HABER-ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
Türkiye Koronavirüs salgını ve sokağa çıkma yasaklarını tartışırken herkesin ‘cebini’ yakından ilgilendiren çok önemli gelişme yaşandı.
‘Yaşandı’ diyorum çünkü yapılan ‘teknik bir düzenleme’ ve ancak finans dünyasını çok iyi takip eden az sayıdaki uzman farkına varabildi.
Ben de bürokraside çok önemli görevlerde bulunmuş uzman bir kaynağımın uyarmasıyla fark etmiş oldum.
Yazıda detaylarıyla anlatacağım ama ‘özetin özeti’ şu; Erdoğan’ın bahsettiği ‘Tekalif-i Milliye’ emirleri bankacılık sektöründen başlamak üzere uygulamada. BDDK’nın son kararları aynı zamanda Hazine ve Merkez Bankası’nın da ‘tam takır’ olduğunun resmi itirafı.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
‘TEŞVİK’ YOK ‘EMİR’ VAR!
Finans dünyasını alt üst edecek son düzenlemenin detaylarına geçmeden önce kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var.
Çünkü Erdoğan rejiminde yapılan tüm açıklamaları, çıkarılan ‘suni tartışmaları’ ve atılan manşetleri ‘makro bir plan’ın parçaları olarak okumak gerekiyor.
Millet olarak bu konuda hatırı sayılır bir tecrübeye sahip olduk.
6 Nisan 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan telekonferans aracılığı ile kabine toplantısını yaptıktan sonra düzenlediği bilgilendirme konuşmasında ilk kez ‘Tekalif-i Milliye Emirleri’nden bahsetti.
Bir çok kişinin ilk kez duyduğu ve hemen Google’a sorduğu emirlerin anlamı şuydu; “Olağanüstü bir mücadelenin içindeyiz, kasada para yok çünkü hepsini biz yedik, şimdi Başkomutan olarak elinizde avucunuzda ne varsa istiyorum.”
13 Nisan tarihine geldiğimizde Erdoğan doğrudan özel bankaları hedefe koyan açıklamalar yaptı. ‘Özel bankalar bu süreçte hiç de iyi sınav vermiyor’ diyen Erdoğan yaklaşmakta olan düzenlemenin yoluna yapmaya devam etti.
16 Nisan’da ise bu kez damat Berat Albayrak topa girdi.
Erdoğan gibi Albayrak da doğrudan özel bankaları haşlayan açıklamalarda bulundu; “Bu dönemde vatandaşlara destek olmayı geçtik, mevduatını bozdurana, kredisini yapılandırmak isteyene fahiş maliyetler çıkarıldığını duyuyoruz. Bunun titizlikle üzerine gideceğimizin bilinmesini isteriz”.
Erdoğan ve Albayrak’ın açıklamalarına paralel olarak Havuz medyası tekmili birden özel bankaları hedefe koyan yazılar, haberler yayınlamaya başladı. Düşünün Ahmet Hakan bile özel bankaları hedefe alan yazı yazdı.
KREDİ VERİLECEEEK… VERR !
‘Birşeylerin pişirildiği’ belliydi ve 17 Nisan’da ‘turpun büyüğü’ ortaya çıktı. Normal şartlarda ‘özerk’ olması ve bankacılık sektörünü düzenlemesi gereken ancak pratikte AKP İl Başkanlığı haline dönüşen BDDK ‘Bankaları kredi vermeye zorlayan bir düzenleme’ yaptığını açıkladı.
BDDK bu yeni düzenlemesi ile ‘Aktif Rasyosu’ diye bilinen bir oran tanımladı.
Finans dünyasındaki az sayıdaki insanın dışında toplumun genelinin farkına bile varmadığı düzenleme aslında ‘şeytani bir zekayı’ yansıtıyor. Kaynağım uzun uzun anlattı.
Ben de tek tek not aldım. Size ‘Bilal’e anlatır gibi’ anlatmaya çalışayım.
Bu formüle göre bankalar rasyoyu şu şeklinde hesaplayacak;
“Bankaların verdikleri krediler , devlete verdiği borçlar (tahvil bono) ve Merkez Bankası’na (TCMB) verdikleri borçlar toplamının mevduata oranı, mevduat bankaları için en az %100, katılım bankaları için %80 olarak her hafta hesaplanacak”
Peki bu ne demek ?
Önce ‘resmi söyleme’ bakalım. BDDK Başkanı Mehmet Ali Akben düzenlemenin amacını şöyle açıkladı;
- Yeni düzenleme ile bankalar kaynaklarını daha verimli kullanacak,
- Reel sektör ihtiyacı olan finansmana daha rahat erişebilecek,
- Bankalar asli fonksiyonları olan kredi dağıtımına odaklanacak.
Gerçekten de ‘ilk bakışta’ bankaları daha fazla kredi vermeye zorlayan bir düzenleme gibi geliyor.
Medya aracılığı ile pompalanan söyleme göre bu düzenleme ile özel bankaların topladıkları mevduatın tamamını kredi olarak ekonomiye kullandıracak, ekonominin ihtiyacı olan fonlar bu yoldan kısa sürede sağlanacak.
Peki gerçekte olan ne?
AKP iktidarı her zaman yaptığı gibi algı oyunlarıyla BDKK kararını ‘pozitif’ bir imajla kamuoyuna pompaladı. BDDK ise aynı gün ikinci bir düzenleme daha yaptı.
Bu yeni düzenlemeye göre bankaların Merkez Bankası’nda olan döviz alacaklarına yüzde sıfır risk ağırlığı uygulanabilecek.
‘Şeytan ayrıntıda gizlidir’ sözü burada devreye giriyor. Ilk düzenlemenin ne anlama geldiğini anlamak için bu ikinci düzenlemeyi bilmek gerekiyor.
Özetle şöyle;
Daha önce anlattığım formülden de anlaşılacağı üzere, özel bir bankanın 100 birim mevduat topladığını varsayalım.
Aktif Rasyonun en az 100 % olarak hesaplanması için banka, paydada verilen 3 kalem arasında şöyle bir dağılım yapmak zorunda;
1-Şirketlere ve bireylere kredi verecek,
2- Tahvil ve bono satın alarak Hazineye borç verecek,
3- Merkez Bankası’na swap yolu ile TL veya döviz cinsinden borç verecek,
Şimdi gelelim can alıcı noktaya. Kriz dönemlerinde finansal sistemin en büyük oyuncuları olan bankaların kredi hacimlerini daraltmaları normaldir. Bu sadece Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde değil, ABD başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde de böyledir.
Kısaca rasyonel bir tepkidir.
Çünkü esas görevi kişilerden mevduat olarak fon borçlanıp bunu kredi olarak diğer kişi ve kurumlara satan bankalar, kullandırdıkları kredilerin batmasını ve dolayısıyla zarar etmeyi istemezler.
Liberal ekonomilerin gereği de budur.
Devlet ise bu durumlarda ‘düzenleyici ve yönlendirici’ politikalarıyla bankaların kriz zamanlarındaki endişelerini gidererek, oları kredi vermeleri konusunda ‘teşvik’ eder.
Ancak BDDK’nın Saray’ın talimatıyla yaptığı düzenleme ‘teşvik’ değil doğrudan ‘zorlama’dır.
SİYASİ POPÜLİZM
Devlet kamu gücünü kullanarak -zaten kötü bir imaja sahip olan- özel bankaları kredi kullandırmaya zorluyor. Bir başka ifadeyle ‘siyasi popülizm’ yapıyor.
Oysa ki bu düzenleme ekonominin batık olduğunun itirafından başka bir şey değil. Devlet finansman sağlayamadığını dolaylı yoldan kabul etmiş.
Zira artık ‘herkesin bildiği bir sır’ olan Merkez Bankası’nın ‘eksiye düşen net döviz rezvleri’ ve Haziranın acil para ihtiyacı bu düzenleme ile giderilmeye çalışılıyor.
Karışık mı geldi?
Daha basite indirgeyip anlatmaya çalışayım; Yazının girişinde izah ettiğim gibi Aktif Rasyoyu tutturmanın tek yolu daha fazla kredi kullandırmak değildir. Hiçbir banka devlet istedi diye daha riskli müşterilere kredi kullandırmaz.
Zira bu krediler battığı zaman zarara katlanacak olan BDDK değil bankadır.
Yeni düzenleme de BDDK’nın yeni kredilerinin batması durumunda bankalara bir ‘garanti’ veya yeni kredi kullandırmaları için ‘teşvik’ sağlandığını görmüyoruz.
Bu durumda bankalar kredi kullandırma dışındaki diğer 2 seçeneğe yönelmek zorunda kalacaklar ki bütün bu düzenlemenin amacı da o.
Yani, bankalar ya Hazine’nin ihraç ettiği borçlanma senet ve tahvillerini satın alacak ya da Merkez Bankası’na swap yoluyla borç verecek.
İlk seçenek risk yönetimi anlamında her zaman yeni kredi kullandırmaya göre daha avantajlıdır. Daha az kar elde edilse de borç verilen kurum devlet tüzel kişiliğidir ve BDDK düzenlemelerinde bu tür borç daha düşük risk kategorisinde yer alır.
Bu nedenle bankalar yeni kredi kullandırmaktansa Hazine ihalelerine daha çok katılmak veya Türkiye EuroBondlarını ikinci piyasadan daha fazla almak zorunda kalacaklar.
İkinci seçenekte de borç verilen kuruluş Merkez Bankası olsa da özellikle yabancı para cinsinden verilen borçlar BDDK mevzuatında yüzde yüz risk ağırlığında yer alır.
‘HAZİNE BOŞ, ÇIKIN PARALARI TALİMATI’
Bu durum bankaların ikinci seçeneği kullanma konusunda elini kolunu bağlamaktadır.
BDDK aynı gün sessiz sedasız ikinci bir düzenleme yaparak bankaların Merkez Bankası’na olan döviz alacaklarına yüzde sıfır risk ağırlığı uygulanabilmesine izin verdi.
Bu düzenlemeden sonra bankaların Merkez Bankası’na verecekleri döviz cinsi borçlar artık ‘risksiz’ oldu.
Böylece Merkez Bankası yurt dışına gidip kapı kapı borç dileneceğine, bu düzenleme ile bankaları borç vermek zorunda bıraktı.
Bankalar Aktif Rasyoyu tutturmak için ellerindeki döviz likiditelerini muhabir hesaplardan çekip Merkez Bankası’na swap yoluyla borç verecekler.
Yani ‘özel bankalar daha fazla kredi kullandırarak piyasayı desteklesin’ diye çıkardık dedikleri düzenleme aslında Merkez Bankası’na para bulmak için yapıldı.
Son düzenleme ile reel sektörün ihtiyacı olan finansmana ulaşması daha da zorlaştı. Hatta mevcut kredilerin tutarı kademeli olarak düşürülecek.
Çünkü bankalar ellerindeki paraları kredi kullanımı için değil devleti fonlamaya zorlandı. Bir başka ifadeyle Erdoğan ‘bende para kalmadı, kapı kapı dolaşıp yurt dışından para bulamıyorum, ‘başkomutan’ olarak ‘Tekalif-i Milliye’ kararlarını bankacılık sektöründen uygulamaya başlıyorum” demiş oldu.