YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Kaleme aldığımız son iki yazıda Osmanlı padişahlarının tahttan indirilmesi için verilen fetvaları ele almış ve I. Mustafa, II. Osman ve İbrahim’in makamlarından uzaklaştırılmalarındaki gerekçelerle fetvaların içeriklerini ortaya koymuştuk.
Bu yazımızda ise IV. Mehmet (Avcı), II. Mustafa’nın hal’ edilmeleriyle ilgili nedenleri ve fetvaları ele alacağız.
AVCI MEHMET
Sultan İbrahim’den sonra yedi yaşında hükümdar olan IV. Mehmet’in ilk yıllarında önce Valide Kösem Sultan sonra da Turhan Sultan yönetimi elinde tutmuş ve sadrazam Köprülü Mehmet Paşa sayesinde ülkede istikrar sağlanmıştı.
Padişah ise Köprülülerin dirayetli yönetimleri nedeniyle vaktini daha çok avlanarak geçirmiş hatta bundan dolayı “Avcı” lakabıyla anılmış ve İstanbul yerine Edirne’de oturmayı tercih etmişti.
1683’teki Viyana bozgunu sonrasında Osmanlı Devleti’ne karşı oluşturulan Kutsal İttifak’la yapılan savaşlar, hemen her cephede mağlubiyetle sonuçlansa da padişahın tavrı değişmiyor, eski alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyordu.
Bu durum karşısında asker harekete geçmiş ve padişahın azlini talep etmişti. Bunun üzerine şeyhülislam başta olmak üzere önde gelen ulema, devlet adamları ve ocak ağaları bir toplantı yaparak IV. Mehmet’in durumunu değerlendirdiler.
Toplantıda “ülke düşman istilasına uğrarken avdan başını alamayan, kendisini uyaran kişileri etrafından uzaklaştıran bir padişahın hal’inin caiz olup olmadığı” tartışıldı ve IV. Mehmet tahttan indirilerek hapsedildi.
Padişahın tahttan indirilmesinde günlerini avla geçirmesi etkili olmuş, savaşların kaybedildiği, ordunun perişan bir şekilde geri çekildiği bir dönemde bile bu alışkanlığını terk etmemesi bardağı taşıran son damlayı oluşturmuştu.
Gerçekten de padişahın av düşkünlüğü sınır tanımıyor, Cuma hariç her gün avlanmaya gidiyor hatta yöre halkı da ona hizmete zorlanıyordu. Nitekim Filibe civarındaki bir sürek avında 35.000 kişiye ormanı sürdürdüğü belirtilmektedir.
Avcı Mehmet’in yerine geçen kardeşi Süleyman’ın hükümdarlığı ancak dört yıl sürdü ve ölümüyle yerine 1691’de II. Ahmet geçti. 1695’te onun ölümü sonrasında da II. Mustafa Osmanlı hükümdarı oldu.
II. MUSTAFA
Avcı Mehmet’in oğlu olan Mustafa’nın hükümdarlığı önce babasının hal’i sonra da amcası Süleyman’ın ölümü sonrasında gündeme gelmişti. Ancak 1695’te tahta çıkabilen ve bu sırada otuz beş yaşında olan sultan, ilk önce idareyi ele almaya ve Kutsal İttifak devletleriyle çeşitli cephelerde devam eden savaşlardaki kötü gidişi durdurmaya çalıştı.
Padişah, Sadrazam Sürmeli Ali Paşa’ya gönderdiği hatt-ı hümayunda; “kendisinden önceki padişahların zevk ve sefaya daldıklarından halkın huzur bulamadığını, onların ihmalleri sebebiyle düşmanların İslam topraklarını işgal ettiklerini, bu nedenlerle kendisine zevk ve rahatı haram kıldığını, kaybedilen toprakları geri almak için Kanuni Sultan Süleyman gibi bizzat gaza ve cihada niyetlendiğini” açıkladı.
Padişah ordunun başında sefere çıkarak hem geri çekilmeyi durdurmak hem de “gerçek bir padişah olduğunu göstererek” kendi konumunu sağlama almak istiyordu. Devlet ricalinin buna masrafları artıracağı gerekçesiyle karşı çıkmasına rağmen “bir asker gibi yer içerim” diyerek onları ikna etti.
Şeyhülislamlık makamına da şehzadeliği döneminde hocası olan Feyzullah Efendi’yi tayin etti ve devleti onun yönlendirmeleriyle idare etti. Bu tayinde padişahın önceki dönemlerden kalan kadrolara güvenmemesi etkili olmuştu.
Mustafa tahta çıkışından beş ay sonra Birinci Avusturya Seferi’ne çıktı ve seferden başarılarla dönüldü. Onun savaşlar öncesinde Belgrat’ta ulema ve vezirlerin önünde ağlayarak “Kanuni’nin Mohaç’ta kazandığı zafer gibi bir başarı için Allah’a dua etmesi” nasıl bir ruhi yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
İkinci seferinde de başarılı olan padişah, Avusturyalıların barış teklifini kabul etmek yerine üçüncü sefere çıktı. Ancak Belgrat’ta yapılan istişarede alınan yanlış karar hem savaşın hem de Osmanlı Devleti’nin geleceğini olumsuz etkiledi.
Bu istişarede, kendini artık “cengâver ve büyük bir kahraman olarak gören” padişahın ağırlığını koyamaması sonucunda bölgeyi yakından tanıyan Amcazade Hüseyin Paşa’nın önerisi yerine yaptırdığı binaları göstermek isteyen Temeşvar muhafızı Cafer Paşa’nın tezi kabul edildi.
Sonuçta Osmanlı ordusu “Zenta Faciası” adıyla tarihe geçen savaşta büyük bir yenilgiye uğradı. Ordu panik halinde kaçmaya başladı ve askeri geri döndürmeye çalışan Sadrazam Elmas Mehmet Paşa askerler tarafından parçalandı. Yenilginin bedeli çok ağır olmuş; batı kaynaklarına göre 20.000 asker savaşta, 10.000 asker de boğularak hayatını kaybetmişti.
Osmanlı Devleti on altı yıl devam eden savaşlardan sonra barışa razı olarak Avusturya, Lehistan ve Venedik’le Karlofça, Rusya ile de İstanbul Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.
Karlofça sonrasında barış ortamı olsa da halk, ulema ve orduda padişaha karşı büyük bir memnuniyetsizlik ortaya çıktı. Büyük toprak kayıplarına rağmen padişahın Edirne’ye çekilip orada yaşaması, av ve eğlenceye yönelmesi, babası IV. Mehmet gibi devlet işleriyle ilgilenmediği söylentilerinin yayılmasına neden oldu.
Diğer rahatsızlık sebebi, başkentin Edirne’ye taşınacağı dedikodusuydu. Mustafa sekiz buçuk yıllık hükümdarlığında sadece sekiz ay İstanbul’da kalmış, birçok devlet görevlisinin de Edirne’de yaşaması nedeniyle İstanbul ikinci plana düşmüştü.
İlk tepkiler doğrudan padişahı değil Şeyhülislam Feyzullah Efendi’yi hedef aldı. Padişah üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olan, “alim ve fazıl fakat hırslı bir kişilik sahibi” Feyzullah Efendi devlet işlerine müdahale etmiş, oğullarını, damatlarını ve akrabalarını hak etmedikleri üst makamlara tayin ettirmiş, tayinlere azillere müdahale etmiş hatta teamüllere aykırı olarak kendisinden sonra oğlunun şeyhülislam olması için padişahtan ferman bile almıştı. Elbette bu arada ciddi bir servet yığmayı da başarmıştı.
EDİRNE VAK’ASI
Son sadrazam Râmi Mehmet Paşa, Feyzullah Efendi’yi azlettirse de ulemanın desteğini alan asiler, “Edirne Vak’ası”, “Feyzullah Efendi Vak’ası” veya “Müftü Vak’ası” denilen isyanı başlatıp halkın da desteğini alarak önce İstanbul’a hâkim oldular, ardından 60.000 kişilik bir kuvvetle Edirne’ye yürüdüler.
Asilerin ilk icraatlarından birisi, Feyzullah Efendi’nin yerine yeni bir şeyhülislam tayin etmek olmuştu. Ayrıca Mustafa’nın yerine alternatif isimler tartışılmış hatta Kırım hanlarını tahta geçirmek gibi bir hanedan değişikliği bile gündeme gelmişti.
Ancak ulemanın görüşü ağır bastığından II. Mustafa’nın kardeşi Ahmet’e karar verildi ve asilerin tayin ettiği yeni şeyhülislam “Ahmet’in padişahlığını Allah hayreyleye” şeklinde bir ariza yazdı.
Padişah yanındakilerin asilere katılmasıyla tahttan çekilmeyi kabul etti ve yerine III. Ahmet padişah oldu. Feyzullah Efendi ise bu dönemin sorumlusu olarak görüldüğünden oğluyla birlikte yakalanarak türlü hakaretlerle başı kesildi ve cesedi Tunca nehrine atıldı. “Hayatı Şekspir’e konu olabilecek kadar enteresan olan” Feyzullah Efendi’nin ölümü de bir trajedi olarak gerçekleşti.
İŞİ KİTABINA UYDURMAK
17. yüzyılda “sancağa çıkma” terk edildiğinden şehzadeler, tahta çıkıncaya kadar sarayın “Şimşirlik” bölümünde kafes hayatı yaşadılar. Bu durum bir taraftan tecrübesiz bir şekilde hükümdar olmalarına diğer taraftan da psikolojik problemlere yol açtı.
Mustafa ve İbrahim’in hükümdarlıkları hastalıklarının etkisiyle sıkıntılı bir şekilde devam etti. Nitekim I. Mustafa’nın padişahlığı bu gerekçeyle ulemanın onayıyla iki defa sona erdirildi.
Buna karşılık benzer problemler yaşayan İbrahim, “başka alternatif olmadığından” sekiz yıl tahtta kaldıktan sonra hal’ edildi. Bu yönüyle bakıldığında her iki hükümdarın da azledilmelerindeki gerekçeler mantıklı gözükmektedir.
Genç Osman’ın azledilmesi ise tamamen siyasi ortamın sonucuydu. Hal’ kararı uygulanırken aynı zamanda genç padişahın feci bir şekilde katledilmesi, o dönemde kendisine karşı oluşan kinin önemli bir göstergesidir.
İbrahim de Genç Osman’la aynı akıbeti paylaşarak boğdurulmuş ise de öldürülmesi için verilen fetvada “aynı anda iki halife olamayacağı” vurgulanmıştır. Bu sırada oğlu Mehmet’in henüz yedi yaşında olduğu dikkate alındığında bu fetvanın da siyasi bir nitelik taşıdığı açıktır.
Babası İbrahim’le benzer akıbeti yaşayan IV. Mehmet, hakkındaki fetvaya göre “devlet işlerini ihmal ettiği” gerekçesiyle tahttan indirilmiştir. Yıllardır aynı alışkanlığı devam ettiren padişahın böyle bir fetva ile tahttan indirilmesinin dönemin siyasi konjonktüründen kaynaklandığı görülmektedir.
Avcı Mehmet gibi II. Mustafa da kaybedilen savaşların faturasının kendisine kesilmesiyle tahttan uzaklaştırılmıştır. Ancak II. Osman ve İbrahim’in aksine bu iki padişah öldürülmemişlerdir.
Bu dönem padişahlarının tahttan indirilmesinde dikkat çeken önemli bir husus da “ordu, ulema, devlet adamları ve bürokrasinin” ittifak ederek harekete geçmeleri ve ardından kolayca hal’ fetvası almalardır. Bu durum olaylara öncülük eden yeniçeri ve sipahilerin öncelikle ulemanın desteğini almalarını gerektirmiştir.
Dikkat çekici hususlardan birisi de Osmanlı devlet geleneğinde “ulemanın dokunulmazlığı” olsa da İbrahim’in öldürülmesinden sonra devrin en nüfuzlu kişisi Cinci Hoca’nın katledilmesi ve mallarının müsadere edilmesidir.
Benzer durum “seyyid” olmasına rağmen Feyzullah Efendi’nin de başına gelmiş hatta isyancıların ilk hedef aldıkları kişi olmuş, feci bir şekilde katledilerek mallarına el konulmuştur.
Sonuç olarak 17. yüzyıldaki örnekler, padişah-halifeye karşı bir ulema-ordu ittifakı gerçekleştiğinde “işin kitabına uydurularak” fetva alınıp hal’ hadisesine meşruiyet kazandırıldığını göstermektedir.
***
Kaynaklar: T. Sevinç, “Feyzullah Efendi ve Edirne Vak’ası”, Seyyid Feyzullah Efendi Sempozyumu, Erzurum, 2015; M. Aydıner, “Feyzullah Efendi an Ottoman Şeyhülislam Kitap Tanıtımı”, Belleten, C. LXIII, S.237; İ. H. Danişmend, Kronoloji, İstanbul, Türkiye, 1972; C. 3; N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015; A. Özcan, “Mehmet IV”, DİA, 2003, C. 28; “Mustafa II”, 2020, C. 31; C. Baysun, “Mehmed IV”, İA, MEB, C. VII; C. Orhonlu, “Mustafa II”, İA, MEB, C. VIII.
Yazar kendi gündemiyle ve merakıyla meşgul. Toplumun dertlerinden kopuk bir yazı. Aşağıdaki linkteki yazının sahibi farklı dünyaların insanı iken o bile insanımızın acısını paylaşırken buradaki yazarlar bugünden kopuk tarih anlatıyorlar.
https://www.diken.com.tr/on-alti-yasinda-bir-cocuk-musalla-tasinda/
Yahudi soykırımı sırasında yaşananları, yapılanları yapılması gerekenleri ibret vesikası olarak hatırlatmak isterim. Schindlerin Listesi filmi müstehcen kısımlar geçilerek izlenirse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Yaşanan insani krizi anlamayanların, kriz yönetimine katkıda bulunmayanların, bir insana el uzatmayan insanların bunun önüne geçen muhtelif geyikle meşgul olanların insani ve vicdani mesuliyeti boynunadır.
İsterse, bir insan çok şey değiştirebilir.
https://youtu.be/vZnQviPjGY8?t=452
WEB SİTESİ yönetimine daha önce tepki gösterilmiş ve çağrıda bulunulmuştu. Türkiye’deki insanların gündemiyle meşgul olmayan, bunu dert edinmeyen yazılara ve yazarlara ihtiyaç yoktur.
Yazara saygılı olabilirsiniz. Yaşına hürmet edebilirsiniz. Kişisel dostluklar, eski muhabbetlerin zamanı çoktan geçmiştir. Sonuç doğuracak, toplumu dönüştürecek, insanımızın gerçek gündemine odaklanmış yazılara ve dertli insanların yazılarına ihtiyaç vardır. Tazelenmeye ihtiyaç var.
Ben bu türden yazıları da gayet okuyorum ve bunlardan faydalanıyorum. Bana göre her yazının veya haberin direkt insanımızın acısıyla alakalı olmasına gerek yok çünkü bunlardan aşırı bahsetmek insanın içini karartır, insanı bunaltır ve karamsarlığa sürükler, o yüzden denge olması gerekir. Hocaefendi de insanların içini rahatlatmak için arada bir üsluplu ve güzel espriler yapılmasını ve mizahı hoş görüyor. Kaldı ki bu yazı mizah kadar önemsiz dahi değil. Tarihle alakalı, ders mahiyetinde bir yazı. Yazarın bu alanda uzmanlığı var ki bu alanda yazıyor. Farklı kategorilerde yazıların olması çeşitlilik açısından iyidir. O bakımdan bu yazıları gereksiz bir geyik olarak görmüyorum.
Bence bu tarz yazılara ve yazarlara ihtiyaç vardır. O yüzden Web Sitesi yönetiminin bu tür yazılara izin vermesini olumlu görüyorum. Kimi daha çok ‘gerçek’ gündeme odaklanmış yazı isterken, kimi de bu konuda daha dengeli olunmasını ister. Ben ikinci gruptanım ve bu site, benim gibi insanların da ihtiyaçlarını karşılayacak, dengeli bir politika sergileyerek iyi yapıyor.
Bu tarz yazilara kesinlikle gerek yoktur. Hizmet mensuplari acisindan yoktur cünkü biz siyasi hamlelerimizi fetvaya göre degil, mahremiyet esasina göre yaptik, cogu siyasi hamlelerden tabanin bile haberi olmadi. Neyse konu bu degil, yazarin yerinde olsam tarihteki dini cemaatlerin siyasetle olan iliskilerini yazi dizisi haline getirirdim. Mevlana, Bediüzzaman, Ebu Hanife, Imam-i Rabbani gibi isimler, hatta Aleviler, Bektasilar siyasetle ne gibi iliski icinde olmuslar, hangi hatalari yapmislar, neleri dogru yapmislar, bunlari irdelerdim. Cemaat olarak bizi bunlar ilgilendirir. Bunlar pek bilinmeyen ve bizi ilgilendiren konulardir. Osmanli günahiyla sevabiyla milyon kez mercekten gecti ve oradan bizim devlet yönetme adina alacagimiz bir ders yok.
Yazar Islam devleti kurmak isteyenleri muhatap aliyorsa, muhatabi yine yanlistir. Osmanli bir hanedandir, Hayrettin Karaman ve avaneleri Misir, Pakistan gibi ülkelerde emperyal güclere tepki olarak dogmus modern olusumlardir. Onlar hicbir zaman Osmanliyi örnek almazlar ve bu sitenin yazarlarini da okumazlar.
Yazar AKPlileri de muhatap alamamaktadir, cünkü bu siyasiler ne Islamci ne de Osmanlicidir. Osmanlicilik diye bir siyasi tesekkül de zaten yoktur. AKPliler su dökülmemis popülistlerdir, isine geldiginde Islam der, isine geldiginde Türklük der, isine geldiginde liberalizm der.
Bakin bizi ne ilgilendirir: Egitim tarihi, egitim felsefesi tarihi, egitim ekonomisi tarihi, egitim bilimi tarihi, üniversite tarihi, dinlerarasi diyalog tarihi, hadi heyecanli olsun polis tarihi, hukuk tarihi, bilisim tarihi, diplomasi tarihi, iltica tarihi, sivil toplum tarihi, entegrasyon tarihi, asimilasyon tarihi ve daha bir cok ders alacagimiz konular var. Özellikle yöneticilik, seffaflik, sistem kurma ve organizasyon kültürü gibi konularda kimler gibi olmali, kimler gibi olmamaliyiz. Bu konuda site dehset derece zayif durumdadir.
Yazar buyursun, bütün bu yazdiklarima sadece Osmanlidan örnekler vererek Osmanliyi gözümüzden iyice düsürsün ben de onun gözlerinden öpeyim.
Sevgili Raci C.
Sayın Yazar’ın bahsettiğiniz eğitim konularında da yazıları var merak etmeyin 😀 Mesela İslamcılık, din-devlet ilişkileri, Batılılaşma vb.
Hatta Japon Modernleşmesi’nin niye bizim gözümüzde “idealize edildiğini” bile yazdı.
Eğitim konusunda da Darülfünun, Encümen-i Daniş gibi yazıları şu an aklıma gelenler.
Arzu ederseniz o yazılara bakabilirsiniz. Zaten bildiğim kadarıyla yeni bir yazar da değil ve 4-5 yıldır burada yazıyor.
Hürmetler
Hey maşallah, sanırım önümüzdeki 70 yıl içinde saydığım konulara doğrudan ve dizi olarak olmasa da yer yer ve dolayli olarak değinme ihtimali var.
Sevgili abuziddin bey , yazarın yazdığı yazıları ya hakikaten anlamıyorsunuz ya da adama bir sebepten uyuz olmuşsunz. Yazar direk gündeme uygun yazılar yazıyor. Ayrıca neden herkes mağdur yazısı yazsin? İstersenz yurtdisindaki insanalr nefes almasinlar, sürekli mağdur yazısı yazsınlar.
Sevgili Abuziddin bey,
Şeyh Edebâli Osman Gazi’ye demiş ki:
“Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez. Osman! Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın!.. ”
Çok güzel bir yazı. Teşekkürler!
Teşekkürler. Kaleminize sağlık…
Bu yazı tam da sizin taleplerinizi karşılıyor. Toplumu dönüştürmeyi, ezberleri bozmayı amaçlıyor.
Fetvaların bir kısmının konjukturel olduğunu ve siyasi bir nitelik taşıdığını ortaya koyuyor.
Mağdurlar için de siyaset-din ilişkisinin anlaşılmasını sağlıyor.
15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz ve hâlâ da zaman zaman nükseden “herseyi helal gören” zihniyetin nereden kaynaklandığını, hiçbir siyasetçinin Osmanlı padişahı bile olsa “ismet” sıfatına sahip olmadığını ortaya koyuyor.
Ben şahsen yazarın bu tarz yazılarını çok yararlı buluyor ve her hafta “hangi ezberin bozulacağinı” merakla bekliyorum.
Binlerce kişi de böyle düşünmüş olacak ki geçen haftaki yazı, 3.000’in üzerinde dinlenmiş.
https://youtu.be/pJnuviYsVCo
Guzel ve bilgilendirici bir yazi. tesekkur ederim. Ilk yorumu yapan arkadasa da katilmiyorum. Herkes felaket edebiyati yapmak zorunda degil. Hoslanilmazsa okunmaz olur biter.
Yine çok faydalı bir yazıydı. Teşekkürler!
Beğenmeyen arkadaşları da saygıyla karşılıyorum. Ancak “Abuziddin” bey “Web sitesi yönetimine daha önce de tepki gösterilmiş ve uyarılmıştı” derken kendisinin önceki yorumlarından bahsediyor ise bu üstenci üslubun ziyadesiyle kibir koktuğunu belirtmek isterim.