YORUM | RAMAZAN KAYAOĞLU
3 Mayıs Dünya Özgür Gazeteciler Günü vesilesi ile…
Soğuk beton bloklar arasında yaşamak zordur… Kapalı bir tabut içinde… Nefes alamazsınız… Bir anda can damarınızın kesildiğini hissedersiniz…
Sağınıza dönersiniz duvar, solunuza dönersiniz dikenli teller. Bıçak gibi duygularınızı iki parçaya böler. Ne var ki sizleri hayatta tutan tek şey yan bölmelerden gelen bir dostun sesidir. İşittiğinizde hayata yeniden başlarsınız. Vira Bismillah diyerek, adımızı atarsınız. O can dostunuzun en zor zamanda yanınızda olacağınız bilmenin verdiği öz güvenle…
İşte bu vefalı insanlardan sadece biridir Faruk Akkan. Ne olduğu halen kestirilemeyen bir senaryonun sonucunda atıldı Silivri’nin en soğuk zindanlarına. Adımını o demir parmaklıklarla kaplı binaya attığında takvimler Ağustos 2016’yı gösteriyordu. O kadar naif, temiz kalpli ve hukuka inancı vardı ki, bir hafta sonra gerçeklerin ortaya çıkacağına inancı tamdı. Çünkü ona o güveni veren kalbindeki imamdı. Bir Müslüman kardeşinin, bir masuma sebepsiz yere zarar vereceğine inanmıyordu. Çevresindeki dostlarının uyarı ve ikazlarına rağmen, yıllarca içindeki bu samimiyeti hiç kaybetmedi. Ağzından düşmeyen kuran ayetleri de, Akkan’ın inancını diri tutuyordu.
Yıllarca esaretin bedelini ödemesine rağmen, ağzından bunu yapanlara karşın tek kelime kötü bir ifade çıkmadı. Yalnızca gecenin bir karanlığında Allah’ın huzuruna çıktığında, ellerini semaya açarak, içindeki derdi ve tasayı ona şikayet etmeyi tercih etti. Kalbinde hafakanların zirve yaptığı zaman dilimlerinde susmak onun tek şiarıydı.
O Resulünden onu görmüştü. Bağırmak ve çağırmanın ise Rabbe karşı bir saygısızlık olduğunu düşünürdü Faruk Akkan. Faruk Akkan’ın bir dostu ve kardeşi olarak bu satırları kaleme alıyorum. Kendisini yıllardan beri tanırım. Belki de ilk tanışıklığımız 2005 yılına tekabül ediyor. O zaman kendisi Cihan Haber Ajansı’nın Dış Haberler Servisi’ne editör olarak gelmişti. Ben ise mesleğin baharında bir muhabirdim.
Yıllar sonra Faruk Akkan, belki de hesabını yapamadığı bir görevlendirmenin sonrasında soluğu Silivri’de alacaktı. Ben ise kendisinden çok uzaklarda sadece ona dualarımla destek olacaktım. Elimden başka bir şey gelmezdi. Şunu da iyi biliyorum ki, şayet o benim yerimde, bense içerde olsaydım daha fazlasını yapardı. Ama benim takatim ve gücüm bu kadar. Daha fazlasına cesaretim bile yok artık. Belki utancımdan belki de korkumdan, eşini ve çocuklarını bile aramaktan çekiniyorum. Ne olur beni affet gönül dostum. İnşallah çıktığında beni affedersin… Biliyorum ki, senin kalbinde asla kine ve nefrete yer yok. Hele husumete hiç zamanın yok. Ben senin kalbinin yüceliğine olan inancımdan dolayı, beni hoş göreceğinden şüphem yok… Yukarı da izah ettim ya… O benim sadece meslek büyüğüm değil, değerli bir abim…
Yıllardan beri devam eden bir hukukumuz var onunla. Akkan, sadece mesleği olarak tanıdığım bir gazeteci değil, aynı zamanda hafız ve bana göre bir alim. Kendisi Konya’da dünyaya geldi. Hafızlık eğitiminin ardından Konya İmam Hatip Lisesi’ni birincilikle kazandı. Bu dönemde Konya’nın önemli medrese hocalarından Arapça ve Farsça eğitimi aldı. Kendisini zamanın şartlarına göre iyi yetiştirdi. Lise eğitimin ardından dereceyle Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden Boğaziçi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazandı. Aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadrolu eğitmeni olarak, genç dimağlara Kuran ve Arapça dersleri verdi.
Öğrencilerin uzatmalı olarak bitirdiği bölümü yine dereceyle 4 yılda değil 3 yıl gibi kısa bir zamanda bitirdi. Üniversite bitiminin ardından KPSS sınavına girdi. Yine ilk 100’lerde onun adı vardı. Sınavın ardından Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı sınavını da 90 puanla kazandı. Ne var ki; İmam Hatipli ve hafız olması bütün gelecek planlarını sekteye uğrattı. Belki de önü, derin odaklarca kapatılmamış olsaydı bugün dünyanın herhangi bir ülkesindeki büyükelçilerden birisi de o olacaktı. Akkan, yılmadı…
Bu defa da yönünü gazeteciliğe çevirdi. 2004 yılında Cihan Haber Ajansı Dış Haberler biriminde başladı. Birkaç yıl sonra Rusya’ya tayin oldu. On yıl gibi bir sürede Rusya Başkanı Viladimir Putin’in yakın çevresinde sevilen bir gazeteci olarak ön plana çıktı. Özellikle Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ile dostluğu gazetecileri kıskandıracak boyuttaydı. Çünkü onun hayatında öncelik insanlıktı. Meslek başarıları sonradan gelirdi. Geçen on yılda binlerce habere ve analize imza attı. Rusya ile ilgili bilgisine başvurulacak sayılı gazeteciden biriydi.
Kaderin hükmüne bakınız ki… Aynı Akkan, 2015 yılı Kasım ayında aynı kuruma genel müdür olarak atandı. Kurum yöneticileri, başarılarından dolayı onu onurlandırdı. Göreve başlamadan aylar önce, başına geçtiği kurumun bazı araçları eski yöneticiler tarafından satılmıştı. Ama Akkan, bunların hepsinden habersizdi. Ta ki tutuklandıktan sonra iddianame önüne geldiği ana kadar. Bir önceki genel müdür Abdülhamit Bilici tarafından araçlar satılmasına rağmen, mahkemeye kendini bir türlü anlatamadı Akkan.
Onun iddianamesini okuyanlar, gülmemek için kendini tutuyordu. Niye mi? Rusya’da telefonuna indirdiği Küre TV’yi iki defa izlediği için 9 yıl ceza almıştı. O kanallara çıkanlar, açılışında alkış tutanlar ve demeç verenler dışardaydı. Ne var ki, yurt dışında iki defa izleyen Akkan içerdeydi. Bu ne ahlaka, ne hukuka ne de vicdana sığardı. Sığmadı zaten. Vatan sevdalısı bir alim içten içe küstü. İçine kapandı. Suç şahsiydi… Suçu olan elbette cezasını bulmalıydı… Ama masum bir Müslümana düşüncesinden, inancından ve yaşantısından dolayı ceza da verilmemeliydi…
Faruk Akkan ve onun gibi olanların iddianamelerine bakın. Tek kelime suç yok, suçluyu övmek yok. O zaman neden hala 5 yıl tutuklu? Artık hukuka dönün ve masum insanları ailesine ve sevdiklerine teslim edin.
Faruk Akkan’ı hayata bağlayan iki dal vardı. Birisi yıllardan beri aynı yastığa baş koyduğu eşi, diğeri de çocuklarıydı. Anlatılanlara göre; darbenin arkasından gelen iki koca yılda Fatih’ini göremedi. Onu görememenin hicranı gözlerine yansıdı. Onu adını duyduğu her hengamede gözleri nemlendi Faruk Akkan’ın.
İki yıl sonra ilk temas ettiğinde ona sarılıp çocuklar gibi ağlamıştı koca adam! Kızının başarılarına şahit olamasa da dört duvar arasında dualarıyla onu yalnız bırakmadı. Faruk Akkan’ın eşi Kübra Hanım, çocukları Fatih ve Beyza babalarını istiyor. Bu sevgiyi onlardan esirgemeyin…