YORUM | M. NEDİM HAZAR
Önceki gün bir yayında, saygı duyduğum akademisyenlerden biri şöyle bir şey söyledi:
“Hitler’in son dönemi, Berlin’de bir sığınakta sıkışmışken, propaganda bakanı halka Alman ordusunun Moskova’ya girmek üzere olduğunu anlatıyordu. Dahası halkı buna inandırmıştı…”
Esasen neredeyse tüm zalimlerin aşağı yukarı benzer finaline yakın olan bu sonda bir yanlışlık var. Belki yanlışlık da değil, algı hatası demek lazım. Zira halktan ziyade bizzat diktatörü buna inandırmıştı Goebbels. Hitler, bir yandan ordularının Rusya’yı perişan ettiğine kani olmuşken, diğer yandan duyduğu Rus topçu ateşinin seslerini kendi kolordusu zannediyordu.
Hatta meşhurdur, generalleri kendi aralarında konuşurken böyle bir kolordunun olmadığını söylediklerinde, içlerinden biri “Madem çok cesursun, bunu Führer’e sen söylesen ya” demişti.
Totaliter rejimler dünyanın en pahalı rejimleridir. Madden manen büyük bedeller ödenir ve bu büyük bedeli genellikle halklar öder. Bu sebeple sonu gelen diktatör geride sadece enkaz bırakır.
Hitler’in ordusunun son imha gücünü Almanya’da inşa ettiği otoyolları bombalaması için görevlendirdiği bir sır değil. “Bu halk hak etmiyor” diye kızmıştı Hitler.
Erdoğan-Karamollaoğlu görüşmesiyle ilgili her türlü yorum yapıldı ve en çok da oturma düzeniyle ilgili. Çoğu uzmana göre Erdoğan, Saadet Partisi liderini aşağılamak için saraya çağırmıştı.
Oysa bizzat Karamollaoğlu’nun görüşme sonrası yaptığı açıklamalarda çok önemli şeyler vardı.
Bir kere Tayyip Erdoğan’ın düşüncesine göre ülkede yanlış giden bir şey yoktu. Ve hiçbir şeyden pişman olmadığı gibi, hiçbir şeyi yanlış yaptığına da inanmıyordu Erdoğan. Ona göre bir tek konuda hata yapmıştı: Yüzde 51 meselesi…
Bu hatayı yapmasa şu anda hiçbir sıkıntı yoktu memlekette.
Dolayısıyla siyaset yorumcularının, Erdoğan’ın çekilme pazarlıkları filan saçmalıklarını bir yana bırakın. Hiçbir diktatör böyle bir şeye asla yanaşmaz. Çünkü onlara göre hiçbir yanlış yapılmadığı gibi, doğruyu söyleyenlerin tamamı haindi ve en iyi ihtimalle abartıyorlardı.
Erdoğan da şüphesiz böyle düşünüyor.
Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş filan hikayedir bu sebeple.
Ve hatta aksi bir ihtimalde seçim bile hikaye olacaktır, bundan emin olabilirsiniz.
Erdoğan için şimdi tek sıkıntı tekrar seçilmeme ihtimalidir ve bunu çözebilmek için her türlü yolu, yöntemi değiştirecektir. Bunun için kan dökmek de dahil her türlü bedelin ödenebileceğine inanmaktadır.
Hitler, Mussolini, Kaddafi, Saddam… Hiç fark etmez, her diktatör kendisinin halkı için Allah’ın bir lütfu olduğuna inanır ve buna engel olan herkesin düşman olduğuna.
Başta siyasiler olmak üzere, toplumdaki herkesin bu gerçeği tam olarak fark ettiği gün belki bir şeyler değişmeye başlayacaktır.
Yoksa, efendim hastalığını kabul edip geri çekilecek, yargılanmama garantisi alınca vazgeçecek türü safsatalara kulak asmasın kimse.
Öyle bir şey olmaz, olmayacak…
İnanmayan Temel Karamollaoğlu’na sorabilir…
Adam dünyaya kendi dünyası olarak bakmaktadır. Kendisinde sorun yoksa bunu dünyada sorun yok olarak algılamaktadır. Ama burnuna bir sinek konsa dünyanın burnuna bir sinek konmuş gibi yada grip olsa dünyanın biraz hasta olduğuna inanacak. Kendi keyfi yerinde olduğuna göre bu demektir ki dünyanın keyfi yerinde. Ne olabilir ki? Dünya saraylarda oturmaktadır, dünya ejder meyveleri yemektedir. O kadar büyük lokma yutmuş ki, dünyayı yutmuş. O yüzden kendini dünya ile özdeşleştirmiş. Yani dünya dediği zaman kendisini, kendi dediği zaman dünyayı algılamaktadır. Ne zaman elinden bir şey alınacak olsa dünya tehlikede oluyor. Düşmanlar ortaya çıkıyor. Ama herşey kontrolü altındaysa dünyada düşman yok. Nefsi dünyayı yutmuş, çok büyük lokma. Dünyası ile nefsi özdeşleşmiş. Yani dünyasında tek başına. Çünkü herşeyin sahibi o olacak. Dünyasına ikinci bir kişiyi sokmuyor. Paylaşmak istemiyor. Böyle bir dünyada insanların varlığının anlamı ne olabilir? Eğer o adamın çıkarına hizmet ediyorsa kahraman biri oluyor, eğer çıkara ihanet eden nankör birisiyse hain oluyor. Eğer çıkarını zedeleyen 10 devlet bile olsa onlar terörist, darbeci oluyor. Yani çıkarı için bütün dünyayı harcayabilecek biri. Çünkü bu dünyanın sahibi kendisi ve sarayında mutlu. Kimse kalkıp onun olanı alamaz. İşte bu nokta en büyük yanılgısı. Büyük bir lokma yuttu ve onu içine aldı. Sanıyor ki o lokma onun. Onu kimseye vermek istemiyor. Yani el çabukluğu ile o lokmayı yutmuştu, artık lokma onundu. Herkesin bunu kabul etmesini istiyordu. Dolayısıyla kabul etmeyenler onun gözünde onun lokmasına göz diken insanlar oluyordu. O yüzden onlara aşırı kin besliyor. Onun lokmasını almaya çalıştığı için insanlara çeşitli suçlamalarda bulunuyordu. “Benim işte anlamıyormusunuz, benim. Defolup gidin” onun temel davasıdır. O yüzden herşeyi normal görmektedir. Çünkü bu düzende mutludur ve neden bu düzeni değiştirelim ki? “Ben zaten mutluyum, sorun yok ki. Her şey kontrol altında. Herşey iyilerin kontrolü altında” demektedir. Düzeni değiştirme çabasını kötülerin çabası olarak görecektir. Yani kötülük olarak görecektir. Yani sistemin işlemediğini kabul etmiyor, hatta herşeyin çok iyi olduğunu söylemektedir.
Erdoğanı tanıdığımız kadarıyla, kendi isteğiyle çekileceğini düşünmediğim gibi, orayı bırakmamak için elinden gelen herşeyi yapacaktır da diye düşünüyorum.
Hatırlarsınız, Beşar Esad ile ilgili bir dönem bazı Ortadoğu uzmanları şunu söylemişti. Beşar Esad, istese de geri dönemez, ülkeyi de terk edemez, zira onun temsil ettiği yapılar, Baas rejimini de ateşe atmak olur bu, onlar böyle bir şeye asla izin vermezler, Esad da bir çeşit hapistir kendi sarayında yorum yapılmıştı.
Elbette, hizmet hareketine yaptığı zulm dışında, kan dökmedi tam olarak sistematik şekilde başka kesimlere. Bu nedenle durum aynı değil denebilir Esadla. Ama Türkiye gerçekleriyle bakınca da, Erdoğan gidince tüm yapısının yerinde yeller eseceği, hukuk davalarıyla, ceza davalarıyla, oluşturduğu oligarşinin darmaduman olacağı da tartışma götürmeyen bir husus. Bu nedenle, bu aşamada, Erdoğanı destekleyen oligarşik yapılar, özünde iktidara taşıdığı Siyasal İslamcı güç, sulh içinde orayı terk etmez.
Nitekim, medyadan takip edebildiğim kadarıyla, Erdoğan taraftarlarında endişe olsa da, güçlüyüz psikolojileri yaygın. Kitleleri, tabanlarına göre Erdoğan çok güçlü zaten.
Devleti bilenleri de, bürokrasiye, yargıya yerleştirdikleri güçlerini düşünüp, güçsüz olmadıklarını, rakamlarla görüyorlardır.
Kısaca, Erdoğanın ve oligarşik yapısının kendiliğinden teslim edip gitmesi, bir seçim kaybettim diye kendini hukukun eline bırakmaya razı olması durumu anlamsız bir durum.
Her ne kadar dengeler olsa da, kendi bakış açılarından İstihbaratın da, Emniyetinde kontrolünde söz sahibiler.
Sivil bürokrasinin yönetimi tamamen ellerinde, kadrolaşmaları ise milyonları buluyor 15 Temmuz sonrası.
Erdoğanı Hitlerin yaşamındaki aşamalar üzerinden değerlendireceksek eğer, şu an o kaybediş aşamasında değil Erdoğan.
Hizmet hareketini dövme pratiklerinden sonra, iyice şımaran sokak kabadayısı gibi aslında Erdoğan ve Akp. Gerçek anlamda kavga etmedi ve benim olanı alırsanız kavga ederim haaa diye tehdit savuran modunda.
Kısaca, Erdoğan ve oligarşisi, kendini 18 inde bir genç gibi görüyor, bu yanlış bir görme aklı selim olanlar bunun böyle olmadığını biliyor, ama önemli olan Erdoğanın ve oligarşisinin bunu görmesi.
Hitler üzerinden bir benzetme yapacaksak eğer yaşamdöngüsünde, Polonyayı ilk işgal ettiği zamanlar gibi diyebiliriz aslında Erdoğana.
Herşey onlar için aslında başladı, adım adım işgal ettiklerini, yakında tamama erdireceklerini düşünüyorlar.
Tersten bakarsak ta, Erdoğanın karşısında konuşlanan muhalefet, bugüne kadar gerçek anlamda Erdoğana karşı bir girişimde bulunmadı.
Sus payı olarak İstanbul, Ankara gibi büyük şehir belediyelerini alan muhalefet aslında fark etmeden Erdoğana birkaç yıl kazandırdı.
Şu ana kadar olanların bir simülasyon olduğunu düşünüyorum o nedenle. Erdoğanın, dövüşme simülasyonu hizmet hareketiydi, burada gerekli tecrübeyi edindi, sivil bir hareketi, ,karşılık vermeyen bir hareketi dövse de, onun açından bu bir büyük bir kas güçlendirme, dövüş tekniği, sanatlarını geliştirme aşamasındaydı.
Muhalefetin ise aslında görünen o ki, elinde tek bildiği, seçim.
Erdoğan bir yolunu bulup seçimi kazandığında ne olacak?
Hitlerin yıkılışı demek, rusların hitleri yıkması demekti, şimdi bu benzetmenize göre sevgili yazar, muhalefeti 2. dünya savaşındaki ruslar gibi savaşçı, herşeyi göze alıyor mu görmeliyiz, yoksa tek bildiği seçim olan bir narin camdan bir yapı mı?
Muhalefetin şu anki hali, kanaatimce narin camdan. Ancak, vaktiyle, bindirilmiş kıtalar da denilen Cumhuriyet mitinglerini görünce, aniden organize olabilen insanların varlığını da yaşadık elbette. Geziyi de eklemek gerek buna.
Erdoğan unutmamış olsa gerek bunları diye düşünüyorum, ancak kitlesinin bunları çoktan unuttuğunu, hepsinde zaferle çıktığını düşündüğünü biliyorum kitlesinin. Kendini çok güçlü hissettiğini de.
Doğu Perinçek, kamu da olanları hizmet hareketinden addederek şöyle demişti hatırlarsanız.
Kadro hareketiyle başarılı olacağını sandılar, sayılara güvendiler oysa yanıldılar.
Erdoğana bakınca, sivil ya da askeri bürokrasiye yaptğı yerleştirmeye Perinçeğin bu satırları geldi.
Sayısı fazla olanın değil, akıllı mücadele edenin kazanacağı bir alana sürükleniyor mücadele.
Bakalım ne olacak…