YORUM | M. NEDİM HAZAR
Şüphesiz gururla anılacak günler değil yaşadığımız bu günler.
Özellikle medya açısından. Kimse alınmasın ama 28 Şubat medyası günümüz havuzcularından çok daha seviyeli ve vicdanlıydı.
Yüzde 90’lık bir dilimiyle iktidar medyasının her günü tarihsel ibretlik bir metin hükmünde. Bu açıdan belki de ‘hayırlı’ bile demek mümkün yaşananlar için. Geleceğin tarihçileri için günaşırı malzeme üretiyorlar buralarda. Her başlık ibretlik, her yorum acınası, kullanılan her fotoğraf evlere şenlik!
Yapılan yayınları yan yana koyup yapılan okuma memleketin geldiği durumun şahane özeti var her gün. Ülkenin en ciddi, sadece ulusal bazda değil uluslararası alanda en ciddi yayın organına polis baskını yapıldı 5 yıl önce.
Baskını yapanlar resmi evrakı göstermek istemediler avukatlara. “Geldik, arama yapacağız” dediler ama arama ve gözaltı emrini göstermek istemediler nedense. Avukatların sıkıştırmasıyla “kerhen” sadece ilk sayfayı verdiklerini hatırlıyorum.
Tabii henüz 15 Temmuz filan olmadığı için ıkına sıkına bir PKK ilişkisi kurmayı denemişti Erdoğan ve Perinçek’in yargısı.
Ertesi gün havuz medyasında çarşaf çarşaf servis yapılmış halde görülüyordu resmi evraklar.
Ve her manşet ibretlik, evladiyelikti…
Tarih elbette kayda geçti hepsini ve ilerde epey belgesel çıkacaktır bu konuda.
“İnlerine girildi” yazmış kimisi, kimisi sanki Kandil’e baskın yapılmış gibi sunuyor. Öyle isteniyor çünkü!
Gazetede çaycı olamayacak kalibrasyondaki elemanlarını yayın yönetmeni diye binaya yollamıştı muktedir ve “Zaman’ı hak ettiği şekilde çıkaracağız” diye ahkam kesiyordu kendi kitlesine.
İnsana acı veren başka bir yönü de, bu yayınları yapanların bir zamanlar arkadaşlık ettiğimiz kişiler olmasıydı. Siyasetin savurma gücü akıl alır gibi değil. Tanınacak halde değildi vicdanlar.
Şüphesiz bu zihniyetten objektif bir yayın beklemiyordu kimse, ancak büsbütün akıl ve vicdan dışı savrulma da olağan değildi. Kalıcı bir cinnet halinin tezahürüne dönüştü havuz ekranları ve sayfaları. Kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyorlardı tekmili birden.
Ki bu “şeysi”lerin bazılarının kuruluş aşamasını hatırlıyordum. “Ağabey senin tanıdıkların vardır, yorum yazacak birilerini tavsiye etsen” diye aramıştı mesela birisi. “Elbette” diyerek aklıma gelenleri tavsiye etmiş, kimilerini bizzat arayıp yazmalarını rica etmiştim. Aracı olduklarımın çoğu, zamanla ayrıldı zaten buralardan ama samimiyeti anlatmak istiyorum meselenin başındaki.
Gerek estetik, gerekse içerik olarak kıskanma demeyeyim de hep bir imrenme olduğunu bilirim. Hep takdirle bahsederlerdi Zaman’dan. Orada çalışan bazı arkadaşlardan yayın açısından da Zaman gazetesine öykündüklerini çok dinlemişimdir.
Sonra buralarda çalışan, yazıp çizen bazı arkadaşların bazen direkt olarak bazen aracılarla Zaman’a geçmek istediklerine de şahit olmuşumdur. “Acaba Ekrem Bey’e söyleseniz haftada bir yazsam” şeklinde rica edenlere aracılık da yaptık vaktiyle.
Ya da tersi… Yönetici arkadaşların, “filanca yazarınız bizde yazsa ne güzel olur” şeklinde talepleri…
Şimdi otoriter bir rejimin amansız infaz mevkutelerine dönmüştü bu yayın organları. Açıkçası tiraj ya da reyting önemsizdi onlar için. Doğrusu, bir kişinin okuması ya da izlemesi onlar için yeterliydi. Tek kişi için yayın yapıyordu tekmili birden. Aynı manşetten çıkmaktan gocunmuyorlar, aynı köşe yazılarını köşe diye basmaktan utanmıyorlardı.
En çok da utanma hislerini yitirmişlerdi ne yazık ki!
Tek kişi seyretsin diye açıktı bazı ekranlar. Bir kişinin memnun olması yetiyor, memnuniyet olmazsa akıbet belliydi zira.
Ve bu perişan vaziyetteki medya 5 yıl önce dün “inlerine girildi” diye manşet atabiliyordu. Nicedir vicdanlardan kesmiştik biz umudu. Ancak vicdansızlık bir süre sonra yan etki olarak feraseti ve zekayı da etkiliyordu ne yazık ki. Saçmalığı standart donanım haline getiriyordu maalesef.
Zaman’ı taklit etmeyi mesleki başarı saymaktan Zaman’a şer odağı muamelesi çekerek birilerini memnun etmeye çalışan yerli Pravda’ya dönüşen bir zihniyet. Acı ve ibretli bir final noktasıydı.
O manşetleri atan eski dostlara naçizane bir şey hatırlatmıştım vaktiyle: Zaman’ın ‘in’ olmadığını siz de çok iyi biliyorsunuz ve sizde ‘in’sanlık ve vicdanın zerresinin kalmadığını artık biz de biliyoruz.
Bugün artık tamamen ele geçirmiş durumdalar ülkeyi. Ve elbette medyayı da. Muhalif diye görünenlere bile arzu ettikleri haberi yazdırabilecek kudretteler.
Bu sebeple oyları ne kadar azalırsa azalsın güçlerinin asla eksilmeyeceğine inanıyorlar. Bu yüzden her geçen gün daha da pervasızlaşabiliyorlar.
Şahsen artık başta ülke medyası olmak üzere, siyasetine, adaletine, sporuna filan acımaktan çoktan vazgeçtim.
Ne halleri varsa görsünler, diye düşünüyorum.
Havuz ise rezil bir zihniyetin evrak-ı metrukesi olarak tarihe geçmeye devam ediyor…