşa hidiv oldu. Tevfik Paşa’nın eşi Prenses Emine Hanım, Sultan İkinci Abdülhamid’in hürmet gösterdiği bir hanımdı. Hatta Osmanlı tarihinde bir ilk ve tek olarak Emine Hanım’a ‘paşa’ unvanı verilmişti. Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın annesi olan Prenses Emine, bu nedenle yaşadığı devirde ‘Valide Paşa’ olarak anıldı. Valide Paşa, Sadrazam Ali Paşa vefat ettikten sonra Bebek’teki yalısını satın aldı ve yaz aylarını burada geçirdi. 1901 yılında bu ahşap yalıyı yıktıran Valide Paşa, Mimar Antonio Lasciac’a, bugün de varlığını devam ettiren, Mısır Konsolosluğu olarak kullanılan görkemli yalıyı inşa ettirdi. 1931‘deki vefatına kadar hayatını bu yalıda sürdüren Valide Paşa’nın ayrıca yolun karşısında, Yeni Köşk olarak isimlendirilen iki katlı bir köşkü bulunuyordu.
Valide Paşa’nın oğlu Hidiv Abbas Hilmi Paşa, yaz aylarında İstanbul’a gelerek annesinin Bebek’teki yalısında kalıyordu. Daha sonra Çubuklu’da Sahib Molla Çiftliği olarak anılan ahşap bir yalıyı kiralamaya başlayan Hidiv, yalıyı, koruyu ve etrafındaki arazileri satın aldı. 1907 yılında ise Çubuklu’da, bugün de varlığını devam ettiren Hidiv Kasrı’nın inşaatına başlanmıştı. Kasrın inşasında, en küçük ayrıntılarla dahi Hidiv Abbas Hilmi Paşa bizzat ilgilenmiş ve 1907‘den 1914 yılına kadar yaz aylarını bu kasırda geçirmişti. Birinci Dünya Savaşı boyunca Çubuklu’daki kasrında kalan ve savaşı buradan takip eden Abbas Hilmi Paşa, Mısır’da krallığın kurulmasının ardından ise İstanbul’u terk ederek İsviçre’ye yerleşti. Fakat 1920‘den 1930 yılına kadar yine yaz aylarını Çubuklu’daki kasrında geçirmeye devam etti. 1930‘dan sonra Abbas Hilmi Paşa’nın İstanbul’u terk etmesinin ardından bakımsız kalan kasır, 1937 yılında İstanbul Belediyesi tarafından satın alındı.1983-1984 yılları arasında Turing tarafından restorasyonu yapılan kasır, günümüze değin belediyenin sosyal tesisi olarak kullanıldı.
Mehmed Ali Paşa ailesinin İstanbul’da önemli izler bırakmış diğer iki ismi ise Sadrazam Said Halim Paşa ile kardeşi Abbas Halim Paşa idi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında sadrazamlık makamında bulunan Said Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısı, bugün de İstanbul’un önde gelen cazibe mekânlarındandır. Yalının rıhtımında bulunan aslanlar nedeniyle ‘Aslanlı Yalı’ olarak anılan yapı, Düzoğlu ailesinin yıkılan yalılarının yerine 1863 yılında Petraki Adamanti tarafından inşa edilmişti.
1876 yılında yalı, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Prens Abdülhalim Paşa tarafından satın alınmış, Paşa’nın vefatının ardından da dokuz çocuğuna intikal etmişti. 1894 yılında kardeşlerinin hisselerini satın alan Said Halim Paşa, Pappa Kalfa isimli bir mimara yalıyı onararak yeni bölümler ekletti. Said Halim Paşa’dan oğlu Prens Halim’e geçen yalı, 1968’de Turizm Bankası’na satıldı. 1974 ve 1980-1984 yılları arasında onarımlar gördü. 1995 yılında Başbakanlık Yazlık Konutu olarak kullanıldı. Fakat bu sırada büyük bir yangın atlatan yalının önemli bir kısmı eşyalarla beraber yandı. 1998-2001 yılları arasında kapsamlı bir restorasyon geçiren yalı, 2004‘ten bugüne çeşitli toplantılara, düğün ve kutlamalara ev sahipliği yapmakta.
İsviçre’de öğrenim gören, Bursa Valiliği ve Nafia Nazırlığı gibi önemli makamlarda bulunan ve İstanbul’un sosyal hayatında önemli bir rolü olan Prens Abbas Halim Paşa, devrinde sanatçıların, yazarların ve şairlerin en büyük hâmilerinden bir tanesiydi. Paşa’nın Yakacık’ta bulunan köşkü ve arazisi, vefatının ardından kızı Prenses Zeynep Halim tarafından kimsesiz çocuklara vakfedildi. O tarihten sonra köşk, Hatice Halim Abbas Yetiştirme Yurdu adını aldı. 1983’te köşkün yıkılıp yerine yeni bir yapının inşa edilmesi gündeme geldi fakat yapı tarihî eser olduğu için bu proje gerçekleştirilemedi. 1993 yılında çıkan büyük bir yangınla yok olan köşkün enkazı ancak 2002 yılında kaldırılabildi.
Abbas Halim Paşa’nın ayrıca Heybeliada’nın Burgazada’ya bakan kısmında Abbas Paşa Mahallesi olarak anılan bölgesinde geniş arazileri vardı. 1897-1899 yılları arasında Abbas Halim Paşa, birçok mülkünü inşa ettirdiği Mimar Hovsep Aznavur’a bu mahallede ailesinin ve bendegânının ikametleri için köşkler inşa ettirdi. Bu köşklerden en ilgi çekenlerinden bir tanesi ‘Vidalı Köşk’ olarak anılan ve hiç çivi kullanmadan numaralandırılmış malzemelerin vidalanması ile inşa edilen bir köşktü, bu yapı Abbas Halim Paşa’nın vasiyeti üzerine Paşa’nın vefatından on yıl kadar sonra, 1945 yılında sökülerek Mısır’a taşındı.
Abbas Halim Paşa’nın Heybeliada’daki köşkleri cuma günleri düzenlenen selamlık sohbetleriyle ün yapmıştı. Cuma günleri şehrin önde gelen birçok ismi, âlimi, sanatkârı, yazarı Abbas Halim Paşa’nın adadaki köşkünde toplanır ve ilmî sohbetler düzenlenirdi. Bu toplantıya katılanlar arasında Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza Efendi, Feyhaman Duran, İbrahim Çallı, Mehmed Akif Ersoy, Neyzen Tevfik ve Ali Rıza Hakses gibi birçok meşhur isim bulunmaktaydı.
Abbas Halim Paşa’nın İstanbul’daki en çok dikkat çeken eseri ise İstiklal Caddesi’ndeki ‘Mısır Apartmanı’dır. Yine Mimar Hovsep Aznavur tarafından 1910 yılında yıkılan Trocadero Tiyatrosu’nun arazisinde inşa olunan yapıda Abbas Halim Paşa ve ailesi kış aylarını geçirmişlerdir. İnşaatın hemen her kademesiyle Abbas Halim Paşa bizzat ilgilenmiş ve yapıda kullanılan hemen her malzeme başta Paris olmak üzere çeşitli Avrupa şehirlerinden getirtilmiş ve bu yüzden inşaatın tamamlanması beş sene kadar sürmüştü. 1918 yılında İngilizler tarafından tutuklanan ve iki yıl kadar Malta’da sürgün hayatı yaşayan Abbas Halim Paşa, İstanbul’a döndükten sonra hayatını bu binada sürdürmüş ve Paşa’nın himaye ettiği Mehmed Akif Ersoy da yine bu binada kendisine tahsis edilen dairesinde yaşamıştı.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa hanedanının İstanbul’da yaşayan en renkli simalarından bir tanesi de Prenses İffet Hasan’dı. Hıdiv İsmail Paşa’nın oğlu Prens Hasan Paşa ile Küçük Mehmed Ali Paşa’nın kızı Prenses Hatice’nin kızı olan Prenses İffet Hasan, II. Abdülhamid’in Hassa Müşiri Rauf Paşa’nın Gümüşsuyu’ndaki konağını satın almıştı. Prenses İffet Hasan’ın eşi Ali Celal Paşa, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya Cephesi’nde görev aldığından Prenses, bu yıllarını Bebek’teki Valide Paşa Yalısı’nın yanında bulunan küçük bir yalıda geçirmiş, kızlarının vefatının ardından eşinden ayrılarak 1929 yılında Gümüşsuyu’ndaki konağında yaşamaya başlamıştı.
Çeşitli koleksiyonları bulunan Prenses İffet Hasan, Gümüşsuyu’ndaki konağını antikalarla ve Osmanlı işlemeleri ile dekore etmiş ve otantik kıyafetler giydirdiği Çerkes hizmetkârları ile birbirinden görkemli ve etkileyici davetler düzenlemişti. İlerleyen yıllarda maddî sıkıntılar yaşayan Prenses İffet Hasan, 1944 yılında konağını elden çıkardı. Bir dönem hastane olarak kullanılan yapı yıkılarak yerine, bugünkü ‘Devres Han’ inşa edildi.
Prenses İffet Hasan’ın Gümüşsuyu’ndaki konağını satmasından sonra ağabeyi Prens Mehmed Ali Hasan kendisine sahip çıkarak bugün Sakıp Sabancı Müzesi olarak kullanılan Emirgan’daki ‘Atlı Köşk’ü, kız kardeşinin kullanımına tahsis etmişti. Köşkün arazisi 1866 yılında Sultan Abdülmecid tarafından Prenses İffet Hasan’ın ve Prens Mehmed Ali Hasan’ın dedeleri Küçük Mehmed Ali Paşa’ya ihsan edilmiş fakat daha sonra aile bu araziyi elden çıkarmıştı. Prens Mehmed Ali Hasan, 1923 yılında bu araziyi ve annesinin çocukluk günlerini geçirdiği Karadağlı Yalısı’nı tekrar satın aldı.
Fakat yalı harap halde olduğu için yıkıldı ve Mimar Edouardo Nari’ye 1925 yılında yeni bir köşk projesi çizdirildi. 1944 yılında köşke taşınan Prenses İffet Hasan, büyük kızı Mislimelek Hanım ve yeğeni Azize Hanım ile beraber altı yıla yakın bir süre burada yaşadı. 1951 yılında satışa çıkarılan köşk, Hacı Ömer Sabancı tarafından alınarak apartmana dönüştürüldü.
Gümüşsuyu’ndaki köşküne geri dönen Prenses İffet Hasan, apartmanın giriş katındaki dairede, 1962’deki vefatına değin yaşadı.
Bugün İstanbullular tarafından ya belediye tesisi yahut müze olarak kullanılan Kavalalı köşkleri, döneminde sadece mimarî birer yapı değil etrafında oluşturduğu edebî ve mimarî kültürle de değerliydi.