YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Diktatörlükle yönetilen bir ülkede başkan, kendine bir saray yaptırmaya karar verir ve arkasına generallerini alıp başkentin en büyük meydanında halkı toplar ve der ki “Kendime yakışır bir saray yaptırmaya karar verdim, siz de bundan sonra günün yarısında saray inşaatında bedava olarak çalışacaksınız.” Bu sözleri duyan halk başını sallayıp dağılır. Bir süre sonra başkan yine toplar, işlerin geciktiğini öne sürerek bundan sonra tam gün sarayın inşaatında çalışacaklarını söyler. Halk yine tepki vermeden kabul edip dağılır ve artık bütün gün sarayın inşaatında bedava çalışırlar. Bir müddet sonra öğle yemeklerinin kaldırıldığını ve bütün gün ara vermeden çalışmaları gerektiği bildirilir. Halk kendini hemen buna göre ayarlar ve sabahtan akşama kadar hiç ara vermeden çalışmaya koyulurlar.
İyi beslenemeden bütün gün koştura koştura çalışan halk arasında zayıflayanlar, güçten düşenler, hastalananlar olur. Başkan yine bütün halkı toplayarak der ki aranızda zayıflayanlar, hastalananlar var bunlar ülkemiz için büyük yük, üstelik bu durum saray inşaatını da olumsuz etkiliyor bu zayıf bünyelerin idam edilmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Herkes sessizce başkanı dinlerken arka sıralardan birisi bağırır: “Sayın başkan size bir sorum olacak.” On binlerce meraklı göz hemen bu cesur adama döner, yeter artık diyecek ses bu mudur diye dönüp bakarlar. Adam titrek bir sesle der ki: “İpi kendimiz mi getireceğiz yoksa devlet mi verecek?”
Türkiye’yi izledikçe bu fıkra gelir aklıma.
Başta akaryakıt olmak üzere devletin kontrolündeki her şeye istisnasız her gün zam geliyor herkes halkın bu duruma bir yerden sonra isyan edeceğini düşünüyor ama bence yanılıyor. Benzini bir günde 35 TL’ye çıkarsalar homurdanmadan başka bir şey olmaz.
Demirel’in söylediği, “tencerenin götürmeyeceği iktidar yoktur” sözünün geçerliliğini yitirdiği zamanlardayız.
Ancak ondan da önemlisi Anadolu’nun tarihsel hafızası devletin yaptıklarına itiraz etmeye müsaade etmiyor.
Bilindiği gibi Anadolu bir geçiş coğrafyasıdır ve dünyanın en büyük cihangirlerinin üzerinden ordularıyla geçtiği bir bölgedir. Büyük İskender’den, Perslere, Doğu Romalılardan Selçuklulara, Moğollara kadar pek çok ordu bu toprakları ele geçirdi, yağmaladı, talan etti.
Bu yüzden Anadolu tarihi bir yönüyle de travmalar tarihidir. Bu coğrafya da yaşayanların kendileri için, bu güçlü ordularla, güçlü cihangirlerle yaşayabilme refleksi geliştirmekten başka bir çareleri olmadı.
Tarih boyunca haksızlığa karşı çıkma, devletin dayatmalarına itiraz edebilme öyle bir cezalandırıldı ki geriden gelenler bir daha böyle bir şeye asla yeltenemedi. Tarih boyunca olanları bir tarafa bırakalım, hatta Ermeni katliamlarını, hemen akabinde yaşanan Dersim katliamlarını da geçiyorum daha 2015 yılında Kürtlerin yaşadığı şehirlerde taş üstünde taş bırakılmadığını hatırlayacaksınız.
Haksızlığa karşı çıkma konusunda İsveç’i, Norveç’i, İsviçre’yi örnek verenlere sormak lazım onların tarihinde Anadolu’da yaşananlar gibi kaç travma var?
Devletin yaptığı haksızlıklara itiraz eden, devletin uygulamalarına karşı gelen kim varsa ibreti alem için öyle bir cezalandırılır ki geride kalanlar yaşayabilmek için tek bir tercihe zorlanır o da susup fırtınanın geçmesini beklemek.
Cemaat’e yapılan soykırım esnasında da sağımızdan solumuzdan beklediğimiz seslerin çıkmamasının nedenini bu açıdan da okumuşluğum vardır.
İtiraz etmeye çalışan, hık mık eden öyle bir cezalandırıldı, mallarına el kondu ki insanlar aman devleti kızdırmayayım noktasına getirdi kendisini. Hatta bunu içselleştirdi en yakınlarına yardıma koşmamak için vicdanında kendince mazeretler uydurdu.
Bu arada söylemiş olayım söylediğim bu cümleler kimseyi aklamıyor. Sebep ne olursa olsun gerdan kırıp zalimin kıyısına köşesine yaşamak için bile olsa, yanaşan herkes bu zulmün birer parçasıdır.
Ancak kabul etsek de etmesek de bu coğrafyanın tarihsel hafızası insanlara devletin uygulamalarında susma refleksi vermeyi dayatıyor.
Üstüne üstlük bir de Türkiye’de yaşayanlar hâlâ kendi mahallesinde, kendi kampında yaşadığı için haksızlığa karşı toplu bir refleks geliştirmiyor, kendi mahallesinin çıkarlarından başka bir şeyi öncelemiyorlar.
Bir sabah uyandıklarında benzinin litresini 50 TL olduğunu gören insanlar sokağa çıksa devlet bunları öyle bir cezalandırır ki, sokağa çıkanlar sadece öldükleriyle kalır. Hele de böylesine hırsız, böylesine gözü dönmüş, böylesine tepeden tırnağa kriminale batmış bir hükümetin devlet gücünü kullandığı zamanda çok daha ağır cezalandırılır.
Ekonomik kriz ya da faşizan devlet uygulamaları döneminde bu halk kendince güvenli bir bölgeye geçer ve fırtınanın geçmesini bekler. Başka da bir şey beklememek lazım.
2015 te PKK nın gençlik yapılanması KCK, askeriye-emniyet dışında tüm kurumlara PKK bayrağı çekti . Müdahale eden emniyetin zırhlı shortlandlarini bombayla patlattılar. Günlerce annons yapılıp halk orayı terk ettikten sonra ordu ve özel harekat tanklarala müdahale etti. Lütfen bu olayı suçsuz Ermeni halkının göç sırasında katliamı, yeniçeri-bektasi katliamı ve diğer katliamlarla aynı kefeye koymayalım , saygılar…
Mesele köşeye oturup olayların geçmesini beklemekle kalmıyor. Bu eziklik kendini farklı şekillerde gösteriyor. İnsanlar ezikliklerini gidermeye çalışıyor. Ret etme, yok sayma, yansıtma gibi ilkel savunma mekanizmaları geliştiriyor. Medeni savunma mekanizmaları tek tipleştirmeler ile yok hükmüne geçiyor. Ezikler birbirine karşı üstünlüklerini göstermeye çalışıyor. Kimisi son model arabasıyla, arabası olmayan son model telefonuyla bu ezikliği gidermeye çalışıyor. Adamlar eşlerini, çocuklarını ezerek sorunu gidermeye çalışıyor. Araçlar makas atarak, arkadan sıkıştırarak üstün olmaya çalışıyor, hastane kuyruğunda bir kişinin önüne geçmeyi üstünlük sanıyor. Kollarındaki altınlarla içteki boşluğu doldurmaya çalışıyor. Bu yollarla liderin onları aşağılamasını gidermeye çalışıyorlar. Yaraya pansuman yapmaya, yaranın üzerini örtmeye çalışıyorlar. Çeteleşme ile daha zayıf insanlar karşısında üstünlük kuruyorlar. Hırsızlık ve tecavüze ses çıkaramadıklarından bu gururlarına dokunuyor. Önlerine kurban atılıyor ve hırsınızı bundan çıkarın deniyor. Kendilerini geçici olarak vatan kahramanı hisseden insanlar bu sayede aşağılanmayı dengelemiş oluyor. Çünkü aşağılık kendileri değil ki, aşağılık başkaları. Aşağılanmaya maruz kalan modernler ise oh olsun diyerek sanki aşağılık başkasıymış da kendileri o aşağılıklara oh olsun diyen ne olduğu belirsiz tipler oluyor. Bu aşağılanma sürecinde müslümanlar hırsızlıktan bahsedemez olmuş, değerlerine sahip çıkmamakla yüzleşmek yerine başka müslümanları düşmanlaştırmıştır. Bu sayede aşağılık duygusunu bastırmaktadır. Aydınlar ise cumhuriyetin değerlerinden bahsedememiş ve yok saydığı değerlerin getirdiği aşağılık olma duygusu ile yüzleşmek yerine oh olsun diyerek kendi tarafını unutturmuştur. Yani aşağılık duyguyu unutturmuştur. Bunun yerini sınırsız bir intikam duygusu koymuş. Yani cumhuriyetin değerleri yerin intikamı koymuş ve cumhuriyetin değerleri yerine intikamını seslendirmiş. Cumhuriyetin değerleri yapıcı şeylerdir fakat intikam yıkıcıdır. Yapıcı değerleri korumak yerini kendini yıkıcılığa salmışlardır. Bu hem baş ile ortak hareket etmeyi sağlıyor, yani başın düşmanlığından emin oluyorlar hem de ezeli, şeytani kökü ilk insana uzanan intikam duygusunu gerçekleştirme fırsatı veriyor. Çünkü burada oh olsun diyerek sanki taraf olmadıklarını ama yine de oh olsun diyerek siz bunu hak ettiniz noktasına getirerek ustalıkla kendi ezeli düşmanlığını gizlemektedir. Aslında işin gerçeği oh olsun diyenler bunu kendilerine söylemekte ama aşağılanma karşısında ancak böyle bir savunma geliştirebilmektedir. İnsanlar aşağılanma karşısında farkında olarak yada olmayarak bu tuhaf mekanizmaları geliştirmektedir. Gelelim lidere yani başa. Bence en büyük aşağılanmaya baş maruz kalmaktadır. Dikkat edilirse diktatör başlar daha donuk suratlıdır. Ve bu başlar altlarına çok sert davranmaktadır. İnsan yerine koymamaktadır. Çünkü başın kendisi de aynı muamele maruz kalmaktadır. Onları orada tutan çıkar odakları var. Başlar en çok aşağılanan en çok değerleri çiğnettirilen insanımsı canlılardır. Kendileri de değerlerini çiğnemek zorunda bırakıldığı yada bıraktığı için bunu bir şekilde değerlerin varlığını sürdürdüğü topluma yansıtmaları lazım. Yani cumhuriyet değerleri, haramlar toplumda insanlar içinde hala yaşamaktadır. Fakat insanları öyle yerden yakalıyor ki yani korkutma, aşağılama yöntemleri ile onlara bu değerlerini bıraktıryor. Toplumda bu değerlere yaşama şansı bırakmıyor. İnsanlar bu aşağılanmaya maruz kalmaktadır. Ve başları bu yolla kendisinin bıraktığı değerleri diğerlerin de bırakması için uğraşmaktadır. Bu değersizleşme süreci beraberinde insanlarda aşağılık duyguları yük olarak getirmektedir. İnsanlar bu aşağılığı bir şekilde pozitife çevirmek için mücadele ediyor. Yoksa değerleri korumak için mücadele etmiyor. İnsanların susması sadece susma demek değildir, toplumda çok farklı üstünlük kurma davranışların bilinç dışı yada bilinçli ortaya çıkması demektir. İnsanlar bu yüzden dolandırmayı, hırsızlığı, kazıklamayı maarifet olarak görüyor çünkü bu davranışlar onu diğerlerinden farklı kılacak ayrıcalıklı bir özellik olacaktır. Bu sayede içindeki aşağılık duyguyu bir nebze olsun gidermiş olacak, toplumun uyanığı olarak ortalıkta dolaşacak. Şu anda bu uyanıklığı saydığım nedenlerle cemaate uygulayarak kendilerini vatan haini olarak değilde vatansever olarak konumlandırıyorlar. Kimse bu konumu bırakmak istemez. O yüzden kimseyi haksızlıklar konusunda ikna edemezsiniz. Mahkemeleri de bu insanların psikolojisi üzerine bina ettiler. Mahkeme sanığa kötü davrandığında bu bir maarifet gibi algılanıyor. Çünkü kötü davranarak tarafını daha net göstermiş oluyorsun. Yani vatansever olduğunu göstermiş oluyorsun. Ama gerçekte onun vatansever olmasının hiç hükmü yok. Yani hayal dünyasında yaşıyorlar. Şimdi bu insanlar yağ kuyruklarına giriyorlar ve eğer bir yağ kaparsa ona çocuğu gibi sarılıyor ve sanki dünyalar onun oluyor. İşte bu ilişki yani yağ insan ilişkisi çok doğal bir ilişki. Ne vatan haini var ne aşağılıklarla savaşma var. Yağ bidonu için birbirini ezen insanlar eğer yağ bidonları yetersiz ise yağ için birbirini ezme aşağılık görüntüsünden nasıl kurtulacak? Bu sefer daha dar dairede düşman oluşturmaları gerekecek. Kendi aşağılanmış durumlarını gizlemek için bu sefer meseleyi uyanıklığa indirgeyecek ve yağı kaptığından uyanık olarak dolaşacak. Kendini komşusundan daha uyanık hissedecek ve bu uyanıklık aşağılanmayı gizleyecek. Doğru mekanizma öncelikle insanların aşağılanmaya maruz bırakıldıklarını ve aşağılanma ile yüzleşme ile başlar. Bunu ret ettiğimiz, görmemezlikten geldiğimiz müddetçe bu damardan çok düşman çıkarılır, kötülere karşı savaşmak için çok ‘vatansever’ çıkar, haktan yanaymış gibi gözüken içi intikam dolu çok insan çıkar, ezeli düşmanlığını gerçekleştirme ortamı bulur, birbirinden üstün olmaya çalışan birbiriyle yollarda yarışan insanlar çıkar, okullardan itibaren her yaşta zorba çeteler çıkar, tecavüzler, tacizler çıkar, taciz bile bir üstünlük olarak algılanabilir çünkü karşı tarafı eziyorsun. Adeta aşağılıkların üste çıktığı bir tablo anlattım galiba.