YORUM | LEVENT EROĞLU – Uzman Psikolog
Sosyal medyada birkaç ay önce, “kısa zamanda çok kitap okuyan bir çocuğun videosu” gündem oldu. Çocuk TV’de kanal kanal gezdirildi ve sosyal medyada tartışıldı. Sonrasında çocuk, hızlı giriş yapan birçok gündem gibi kısa zamanda gündemden düştü. Toplumun ve medyanın çocuğa bakışını görünce, birkaç satır bir şeyler yazmak gerekli oldu.
O yaşta bir çocuğun çok fazla kitap okuması; gelişim dönemine uygun olmayan kitapların çocuğa okutulması, bunun çok iyi bir şeymiş gibi topluma aktarılması, çok kitap okumanın üstün zekanın bir göstergesi olarak görülmesi tartışılması gereken ciddi konulardır.
Eğitim ve gelişim psikolojisinde, gelişim dönemleri olarak adlandırılan bireyin içinde bulunduğu yaş grubunda sergilemesi gereken duyuşsal, bilişsel ve fiziksel gerçekler vardır. O yaşta bir çocuğun içinde bulunduğu gelişim döneminde öncelik çok fazla okunan kitaplar mı olmalı? Ayrıca videolarda bahsi geçen kitaplar kesinlikle o çocuğun yaş grubuna uygun kitaplar değildir. Çünkü bahsi geçen kitaplar sorgulama, yargılama, eleştirme ve değerlendirme gibi soyut beceriler gerektirmektedir. Soyut işlemler dönemi ergenlik döneminin başlamasıyla birlikte başlamakta ve gelişmektedir. Ergenlerin sürekli yargılaması, eleştirmesi, karşı çıkması, kendi görüşünü kabul ettirmeye çalışması aslında soyut becerilerin oluşmaya başlamasıyla ilgili bir durumdur. Bahsi geçen çocuk yaşı itibariyle somut işlemler dönemindedir ve bu dönemde soyut işlemler yoktur. Yani, çocuk bir şeyi görüyorsa, ona dokunuyorsa, onu kokluyorsa, onu tadıyorsa, onunla konuşuyorsa o bir gerçektir ve çocuk onu bilir, onu tanır, onu anlar ve onu sever. Çocuk somut işlemler döneminde görmediği, dokunamadığı, tadamadığı, işitemediği, konuşamadığı şeyleri idrak edemez ve anlamlandıramaz. Yetişkin bir birey için HAYSİYET önemli bir kavramdır ama somut işlemler dönemindeki bir çocuk için bu kavram hiç birşey ifade etmez. İfade edebilmesi için çocuğun haysiyete dokunması veya haysiyeti görmesi ya da haysiyeti tatması belkide haysiyeti işitmesi lazım. Somut işlemler dönemindeki çocuğu soyut işlemler gerektiren bilgilere maruz bırakmak, çocuğun doğasını bozmaktır, ilerde kestiremeyeceğimiz yan etkilere sebep olabilir.
Psikososyal olarak sağlıklı olan yetişkin bir bireyin geçmişinde sağlıklı bir şekilde geçirilen duyuşsal gelişim dönemleri yatar. Bu bilimsel gerçek unutulmamalıdır. Çok fazla okunan kitaplar ya da çocuğun gelişim dönemine uygun olmayan (soyut beceri gerektiren) kitaplar mı duygusal gelişimi sağlıklı yapacak bu düşünülmelidir! Çocuğa ilişkin videolarda bahsi geçen felsefe kitapları yetişkin bireyler için uygun olan kitaplardır. Dikkat edilirse videolardaki çocukta duygusal sağlığın somut göstergelerinden olan jest ve mimik canlılığı neredeyse yok gibi. Yüzünde donuk bir ifade var. Çocuk adete ezber yapmış bir robot gibi görünüyor. Buda çocuğun duyuşsal gelişiminde problemler olabileceğinin işaretidir.
Belirgin mental geriliği olan çocuklar dışında her çocuğun bilgi alma ve öğrenme kapasitesi vardır. Kapasite var diye çocuğa her şey verilmez ve verilmemelidir. Çocuğu kapasitesi geniş bir bellek gibi görüp, onu sistemsiz ve kontrolsüz bilgi yağmuruna tutan anne-babalar ve eğitimciler çocuklara aslında kötülük yapmaktadırlar.
Çocuk, bir çocuk gibi o gelişim dönemlerine ait görevleri başarılı bir şekilde yapmalı ve gelişim dönemini sağlıklı bir şekilde geçirmelidir. Maalesef, ülkemizde toplumun eğitime bakışı sağlıklı değildir. Bahsi geçen çocuğa ait videolara verilen tepkiler, toplumun eğitime sorunlu bakışını göstermektedir. Toplumun eğitime bakış açısı şuna benzemektedir: Atların yarıştığı bir pist düşünelim. Yarış pistindeki ATLAR, günümüzün çocuklarıdır. Atları süren JOKEYLER ise anne-babalardır. Tribünde oturduğu yerden dürbünle yarışı izleyip, bahis oynayan ve bundan para kazanan KULÜP SAHİPLERİ de eğitimciler ve yöneticileridir. Maalesef anne-babalar egosunu tatmin için, eğitimciler ve yöneticiler ise statü ve kazanç için çocukları kullanmaktadırlar. Sonuçta herkes benim atım birinci olsun diye çabalamaktadır. Peki birinci olmak veya bütün çocuklardan çok fazla kitap okumak çocuğun gerçekten ihtiyacı olan şey midir?
Yüzyıllar önce yaşayan alimlerin küçük yaştan itibaren çok fazla kitap okudukları veya yoğun bir eğitimden geçtikleri belirtilerek, videolarda bahsi geçen çocuk parlatılıyor ve doğru yolda olduğu vurgulanıyor ve geleceğin alimi olacağı iddia ediliyor. İlerde alim olur mu, olmaz mı bilemeyiz ama bu bakış açısı doğru mu? Yüzyıllar öncesi alimleriyle karşılaştırmak doğru mu? bir bakalım…
Tarih hocalarımızdan hep şunları duyduk: Tarihi olaylar, gerçekler, tarihdeki kişiler tarihdeki yerine o günün şartlarına göre değerlendirilmelidir. Aksi takdirde tarih sizi yanıltır derlerdi. Bu gerçeği unutmayalım. Dünya sürekli değişmektedir. Dünyanın bir parçası olan insan da değişmektedir. Alimlerin dönemindeki dünya şimdiki dünyadan, o dönemdeki insanlarda şimdiki insanlardan çok farklıdır. Çünkü dünyadaki her şey sürekli değişmektedir. Bu nedenle neredeyse ortalama her 50 yılda bir duyuşsal, zihinsel ve fiziksel gelişim dönemleri ve bireyin duygusal olarak olgunlaşması da değişiklik göstermektedir. 50 yıl öncesinin gelişim dönemleri günümüzde yaşayan insanlara artık uymuyor. Gelişim dönemleri ve yaş düzeyleri sürekli değişmektedir. Peygamber Efendimiz döneminde 10’lu yaşlarda (10-19 yaş aralığı) bir kız çocuğu evlendirilirken, şimdi ise bu daha çocuk nasıl eş olacak deyip 20’li yaşlardaki kadınlar bile evlendirilmek (kocaya verilmek) istenmiyor. Muhtemelen o dönemde çocukların zihinsel, duyuşsal ve fiziksel olgunluğu evlilik için 10’lu yaşlarda uygundu. Peki bu dönemde uygun mu? Peygamber Efendimiz döneminden örnekler verip 10’lu yaşlardaki evliliği savunan din adamlarının bu bilimsel gerçeği ve insandaki değişimi idrak edemedikleri anlaşılmaktadır. Evlilik artık 20’li yaşların sonunu bulabilmektedir. Bu faktörü göz önünde bulundurmak önemlidir. Olaya bu açıdan bakarsak yüzyıllar öncesinde yaşamış alimlerin çocuk yaşta mental olarak ilerlemeleri normal bir durumdur. Ayrıca, tarihte medrese eğitimi (bir nevi özel eğitim) almadan ya da bir alim tarafından yetiştirilmeden alim olan bir zat var mıdır? Bilemiyorum. Alimler bir şekilde özel veya kurumsal medrese eğitiminden geçmiştir. Yani onu eğiten bir hocası veya hocaları vardır. O dönem de medrese eğitimi demek eğitimin kontrollü, sistemli ve yapılandırılmış olması demektir. Sonuçta o dönemlerde ilköğretim, lise, üniversite yoktur. Medrese eğitimi deyip geçmeyelim. Çocuk farklı alanlarda sistemli bir şekilde bilgiye maruz bırakılıyordu. Olaya bu açıdan bakarsak o yaştaki çocukların geleceğin alimi olması çok normal bir durumdur. Medrese eğitimi sınırlı sayıda insana veriliyordu. Çünkü o dönemlerde eğitim zorunlu değildi. Bu nedenle, eğitim alanların eğitim almayanlardan mental olarak daha üstün seviyede olduğunu iddia edemeyiz. Çünkü eğitim almayanların potansiyellerini bilmiyoruz. Bu açıdan bakıldığında Videolarda bahsi geçen çocuğu parlatmak için alimler örneğini vermek uygun değildir. Burada sistematik bir şekilde farklı alanlarda bilgiye maruz bırakılan bir çocuktan bahsetmiyoruz. Sistematik olmayan bir şekilde yaşına uygun olmayan kitaplara mağruz bırakılmış masum bir çocuktan bahsediyoruz.
Çocuğa bilinçsizce okutulan kitaplar! Acaba, çocuğa ne faydası var? Çocuğun neyini geliştiriyor? Mevcut durumda, BİLİŞSEL ZEKANIN bahsi geçen çocukta geliştiğini farz edelim. Eğer, çocuğun DUYUŞSAL BECERİLERİ/YETERLİLİĞİ/ZEKASI gelişmezse bilişsel zekanın gelişmesi kendi başına bir anlam ifade etmez. Çocuk empati gibi temel duygulardan yoksun olur. Empatiden yoksun insanların ve toplumların neler yaptığını sanıyorum burada anlatmaya gerek yok. Psikolojide bilimsel bir gerçek vardır. Suça meyilli ve toplum düzeni için tehdit olabilecek antisosyal kişilik özelliğindeki bireyler; bilişsel zekası yüksek, duyuşsal zekası ise düşük olan bireylerdir. Bunu göz önünde bulunduralım. Peki, her iki zekanın birden yüksek olması veya sağlıklı bir şekilde kullanılması mümkün müdür? Elbetteki mümkündür.
Finlandiya temel eğitimde (ilköğretim ve lise eğitiminde) son yıllarda tartışmasız bir numaradır. Finlandiya’yı diğer İskandinav Ülkeleri ve Avrupa Ülkeleri takip etmektedir. Youtube’da videoları var izleyebilirsin. Çocuklara ev ödevi verilmemektedir. Öğretmenler en az yüksek lisans mezunudur. Finlandiya’da temel eğitim sonunda çocuklardan ana beklentiler şunlardır: Çocuk yüzmeyi bilsin, yaptığı bir spor dalı olsun, çaldığı bir müzik aleti olsun, resim veya heykel yapsın, yetiştirdiği bir bitki ve hayvan olsun, anadilinden hariç konuştuğu bir dil olsun, ülkesinin tarihini bilsin, temel vatandaşlık değerlerini benimsesin, insanları ve hayvanları karşılıksız sevsin, doğayla iç içe büyüsün… Dikkat ederseniz eğitimin içeriği neredeyse tamamen duyuşsal gelişime yönelik. Sizce Finlandiya kendi çocuklarına çok fazla kitap okutmayarak aptallık mı yapıyor?
Umarım anlaşılabilmişimdir…
Çocuklarımız doğru şekilde eğitilmesi dileğiyle…
Psikologların çocukların gelişimlerini “soyut işlemler” ve “somut işlemler” diye net bir şekilde ayırmalarını kabullenemiyorum.
Daha saymayı bile bilmeyen küçücük çocuklar insanların duygu durumlarını algılayıp sınıflandırabiliyor, onları tarif edebiliyor. Bunlar soyut işlemler değil mi? Çocuklar sözlü ve fikirsel olarak ifade edemeseler de ikiyle ikiyi toplayamadıkları dönemde dahi nesnelere değer biçme, önem atfetme, başkasını kıskandırma, manipüle etme vb birçok soyut işlemi yapabiliyorlar. Çocuklar soyut işlemlerle yaşamlarını sürdürürken ana okulu ile beraber biz onları soyuttan koparıp somut işlemlere zorluyoruz. Çocuklarda halihazırda bulunan soyut işlemler üzerine inşa edilecek, hem soyut hem somut işlemlerle devam edecek bir müfredat çocukların her iki yönde de kesintisiz olarak gelişmelerini sağlayacaktır.
Matematik eğitimi özelinde örnek vereyim. Anaokulunda iken çocuklar büyüklükleri karşılaştırabiliyor, sıralalayabiliyor, nesneleri sınıflandırabiliyor, desenleri farkedebiliyorlar. Yani kendi yaşlarına uygun şekilde verileri yorumlama kabiliyetine sahipler. Yorumlama soyut bir işlem. Ancak sonrasında onları ilköğretim boyunca sadece sayısal işlemlerle uğraştırıyor, bu sırada yorumlama kabiliyetlerini kaybetmelerine sebep oluyoruz. Lise yaşlarına geldiklerinde ise tablo yorumlama, grafik yorumlama gibi soyut işlemleri öğretmeye, onca sene “öğrettiğimiz” somut işlemlere anlam katmaya çalışıyoruz. Halbuki onlara anaokulundan itibaren öğrettiğimiz her somut işlemle beraber işin yorum ve analiz tarafını da öğretsek soyut işlemlerde fasıla vermeden onları ergenlik yaşına ulaştırmış oluruz.
Eğitimciler de sizin bahsettiğiniz “soyut” “somut” dönem ayrımını yapıyorlar. Ancak teori herşey değildir. Bunun en güzel ispatı da bayan Montessori’nin eğitimde başardıklarıdır.
Psikologların yaptığı “soyut işlemler dönemi” ve “somut işlemler dönemi” ayrımının mevcut nesiller üzerine bir tespit olduğunu düşünüyorum. Eğer müfredat soyut işlemleri kesintisiz olarak işliyor olsaydı psikologlar çocuklarda böyle bir dönem ayrımı yapamayacaklardı diye düşünüyorum.
Levent Hocam, yazınız için çok teşekkür ederim.. İstifade ettim.. Günümüzün bir saplantısını tashih ediyor. Ancak Peygamber Efendimiz döneminde kızların evlendirilme yaşı ile günümüz arasındaki karşılaştırmada öne sürdüğünüz gerekçe kanaatimce isabetli değil. Mesele, zihinsel, duyuşsal gelişim farkı değil mesele kültür farkı. O zamanda kız çocukları kültürel olarak erken evlendirilebiliyorlardı. Çünkü kurumsal manada bir eğitim yoktu. Ailedeki temel eğitimden sonra bir kız çocuğu için düşünülecek en uygun şey, evlilikti. Bugün ise çocuk okuyacak, üniversite bitirecek falan derken yaş geliyor yirmi iki yirmi üçe.. Bu yüzden geç evlenme oluyor. Kaldı ki bu bile günümüzde her yerde böyle değil. Halâ onlu yaşlarda evlenen kızlar var. Neden? Çünkü okumayı düşünmüyor, ilkokulu ya da ortaokulu bitirdikten sonra okumayı bırakıyor. Yapılacak tek şey nedir ailesi açısından? Bir an evvel evlendirmek. 90’lı yıllarda bizim köyde bahsettiğim türden evlenenler çok oldu. Onlu yaşlarda evlenmeyenler ise üniversite okumak isteyenlerdi. Onlar da yirmili yaşlarda evlendiler. Yani mesele, tahsil kültürüne bağlı bir tercihten ibarettir kanaatindeyim..
Hocam Uzman Psikolog olmanın her konuyu etrafıca analiz etmek için yeterli olmadığını göstermiş oldunuz bana, umarım sizin tarafınızdan anlaşılabilmişimdir 🙂
Meselenin karşı tarafın anlaması mı kendini anlatabilmek mi olduğunu bir tarafa bırakarak, daha somut bir örnek vermek gerekirse; çağın en ileri gideninin yaptıklarını hedef göstermek esasında vizyon eksikliğinden kaynaklanır. Örneğin hiç bir süper güç veya büyük firma bu şekilde bir politika belirlemez yoksa asla öne geçemez. Bu açıdan Finlandiya örneği bir şeyler anlatıyor olabilir ancak hedef olamaz. Bununla beraber ne kadar şanslıyız ki devlet seviyesinde olmasa da örnek olabilecek -hemen her ülkede- bazı okullar mevcut, sizin olduğunuz ülkede de mutlaka vardır. Biraz araştırma ile bu okulların esasında nasıl hem 14 asır öncesindeki temel esasları hem de günümüz modern eğitimini birleştirerek çalışan bir ürün ortaya koyduğunu gözlemleyebilirsiniz. Sizi yeterince kızdırdığımı düşündüğüm için diğer yazdıklarınızı daha insaflı yorumculara bırakıyorum.
Kim bilir belki sonraki yazınızda Finlandiya için rol model olabilecek bir eğitim sisteminden bahsedersiniz..
Vesselam.