YORUM | AHMET KURUCAN
İki hafta önce yayınlanan yazımın son cümlesi şuydu: “Şimdi ‘salat’ kelimesinin detaylarına girebiliriz.”
Başlangıçta şu hususun bilinmesini önemli görüyorum: Kelimenin etimolojik olarak Arapça, Aramca, Akkadça, Süryanca olmasından tutun, kök olarak aslının s-l-v ve/ya s-l-y olmasına kadar üzerinde derin araştırmalar yapılmış ve bunlar akademik makaleler ve çalışmalarda yayınlanmıştır. Bir gazete köşe yazısında bu türlü detaylara girme yerine konumuzu aydınlatacak kadar bilginin verilmesini tercih ediyorum.
“Salat”, ele alacağımız ayetteki anlamı itibariyle müştâk bir kelime olup geçmiş zaman kipi sa-la, geniş zaman kipi yas-lu, masdarı da sal-ven’dir. Sözlükte dua etmek, niyazda bulunmak, yalvarmak, tebrik etmek, yüceltmek, ululamak anlamlarına gelir. Istılahta ise “salat”, genel anlamı itibariyle ibadet ve dua etmek, özelde ise namaz demektir. A-la harfi cerri ile kullanıldığında nispet edildiği yere göre anlamı değişir. Alimlerin genel kabulüne mazhar olan yaklaşım şu şekildedir: Allah’a nispet edildiğinde rahmet etmek, meleklere nispetinde mağfiret istemek, Hz. Peygamber veya ümmete nispetinde ise dua etmek.
‘Salat’ kelimesi Kur’an’da isim olarak 83, fiil olarak da 12 yerde geçer. Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Lokman, Hz. İsa peygamberlerin hayatlarından kesitlerin anlatıldığı yerlerde “salat” çeşitli şekillerde konu edilir. “Salat”ın emredildiği, ümmetlerine yerine getirmeleri için tavsiye etmelerinin istenmesi, Allah’a karşı saygı ve haşyetin göstergesi gibi hususlar bahse medar konuların başında gelir.
Bütün bu anlatımlar bize şunu gösterir: ‘Salat’ diğer peygamberlerin öğretileri ve uygulamaları içinde yerini alan bir ibadettir. Ama bu ibadet Müslümanların kıldığı şekliyle kılınan bir namaz mıdır, yoksa rükûundan secdesine farklı şekilleri bünyesinde barındıran başka bedeni bir ibadet midir yoksa sadece dua mıdır, net bir şekilde bilemiyoruz. Bildiğimiz tek kesin şey, bahsi geçen peygamberlerin dinlerinde de “salat”ın olduğudur.
Bu çerçevede akla gelen ilk örnek Bakara suresi 83. ayetidir. Buyuruyor ki Allah: “Vaktiyle İsrailoğulları’na: ‘Sadece Allah’a kulluk edin. Ana-babaya, akrabaya, fakirlere iyi davranın. İnsanlara güzel sözler söyleyin, namazı hakkıyla kılın, zekâtı verin’ diye emretmiş ve bu hususlarda onlardan kesin söz almıştık. Ancak çok geçmeden pek azınız hariç verdiğiniz sözden döndünüz. Nitekim siz geçmişte olduğu gibi bugün de verdiğiniz sözden yüz çevirmektesiniz.”
Aynı manada bir başka ayet Maide suresi 12. ayette yer almaktadır. Şöyle buyuruyor Allah: “Allah, İsrailoğullarından söz almış ve on iki oymaktan oluşan onların her bir oymağına on iki başkan, rehber, temsilci göndermişti. Allah o zaman İsrailoğullarına demişti ki: ‘Ben sizinle beraberim, eğer namazı hakkıyla kılar, zekâtı verirseniz; elçilerime inanır, onlara yardım eder ve karşılığını Allah’tan beklemek üzere malınızı hayır yolunda harcarsanız, ben de sizin günahlarınızı örter ve sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim nankörlük ederse, dosdoğru yoldan sapmış olur’.”
Arapça asıllarıyla ifade edecek olursak yukarıdaki iki ayetin ilkinde “ve akimu’s salate”, ikincisinde “ekamtumu’s salete” deniliyor. Türkçe meallerde her ikisine de “namaz” manası verilmiş. Benim bu ayetlerde ‘salat’a namaz manası verilmesine, söz konusu namazın Yahudilere özgü namaz olduğunu net bir dille ifade etme şartıyla, bir itirazım yok.
Neden itirazım yok? Çünkü lafzın taşımış olduğu mana içinde namaz var ve bu mana genel kabule mazhar olmuş. Ama burada bir hususu nazar-ı itibare almak zorundayız. O da şu: Siyak-sibak bütünlüğü içinden anlıyoruz ki ayetlerde zikredilen Yahudiler, Peygamber Efendimizle aynı zaman diliminde yaşayan Yahudiler değil, geçmiş dönemlerde yaşayan Yahudiler. Öyleyse karşımıza iki zaruri sonuç çıkıyor. İlki, muhtevası ve şekli belki bizimki gibi olmayabilir ya da Kur’an’ın nüzulüne kadar geçen süreç içinde tahrif ve tebdile maruz kalmış olabilir ama Yahudilerin dininde namaz ve zekât vardı. İkincisi, dinlerin hepsinde Allah-kul ilişkisine yönelik farklı formlarda ibadet ve dua var olduğuna göre buradaki “salat” özel anlamıyla “namaz” değil genel anlamıyla muhteva ve şeklini bilmediğimiz ibadettir ya da duadır.
Ben şahsen bu her iki zaruri sonucun doğru olabileceği kanaatindeyim. İlk sonuç adına, 2020 yılı itibariyle bugün Yahudilerin yapmış olduğu ibadetlerde rükû ve rukûdan daha fazla bir biçimde eğilerek gerçekleştirdikleri yarım secde hallerini görünce Müslümanlıktaki namaza benzer ibadet formları yani namazları olabilir diyorum. İkinci sonuç için de ister sözlük ister ıstılahî anlamıyla ‘salat’a ibadet ve dua manası vermekte zaten problem olmadığını biliyoruz.
Ama asıl soru ve sorun şu: Söz konusu müşrikler olunca ne diyeceğiz? Çünkü geçen yazımda da ifade ettiğim üzere Maun suresinde anlatılan A’dan Z’ye Mekke müşrikleri. Onlarda Yahudilerde olduğu gibi namaz veya namaza benzer bir ibadet şeklinin olmadığını bildiğimize göre o zaman Maun süresindeki ‘salat’ kelimesine namaz manası verilebilir mi? Benim kanaatim verilemez.
Pekâlâ ne diyeceğiz? Bu soruya doğru cevap verebilmek için müşriklerin ‘salat’ı adına Kur’an’da başka ayetlerin olup olmadığına bakmak en sahih yol olarak görünüyor. Bu çerçevede Kur’an’da yer alan 2 ayetten söz edebiliriz. Birincisi Enfal suresi 35. ayet. Şöyle buyuruyor Allah müşriklerin Kabe etrafında yaptığı ibadetleri anlatırken: “Vema kene salatuhum inde’l beyti illa mükâen ve tasdiye.” Manası: “Onların Mescid-i Haramdaki salatları, ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değil!”
İkinci ayet Müddessir suresi 43. ayet. Orada, cehennemde yerini alan insanlara sizi buraya sokan amelleriniz nelerdir diye soruldukların verdikleri cevaplar anlatılır. Bu amellerden birisi olarak onlar derler ki: “Lem nekü mine’l musallîn” derler. Manası “Biz musallilerden değildik”
Şimdi bu iki ayetin ilkinde geçen ‘salat’e namaz manası verebilir miyiz? Hiç şüphesiz veremeyiz. Çünkü ayet müşriklerden ve ibadet kastıyla yaptıkları ıslık çalma ve el çırpmadan söz ediyor. Bizim kıldığımız namazdan değil, onların ibadetleri ve ibadet niyetiyle yaptıkları şeyler anlatılıyor. O halde salat’ın buradaki karşılığı tek kelime ile ibadettir. Nitekim birçok mealde bu ayrıntı gözetilmiş ve ibadet manası verilmiş.
Aynı şey Müddessir suresinde geçen “musallîn” için de geçerli. İnanmayan bir insanın namazla mükellef olmadığını düşünecek olursak “biz musallilerden değildik” demek, “biz ibadet ya da dua edenlerden değildik” demektir.
O zaman geriye dönüp şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; müşriklerin ibadetinin söz konusu edildiği Maun suresinde ‘salat’ın karşılığı namaz değil, ibadettir. Bu bilgiler ışığında Allah’ın muradını o konsept içinde en sahih biçimde yansıtan meal şu olsa gerektir: “Yazıklar olsun böyle ibadet edenlere! Onlar gerçek ibadetten bîhaberdir.”
Burada can alıcı bir başka soru şu: Kur’an taşıdığı mesajlar ve muhatap aldığı insanlar itibariyle evrensel ve tarih üstü bir kitap olduğuna göre ayetin Müslümanlara hitap etmediğini mi söylüyorsunuz? Ya da ‘salat’ın namaz manası inkâr edilemez. Namazlarından gafil ve bihaber olan kişilere yazıklar olsun demenin mahzuru var mı? Veya daha yumuşak bir soruyla Müslümanlara bu ayet nasıl bir mesaj veriyor?
Benim bu üç soruya vereceğim kısa cevaplar teker teker şöyle:
1-Hayır, haşa ve kella böyle bir şey söylemiyorum. Kur’an bütün ayetleri ile Allah’ın maksat ve mesajlarını direkt veya dolaylı olarak anlatan bir kitaptır ve Müslümanlar bu ayetlerin muhatabıdır.
2-Evet, mahzuru var. Çünkü ayet aslî, orijinal ve özgün manası itibariyle müşrikleri muhatap alıyor. Siz burada muhatabın Müslümanlar ve onların namazı olduğunu söylerseniz Allah’ın asıl muradını gözetmemiş olursunuz. Ancak yorumla elde edilebilecek beşerî bir değerlendirmeyi ayete aslî mana olarak verme, ayeti tahrif anlamını taşır. Velev ki iyi niyetle ya da düşünülmeden yapılmış olsa da maalesef sonuç budur.
3-Ayet tabii ki namaz başta olmak üzere ibadetlerin tamamında Müslümanlara riya ve gösterişten uzak samimi olmaları mesajını verir.
Gelecek hafta bu üç hususu bir yazı çerçevesinde ne kadar açabilirsem açmaya çalışacak ve seri yazı dizisini bitireceğim.