YORUM | AHMET KURUCAN
Cuma namazı ile alakalı yazı serisini tamamlıyorum. “Batı ülkelerinde Cuma namazı kılınır mı?” sorusuna cevap olarak başlamıştık bu seriye. Soru böyle soruldu ama soruyu “Gayri müslim ülkelerde Cuma namazı olarak anlamak lazım. “Gayri müslim ülke” tabirini galat-ı meşhur kapsamında kabullenmeli. Çünkü ülkelerin dini olmaz. Din bireye ait bir olgudur. Bir dine mensup insanların çoğunluğunun bir ülkede yaşıyor olması ya da o dinin siyasal sistemini etkilemesi, sosyal ve kültürel kodlarla sıkı irtibatının bulunması ve bunlardan hareketle “Hıristiyan ülke, Müslüman devlet vb.” şekillerde anılması tarihi bir gerçektir ama bu gerçek ülkeyi o dine nispet etmeyi haklı kılacak bir gerekçe değildir. Dolayısıyla “gayri müslim ülke” tabirini zihinlerimizde “galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır” çerçevesinde bir yere oturtmak gerekir.
“Dünya Müslümanları olarak binlerce temel problemlerimiz varken Cuma namazı da nereden çıktı?” diyenleriniz olabilir. Bakış açısına ve problem dediğimiz şeylerin insan zihnindeki sıralamasına göre değişir bu düşünce. Şu gerçek unutulmamalı; bugün gayri müslim dediğiniz ülkelerde daimî ya da geçici olarak yaşayan milyonlarca Müslüman var ve o Müslümanlardan bir kısmı Cuma namazı kılıp kılmama meselesini cevaplanması gereken bir soru ya da çözümlenmesi gereken bir sorun olarak görüyor. Neden soru ve sorun? İzahını geçtiğimiz 6 yazı içinde yapmaya çalıştığımız fıkıh kitaplarımız içinde yerini alan içtihadî bilgilerin hala geçerliliğine inanılmasından dolayı.
Evet, vücubunun ve sıhhatinin şartları diye iki ayrı ana başlıkta ele alınan bu üretilmiş beşerî bilgiler kimilerine göre hala geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla 2020 yılında yaşadıkları ülkede o şartların tahakkuk etmediğini gören birçok insan “Cuma namazı kılmak farz değildir” şeklinde çıkarımlarda bulunmaktadır. Buna bir de “darü’l harb ve darü’l İslam” gibi hukuk ve siyaset tarihinin konusu olan kavramlar üzerinden açıklayanları da ilave edecek olursanız mesele Arapların
“Eş’ari’nin kesbi” dedikleri cinsten bir kördüğüm haline gelmekte ve işin içinden çıkılmaz bir noktaya sürüklenmektedir.
Amelî değerini, rasyonelliğini ve toplumsal hayatta karşılığını yitirmiş şartların hala geçerliliğini ileri sürmek söz konusu içtihadî bilgileri, beşerî düşünceleri dogmatizm ve fanatizm alanına çekmek manasını taşır. Geleneği oluşturmuş ve korumuştur bu bilgiler ve gelenek elbette ümmet için çok önemlidir. Ama bu önem geleneği putlaştırmayı beraberinde getirmemelidir. Geleneği değişen ve gelişen artlara rağmen aynen bugüne taşımaya çalışmak bedenen 2020’de, zihnen o belgilerin üretildiği hayat şartlarında yaşamak demektir ki bunun imkansızlığı ortadadır. Nitekim bu bağlamda gösterilen ısrarlar yeni nesillerinden dinden imandan kopmasını netice vermektedir.
Cuma namazı hem bireysel düzlemde Allah-kul ilişkini ihtiva etmesi hem de toplumsal boyutta Müslümanların bir araya gelmeleri, ortaklaşa gündemlerini müzakere etmeleri, cemaat olma şuuruna ulaşmaları, dini kimliklerini inşa etme ya da koruma altına almaları açısından müspet manada nice getirileri olan bir ibadettir. Benim uzun sayılabilecek bir yazı dizisi ile bu soruya cevap vermenin sebebi bir taraftan klasik fıkhî içtihatlar ekseninde var olan kafa karışıklığını gidermek diğer taraftan bireysel ve toplumsal eksendeki getirilerini yeniden vurgulamaktır.
Cuma namazı “Ey Müminler! Cuma (toplanma) günü namaza çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı anmaya/namaza koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için alış-verişten daha hayırlıdır” ayeti ile Allah’ın Müslümanlara haftada bir defa olmak üzere kılmalarını emrettiği bir namazdır. Kadın-erkek, hür-köle, yetişkin-çocuk, mukim-yolcu, savaş-barış zamanı gibi hiçbir ayırımı yapmaksızın, usuldeki tabirle ifade edecek olursak hiçbir tahsis ve takyidin yer almadığı âmm ve mutlak olarak verilen bu emir Müslüman olan herkes için geçerlidir.
Hz. Peygamber’in gerek Cuma namazının önemi ve fazileti ile alakalı beyan buyurduğu hadisler gerekse ayetin inişinden vefatına kadar olan süreçteki uygulamaları söz konusu emrin ne kadar ehemmiyetli olduğu ve bunun ne kadar ciddiye alındığının bir göstergesi olarak değerlendirilmek zorundadır. Hadis ve ilmihal kitaplarının Cuma bahsinde onlarcasını bulabileceğimiz bu hadisleri tek tek burada sıralamanın gerekli olduğunu düşünmüyorum ama Cuma’nın ehemmiyetinden bahsettiğimiz bir yerde ister teşvik isterseniz zecr deyin, Allah Resulünün şu iki hadisini zikretmeden geçemeyeceğim. Şöyle der Nebiler Serveri (sas): “Allah önemsemediği için üç Cumayı terkeden kişinin kalbini mühürler.” (Ebu Davud, Salat,204; İ. Mace, İkametu’s-salat, 93; Tirmizi, Cuma, 7; Nesâî, Cuma,2) Diğer hadis ise şu: “Birtakım kimseler ya Cuma namazını terk etmekten vazgeçerler ya da Allah onların kalplerini mühürler ve artık onlar gafillerden olurlar.” (Müslim, Cuma,12; Nesâî, Cuma,2)
Bu iki ana kaynağı merkeze koyan gelenek Cuma gününü bir bayram havasında geçirmiştir. Cuma namazı öncesi gusül abdesti alma, güzel elbiseler giyme, temiz kokular sürünme, camiye erkenden gitme, fakir-fukaraya sadakalar dağıtma, ziyafetler verme gibi amellerle süslemişlerdir. Aslında benzer gelenek Yahudilerin Cumartesi günleri havralarında, Hıristiyanların Pazar günleri kiliselerinde icra ettikleri toplu ibadetlerinde de söz konusudur. Bu iki kesimin dindar olanlarının her şeye rağmen devam ettirdikleri bu geleneği, maalesef Müslümanlar olarak bizler büyük ölçüde hayatımızdan çıkartmış durumdayız. İster miladi takvime geçiş, ister büyük şehirlerin yapısı, ister ister gündelik hayatın hay-huyu içinde debelenme, isterseniz dini değerlerden ve bunu besleyen değerlerden zamanla uzaklaşma… Daha onlarca sebep sıralayabiliriz ama sonuç ortadadır. Bırakın gusül abdesti almayı, kokular sürünmeyi, temiz elbiseler giymeyi, camiye erkenden gitmeyi, Cuma namazına gitmeyen, gitse de hutbeyi bile dinlemeden iki rekât namazı kılar kılmaz hayata dönmeyi hedefleyen bir yığın vardır bugün. Kim bilir “Batı ülkelerinde Cuma namazı kılınır mı?” sorusunu sorduran da bu zihniyet ve uygulamadır.
Şimdi, geçtiğimiz haftalarda uzun uzadıya özetlemeye çalıştığımız ikili tasnif ve tasnif içinde yer alan maddeler üzerinden giderek sonuca ulaşabileceğimiz kanaatindeyim.
Müslüman olmak elbette Cuma namazı emrine muhatap olmanın olmazsa olmaz ilk şartıdır.
İkinci şart erkek olmak. Hz. Peygamberin kadın, çocuk, hasta, yolcu ve kendi döneminin sosyal gerçekliği içinde kölelere Cuma namazı için muafiyet getirdiği muhakkaktır. Bu muafiyette çocuk, hasta ve yolcu anlaşılabilir bir şeydir ama kadın ve köle üzerinde iki cümle ile durmak lazım. Ne kadın ne de köleye Cuma namazı muafiyetinin getirilmesi kölelik ve kadınlıkları itibariyle değil o günkü toplumsal hayat düzeni içindeki meşguliyetleri itibariyledir. Zaten adı üzerinde muafiyettir ve bu muafiyet bir sebebe binaen tanınmıştır. Dolayısıyla o sebebin olmadığı durumlarda muafiyetin ortadan kalkması ve işin aslına irca etmesi esastır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde kadınların ve Efendileri izin verdiği ve iş durumları elverdiği sürece kölelerin Cuma namazına katıldıklarını biliyoruz.
O halde günümüz adına şunu söyleyebiliriz; Cuma namazını farz kılan ayetin gerek umumi ve mutlak oluşu gerekse muafiyet hakkını kullanmasını gerektirecek mazeretleri olmayan kadınların Cuma namazını kılmaları gerekir. Aksi bir yaklaşım Cuma namazının kadınlara farz olmadığı ve muafiyet hakkının kendilerine sırf kadın olarak yaratıldıkları için verildiği sonucunu doğurur ki günümüz dünyasında bu çıkarıma ilk defa kadınların kendisi isyan edecektir.
Meseleyi Hz. Peygamberin (sas) ayetlerde umumi ve mutlak olan zikredilen şeyleri tahsis ve takyid etme hakkının olup olmaması tartışması çerçevesinde ele almak da bana göre doğru değildir. Efendimizin bu hakkı olup olmadığı tartışmaları -teşri yetkisi- ayrı, bu hakkı bir sebebe binaen kullanıp kullanmaması ayrı tartışma ve müzakare konularıdır. Kadınlara Cuma namazının farz olup olmama meselesi ikinci kapsamda ele alınmalıdır ki şahsen ben bu kanatta olduğum için yukarıdaki çıkarımı yaptım.
Üçüncü şart hürriyet. Fıkıh kitaplarımıza hürriyet kölelik karşıtı olarak kullanılır. Dolayısıyla burada kast edilen de budur. Günümüz Batı dünyasında geçerli olmayan bu şart üzerinde durmanın ve bunu Cuma namazının bir şartı olarak ileri sürmenin bir manası yok. Bazılarının “çalıştığımız iş yerlerinde köle gibiyiz” demeleri onların köle olduğunu göstermez. Ama iş şartları itibariyle iş yerinin Cuma namazı için izin vermemesi Cuma namazını kılmamak için bir maharet elbette sayılabilir ama bu köle oldukları için değil, izin alamadıkları içindir.
Sıhhatinin şartlarını hatırlarsanız, şehir, cami, cemaat, vakit, imam ve hutbeden ibaretti ve hemen hepsi de gerek kurucu imamlar gerek tedvin dönemi ve gerekse geleneğin bu dönemlerdeki uygulamalar üzerine oturduğu zamanların arka plan şartlarını yansıtıyordu. Bu zaviyeden bakınca günümüz Batı dünyasında ya da diğer ifadesiyle gayri müslim ülkelerde ne şehir ne cami ne imam şartlarını özetini yaptığımız tartışmalar ekseninde ele almanın bir manası yoktur. Yani Cuma kılınacak şehir adını alacak ölçüde büyük bir yerleşim yeri olacak, umuma açık camilerde kılınacak, imam da devlet başkanının izin verdiği kişi olacak denilmemelidir. İçinde yaşadığımız sosyal, kültürel, ekonomik, dini hayat şartları bunları hayatın dışına atmış bulunmaktadır.
Diğer üç şart için ise, Cuma tabii ki vakti içinde kılınacaktır, cemaat ve hutbede de asgari şartlarla iktifa edilmelidir. Yani 3 kişilik bir topluluk hutbede de gündelik hayat içinde Müslümanların gerek dini gerekse hayatın tabii akışı içindeki diğer sorunları üzerinde nasihat, tavsiye, uyarı, açıklama ve bilgilendirme yeterli görülmelidir.
Sonuç itibariyle gayri müslim ülkelerde bütün Müslümanlar artık hukuk tarihinin konusu olmuş ne darü’l harb darü’l islam tartışmalarının arkasına sığınmalı ne hayatın tabii akışının devre dışı bıraktığı vücubunun ve sıhhatinin şartlarına takılmalı aksine ayet ve hadislerde belirtilen Cuma namazını 3 kişi ile bir fabrikanın malzeme deposunda dahi olsa kılma ve onun faziletlerinden istifade etmek için ellerinden gelen gayreti göstermelidir.
Muhtemel birtakım itirazları nazara alarak usul adına şu hatırlatmaları yapmak isterim: sonuç olarak ifade ettiğim kanaatler lafız-mana ilişkisine dayanan içtihadî beyanî, illet/sebep-hüküm ilişkisine dayanan içtihadî kıyasî ve maksat-hüküm ilişkisine dayanan içtihadî makasıdî kavramlarının anlam çerçevelerine sadık kalınarak ulaştığım kanaatlerdir. Zira bu üçü birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilebilecek şeyler değil aksine yeni bir hükme ulaşırken birbirilerine destek veren ve birbirlerini tamamlayan şeylerdir.
Madem usule girdik, bir cümle daha ilave edeyim; cüz’i deliller -ki mesele gelenekte var olan ve üzerinde icmâ oluşan bir uygulama diyelim- İslam dininin küllî ve umumî maksatlarına aykırı olamaz. Dün dünün hayat şartlarına uygun olan ve nihayetinde asırlardır devam ederek gelenek haline gelen uygulama eğer bugün bugünün şartları içinde İslam’ın genel maksatlarına aykırı bir hale büründüyse, o gelenek elbette nazara alınmadan yeni içtihadî hükümlere konu olur ve olmak zorundadır. Ârife işaret kâfidir.
Ahmet Hoca yazında belirttiğim gibi, bunca dert varken senin yazdığına bak. Bence İstanbul fethedilirken melekler dişimi değil mi diye tartışan rahipler gibisin. Bence otur, yazı yazma yada milletin acısını dindirecek yazı yaz.
Sonuç itibariyle gayri müslim ülkelerde bütün Müslümanlar artık hukuk tarihinin konusu olmuş ne darü’l harb darü’l islam tartışmalarının arkasına sığınmalı ne hayatın tabii akışının devre dışı bıraktığı vücubunun ve sıhhatinin şartlarına takılmalı aksine ayet ve hadislerde belirtilen Cuma namazını 3 kişi ile bir fabrikanın malzeme deposunda dahi olsa kılma ve onun faziletlerinden istifade etmek için ellerinden gelen gayreti göstermelidir.
Burada geçen sığınmalı ve takılmalı kelimeleri doğru mu kullanılmış acaba???
Cuma namazı ile gelenek de veya fıkıh kitaplarında olan meselelerin
farklı bir perspektiften değerlendirildiğini söylemek mümkün.
Biraz cesurca ifade edildiği söylenebilir.
Şu ifadeler önemli:
“Sonuç itibariyle gayri müslim ülkelerde bütün Müslümanlar artık hukuk tarihinin konusu olmuş ne darü’l harb darü’l islam tartışmalarının arkasına sığınmalı ne hayatın tabii akışının devre dışı bıraktığı vücubunun ve sıhhatinin şartlarına takılmalı aksine ayet ve hadislerde belirtilen Cuma namazını 3 kişi ile bir fabrikanın malzeme deposunda dahi olsa kılma ve onun faziletlerinden istifade etmek için ellerinden gelen gayreti göstermelidir.”
Başarılar temennisiyle…
Almanyada Corona virüsü sebebiyle bazı camii lerde cuma namazı kilinmayacak, bazı işyerleri Home office i teşvik ederlerken, önemli toplantılar için görüntülü dijital konferanslar düzenleniyor bu vesile ile sormak istediğim Cuma namazı içinde böyle bir çare düşünülemez mi?
Öncelikle, Ahmet bey e tesekkurlerimi arz ederim. Bu dizi den ben sahsen cok faydalandim. Kendimce de Sorularima cevap buldum, bu kargasali zaman da!
Velhasili, Evde, Cadirda, DEpoda vesaire yerlerde CUMA Namazi-Hutbe ile Ikame Edilebilinir!
VE su yukaridaki bazi Yorumcular neyi neden okudular anlamadim, Özellikle: ” … …” Cuma derdi ve SIKINTISI Farkli, Basi veya Disi Agriyanlar farkli, …. Sildim.. Yoksa Ortama Edebsizlik olurdu. Biraz AGIR Oldu ama… özürdilerim!
Benim Gibi Bati Avrupada Yetismis kisi git kanaat Türkcesi ile aldi ise alacagini, size neler oluyor ve KONU lari Karistiriyorsunuz anlamiyorum!..
Ahmet Hocam, Siz devam edin! Ama Hakkaniyetle!
Aciz ane, Artik Zamani geldi geciyor Bazi Fikhi Konulari da Bu ASRA Göre yorumlayip uygulamaya gecirmenin Zamani..
– Insulin, Seker hastalari icin ve oruc.. ?
– Dijital PARA..?
– Borsa..?
– … … …
Saygilarimla,
Hollandali-Salih-O-A