Yargının kafasına AİHM tokmağı

YORUM | NEVİN ERDEM 

Hani “yatacak yerleri yok” denir ya; bu sözü en çok hakedenler 15 Temmuz sonrası yargıda görev yapan hakim ve savcılardır herhalde.

Gerçekten de “yatacak yerleri yok”!

Nasıl olsun ki?

15 Temmuz sonrası yapılan hukuksuzluklarda başrol oyuncuları yargı mensuplarıydı. Öyle ağır hak ihlalleri yapıldı ki, Cenevre’de kurulan ve bu ihlallerin sadece küçük bir bölümünü yargılayan Türkiye Tribunali, eylemlerin “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine karar verdi.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Hakimler, Anayasa’da vicdanlarına vurgu yapılan tek meslek grubudur. Hakimler “hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” der, Anayasa.

Hukuka uygun karar vermiyorsunuz, bari biraz vicdanlı olun. Ya da, vicdan probleminiz var, o zaman hukukun asgari kurallarına uyun. Yok ama; ne hukuk var ne vicdan!

Ağır mı yazıyorum biraz? İnanın bana, bu yazdıklarım o kadar hafif kalır ki, yargı mensuplarının yaptıkları karşısında.

Dedim ya, yatacak yerleri yok!

Yargı mensupları dört-beş yıl hukuk eğitimi alırlar, ardından zorlu bir sınava girerler, sonrasında iki yıllık bir staj dönemi, staj bittiğinde de kura çekerek mesleğe başlarlar. Böyle bir eğitim sürecinin sonunda hukukun temel kavramlarını bilmemeleri mümkün değil.

Oysa 15 Temmuz sonrası tutuklama ve yargılamalarında ceza hukukunun en temel ilkeleri ihlal edildi. Mağdurlar sorgularında ve duruşma salonlarında madde madde yapılanların hukuksuz olduğunu anlattılar. Kürsünün arkasındakiler dinlemediler bile.

Şimdilerde AİHM, yapılan hak ihlallerini tek tek, tane tane, madde madde tescil ve ilan ediyor. Tokmağını vura vura hukuksuzlukları anlatıyor.

Örneğin, 15 Temmuz gecesi evinde engelli çocuğuyla ilgilenen hakim, “darbeye teşebbüsten suçüstü yakalandınız” denilerek gözaltına alındı, tutuklandı. Hakim, kendisini tutuklayan hakimlere yapılanların hukuksuz olduğunu anlatmak için adeta kendini paraladı beş yıl. Duymazlıktan geldiler, umursamadılar.

Dosya AİHM’ye gitti. AİHM dedi ki, “ortada ne tutuklama için makul denilebilecek bir şüphe var, ne de suçüstü hali var”! Suçüstü hali yoksa, hakimlerin tutuklanması yasal olarak mümkün değil tabii.

Peki AİHM bu kararı vermeden önce, bu hukuksuzluğu yapan hakim-savcılar “suçüstü hali”nin bulunmadığını, yaptıklarının açık hukuksuzluk olduğunu bilmiyorlar mıydı?

O kadar iyi biliyorlardı ki!

Bir başka örnek, 2015 yılında sosyal medyada bir paylaşım yapan öğretmen 2016 yılında iktidarın silahlı terör örgütü ilan ettiği bir gruba üyelikten tutuklandı. Öğretmen, her aşamada suçsuzluğunu, yapılanların hukuksuzluğunu anlattı. Dinletemedi kendini “yeni normal” olarak tabii.

AİHM’ye gitti. AİHM bir tokmak daha indirdi: “Ortada kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan, iktidarın uydurduğu sözde milatlarla silahlı terör örgütüne üyelik olmaz” dedi. Cemaat’in “silahlı terör örgütü” olduğuna dair ilk kararın (bu kararın hukuksuzluğu ayrı bir konu olmakla birlikte) kesinleşme tarihi 26 Eylül 2017’dir. Yani -en azından- bu tarihten önceki eylemlerle ilgili suçlamalar, hukuka aykırıdır.

Peki, AİHM kararı öncesi hakimler bu eylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını görmüyorlar mıydı? Ya da Anayasa’nın 38. Maddesindeki “kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” hükmünü bilmiyorlar mıydı da, bir öğretmeni 2015 yılındaki sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutukladılar. Sadece o öğretmeni değil, yüzbinlerce kişiyi 2016 yılı ve öncesine dair iddialarla gözaltına aldılar, tutukladılar.

Bilmemeleri ne mümkün!

Son örnek ise, AİHM’nin Gazeteci Nazlı Ilıcak hakkındaki dünkü kararı. Ilıcak bir gruba ait/yakın medya organında iktidarın hoşuna gitmeyen yazılar yazdığı için tutuklandı. Çalıştığı medya organları, yazdığı yazılar ve sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek, 70 yaşından sonra yıllarca cezaevinde tutuldu. Anlatmayı iyi bilen Ilıcak, kendisine yapılanların hukuksuz olduğunu duruşmalarda çok iyi anlattı. Ancak kürsüdekiler umursamadılar.

AİHM’ye müracaat etti. Tokmak bu kez Ilıcak için indi. AİHM dedi ki, ister Cemaat’e ister başka bir kişi ve kuruma ait olsun, yasal olarak faaliyet gösteren bir kurumda çalışmak, bu kurumdan maaş almak suç değildir. Hakimler, AİHM kararı öncesinde bunun suç olmadığını bilmiyorlar mıydı peki?

Cemaat’e ait, ilgili mevzuata uygun şekilde faaliyet gösteren kolejlerde, dersanelerde, bankada ve diğer kurumlarda çalışan on binlerce insan yıllarca tutuklu kaldı.

AİHM, Ilıcak’la ilgili kararında ayrıca, “bir insan başka bir insanla iletişim kurabilir” dedi. Bu kadar basit bir hususu dahi açıklama gereği duyuyor. Ne yazık ki, Türkiye’de bir başka insanla iletişim kurdu diye insanlar yıllarca cezaevinde yatıyorlar. Evet, AİHM bir insanın başka bir insanla iletişiminin suç olması için, o iletişimin içeriklerine bakılması zorunlu, dedi. Bu zaten hukukun A, B, C’si değil mi?

Yargının kafasına AİHM tokmağı inmeye devam edecek. Çünkü Türkiye’deki hukuksuzluklar, AİHM hakimi Kuris’in ifadesiyle “tsunami” oluşturacak boyutta ve bu hukuksuzluklar en basit hukuk ilkeleri ihlal edilerek veriliyor. Öyle ki, AİHM kararlarını verirken bilinen en eski kanunlara atıf yapsa, Sümerlere, Hammurabi Kanunları’na ya da 1215 tarihli Magna Carta’dan bahsetse kimse şaşırmayacak.

AİHM’nin kararlarını verme süresi ve kapsamı tartışılabilir. Ama verdiği kararlar oldukça önemli.

Yukarıda örneklerini verdiğim bu kararlar her ne kadar pilot kararlar olmasa da, özellikle 15 Temmuz sonrası tüm davaları esastan etkileyen, temellerini çürüten, delil olarak dosyaya konulan şeylerin uyduruk kağıt yığınlarından ibaret olduğunu gösteren kararlar. Bu kararlardaki değerlendirmeler, bundan sonraki kararlarda da geçerliliklerini koruyacaklar.

Bu aşamada Türkiye ne yapacak? Yüzbinlerce dosya için tek tek AİHM’de ihlal kararı çıkmasını mı bekleyecek?

Yargıyı silah olarak kullanmak suretiyle hukuksuzlukların faili olan mevcut iktidarın, elindeki silahı bırakarak teslim olmasını beklemek gerçekçi değil. Çünkü hukuka dönüş yaptıklarında, işledikleri ağır suçlar nedeniyle yargılanacakları kesin. Bunu istemeyeceklerdir.

Ancak iktidar, ömrünün sonuna geliyor. Arkalarında yüzbinlerce mağdur, bu mağdurlara ödenmesi gereken milyarlarca EURO tazminatlar bırakarak gidecekler. Onlar gittiğinde, AİHM’nin hak ihlaline dair bu kararlar etkilerini gösterecekler.

Mağdurların ümitsizliğe düşmeksizin mağduriyetlerinin telafisi için hukuki mücadeleyi sürdürmeleri çok değerli. Bazı mağduriyetlerin telafisi mümkün olmasa da, bu onur mücadelesi gelecek kuşaklara miras olarak bırakılması gereken bir mücadeledir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Benim naçizane bir yorumumdur .AİHM Akın İpek kararında yerden yere vurulup hukuk ayaklar altına alınmış gibi yorumlar(haberler) yapılırken olumlu görülen bir karada ise yere göğe sığdırılamıyor ve bu bana tutarsız geliyor

  2. Hukuku sembolik olarak içinde taşıyan az sayıdaki insan bunu gelecek kuşaklara taşıyacaklardır. Hz isa nın havarileri pozisyonundalar. Toplum hukuku taşımaya müsait olduğunda yoğurdun mayası gibi o insanlar hukuk çekirdeğini topluma saçacaklardır. Çünkü hukuku onlardan başka temsil edeni göremeyecekler. Eğer toplum hukuk istemiyorsa o topluma hukuku kazandıramazsınız. Toplumun ihtiyaç duyması gerekmektedir. Belki birgün bu toplum hukuka ihtiyaç duyduğunu anlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin