AKP-MHP üretimi hortlak

YORUM | MAHMUT AKPINAR

AKP, 28 Şubat’ın baskıcı, dindarı dışlayan, mütedeyyin insanlara hayat alanı bırakmayan ortamında, ekonominin bittiği bir dönemde, şartların olumsuzluğundan yararlanarak iktidara geldi. Alternatifsizlik, umut arayışı milletin yeni kurulmuş bir partiye “umut” diye sarılmasına neden oldu.

AKP’nin hedefinde 3 Y (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) ile mücadele, Avrupa Birliği vaadi vardı. Yeni Türkiye sözü vardı. Aradan geçen 20 yılda yolsuzluk hayal ötesi noktalara ulaştı. Öyle ki şu sıralar yolsuzluğun boyutunu, derinliğini tespit mümkün değil. Zira bunu tespit edip soruşturabilecek hiçbir kurum, kuruluş, makam bırakılmadı. Yoksulluk kömür, kumanya dağıtılarak geçiştirilmeye çalışılıyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Yasaklar konusunda çok başarılılar. Tamamen keyfi, yasal dayanağı olmayan yasaklar icat edebiliyorlar. Özel araçta sigara içmek, Erdoğan aleyhine tweet atmak gibi. Hoşlarına gitmeyen her habere anında yayın yasağı getiriyorlar. Artık bunu adi cinayetlerde bile yapıyorlar. Bebekli anneleri, yaşlı amcaları, öğretmenleri, ev hanımlarını tutuklayıp hapislere doldururken gazetelerine manşet yapıyor, korku atmosferi oluşturmak istiyorlar. Öte yandan suç makinelerini, uyuşturucu tacirlerini, katilleri sokaklara salıyorlar. Uyuşturucu müptelası bir zırtapozun “karşı koyamaz” diye rastgele tercih edip bıçakla öldürdüğü Başak Cengiz’in haberine ise “aleyhlerine ortam oluşmasın” diye yasak koyuyorlar.

AKP’nin millete yaptığı en büyük kötülük insanlarda nefreti, ayrımcılığı, düşmanlığı, tahammülsüzlüğü patlatması oldu. Ulus devlet formuna geçtikten sonra imparatorlukların sahip olduğu çok dilli, çok kültürlü sosyal hayatı yitirmiş, azınlıkları, farklı olanı dışlamaya, ötekileştirmeye başlamıştık. Dersim katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Madımak’ta insanları yakmak bunun tezahürüydü. AKP iktidarı ve Erdoğan artık sadece ayrımcılıkla, husumetle ayakta kalıyor. Sürekli ayrışma noktalarını gündeme taşıyıp körüklüyor. Kendisi ayakta durabilsin, sorgulanmasın diye bazen kişileri, bazen azınlıkları, bazen ideolojik grupları topluma hedef yapıyor. Adeta linç edilsinler diye arenaya atıyor.

Ulus devlet hastalığına takılıp kaldık, hoşgörüyü kaybettik. AKP, zaten altyapısı olan milliyetçi, ırkçı ve dışlayıcı anlayışı din-muhafazakarlık sosuyla iyice besledi, gürleştirdi. Artık ırkçılık, öteki düşmanlığı dini söylemlerle, bazen ayetlerle-hadislerle meşrulaştırılıyor. Irkçı MHP ile dinci AKP ortak iktidar olunca ortaya ırkçı-dinci karışımı melez ve kan emici bir hortlak çıktı. Bu garip oluşum ülkede yaşanan bölünmüşlüğün zararını, tahribatı katmerleştirdi.

Milliyetçilik ulusal (nasyonel) egodur. Hataları görmeye engel olur, hatta hataları bile sevap, kahramanlık görmenize neden olur. Hastalıklı milliyetçilik dinle karışınca, bir de kutsallık kazandı ve adeta toplumun bir kesimini kör ve kötürüm yaptı. Kendi illetlerini göremez, hastalıklarına çözüm üretemez hale getirdi. En kötüsü aydınlar, “Durun kalabalıklar!” diyecek entelektüeller de aynı hastalığa tutuldu. Toplumu uyarma misyonunu gözardı edip “Devletin aydını”, “MİT’in gazetecisi”, “AKP’nin yargıcı”, iktidarın goygoycusu olmaya soyundular.

Eskiden de büyük eksiklikleri vardı ama 20 yıllık AKP iktidarında Türk toplumu adaleti hepten yitirdi. Vicdanını kaybetti. Korkak, duyarsız, umarsız hale geldi. Ermeni komşusu sürülürken malına çökmenin, karısına-kızına konmanın hesabını yapanlar aradan 100 yıl geçtikten sonra bu defa aynı şeyleri Müslüman komşusuna, ana-baba bir kardeşine yapıyor. Devlet ne derse onu kutsal kabul ediyor. Devlet kimi hedef gösterirse onun ırzını, malını, canını “helal” görüyor. Daha önce düşmanlık husumet camilere kadar inmemişti, aileler böylesine bölmemişti. AKP düşmanlığı, husumeti, siyasi ayrışmayı camilere kadar soktu, ana-baba evladı birbirine hasım yaptı, minberleri siyasi kürsü haline getirdi.

Devletçilik, devleti kutsama, insanı geri plana atma, Türk toplumunun onulmaz bir hastalığı. “Devlet Türklerin tanrısı” diyenler haksız sayılmaz. Bizim toplumda daha dün devletten dayak yiyenler, zulme uğrayanlar bile başkası söz konusu olunca devleti ilahlaştırmaktan, kutsamaktan çekinmiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Tek bir devlet yok. Çok tanrılı bir din bu. Herkes kendi yansıması olan devleti görmek istemektedir. Bugün devlet müslümanların eline geçti, kendi yansımalarını görmek istiyorlar. Ayasofyada kılıç, büyük cami yapılması gibi sembolik şeyleri görmektedirler. Devletin kendilerine dini değerleri yansıtmasına çok sevinmektedirler. Bu devletin dünyada denge unsuru olmasından ziyade kendilerine taraf olmasını istemektedirler. Bu devletin kendilerine ait olduğunu göstermek istemektedirler. Kişi devletin kendisine ait olduğunu göstermek ister. “Bu bana aittir, benim” diyebilmek için bunun ‘senin’ olmaması gerekmektedir. “Sana ait değil” diyebilmelidir. Dehşet bir egoizm devreye girmektedir. “Bu devlet benim, bana ait, senin değil. Sana ait değil” diyebilmenin inanılmaz hazzı yaşanmaktadır. Bu hazzı yaşamak için karşı tarafta başkasının olması gerekiyor. Başkası olacak ki o kişiye karşı “devlet benim” denilebilsin. Burada ‘başkası’ senden olmadığına göre başkalaştırılır, ötekileştirilir. Bunun için ayırt edici noktalar bulunur. Devlete dini bir anlam katmak isteyenler, ötekileştirdikleri kişilere din dışı anlamlar katmaları gerekmektedir. Eğer karşı tarafa din dışı anlamlar katılmazsa, dini bir devlete sahip olduğu gerçeği gerçekleşemez. O yüzden din dışı anlamlar ötekilere yüklenir. Zaten liderleri de bol bol chp hakkında bu şekilde dedikodular yapmaktadır.
    Daha önce laikler devletin sahibiydi. O zaman onlar “bu devlet BENİM, sizin değil. Siz arabistana gidin” diyorlardı. Devleti benliğine mal etmesi için aynı bugün müslümanların yaptığı gibi o zamanları bir öteki buluyorlardı ki, o öteki üzerinden “senin değil, benim” diyebiliyorlardı. Onlar ötekileştirdikleri müslümanın adına müslüman bile demiyorlardı, irtica diyorlardı. Şimdi müslümanlar da bu ezikliği onların kopyasını yaparak gerçekleştiriyorlar. Yani müslümanlarda ötekileştirdikleri laikleri din düşmanı göstermektedir.
    İnsanlar devlette kendi inandıkları değerlerin sembollerini gördüklerinde bu devlet benim diyebiliyor. Fakat tek sorun “devlet benim” egoizmini yaşamak için bir ötekiye ihtiyaç var. Bu öteki de “devlet benim” demek istediği için bunun açlığını yaşamaktadır. Dolayısıyla araya egolar arası çatışma çıkmaktadır. Din düşmanları ile irticacılar arasında senin mi benim mi çatışması çıkmaktadır. Bir erkek için iki kız saç baş birbirlerine girer ya onun gibi bir gerilim oluşur. Egolarda bir gerginlik hali oluşur. Bu noktada ülkücüler gönüllü öğretmen olurlar. Onlar daha önce bu çatışmaları en ileri düzeyde yaşamışlardır. Müslümanlara çatışma yöntemlerini öğretirler. Müslümanlar öyle yabancı bir dünyada gözlerini açtılar ki kendilerini çatışma halinde buldular. Etrafta gezinen çakallar onlara nasıl çatışması gerektiğini öğretmektedir. Çatışma konusunda müslümanlar yavaş yavaş tuzağa çekilmektedir. Kavga etmek müslümanların pek girmemesi gereken alan. Hem ne uğurda kavga edeceksin? Ayasofyanın ibadete açılmasını korumak için mi? Bu kavga müslüman kimliğinden çok şeyler götürmektedir. Sırf bu kavga için müslümana yakışmayan işler yapılmaktadır. Yani sırf ego yüzünden dinini elinden alacaklar. Hırsını, hatta düşmanlığını bastıramıyor. Egonun meselesini sanki din meselesiymiş gibi yerlerini değiştiriyor. Aslında kendini aldatıyor. Allahı aldatamaz. Benlik, benim, benim olacak kavgasının adını müslümanlık koymuş. Egonun öfke, nefret, kin, düşmanlık gibi duygularını din savaşı adıyla maskelemektedir. Kaldı ki savaşların bile kuralları var. İnsanların böyle zamanlarda doğru liderlere ihtiyaçları artmaktadır. Yanlış liderler insanların kin ve nefretini, düşmanlığı dini bir kılıfa sokarak, onlara bir hareket alanı oluşturur, savaş ortamında cinayetler işlettirir, onları kendi egosunun çıkarı için kullanır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin