Fırtına

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bir kar fırtınası esnasında yazının başlığını fırtına koymak acaba bilinçaltının bir oyunu mudur, bilemem. Ama bir ipucu: genelde yazılarımın başlığına yazıyı bitirdikten sonra karar veririm. Bu kez tersini yaptım ve önce yazının başlığını yazdım.

Dışarıda büyük bir fırtına var. Doğa. Ama esas büyük fırtınalar, insan tarafından çıkartılanlarıdır. İnsan her zaman doğadan daha tehlikeli ola geldi. Kimilerine göre çiğ süt emmiş olan, kimilerine göreyse de birbirinin kurdu olan insan, insana zulmetmeyi sever. Biz o zulümlerde alınan notlara tarih demiyor muyuz?

Francis Fukuyama 1989’da yazdığı Tarihin Sonu (The End of History) makalesinde, komünizmin çökmesiyle beraber liberal demokrasinin dünyaya yayılacağını müjdeliyordu. Artık liberal demokrasinin insana ve insanlığa en uygun yönetim biçimi olduğunun tescillendiğini, bu sisteme ciddi bir alternatifin kalmadığını muştuluyordu. Komünizm oysa idealde ne güzel şeyler vaat ediyordu! Hep böyledir. Hansel ve Gretel’e de cadı eve girdiklerinde daha fazla şekerleme vaat etmemiş miydi? Ama Marks’ın vaat ettiği cennette eşitlik vardı, insanın insana kulluğunun sonlandırılması vardı, herkesin karnının doyması vardı. Oysa Lenin’in ve onun ardından gelen Stalin’in Sovyetler Birliği, eşitlikle özgürlüğü karşı karşıya koymuş ve eşitliğin ancak özgürlüğün kurban edilmesiyle gerçekleşeceği bir sistem inşa etmişti. İşte 1989’da Berlin Duvarı yıkıldığında 1991’de Sovyetlerin yıkılmasıyla kopacak fırtınanın ilk emareleri ortaya çıkmıştı. Fukuyama özgürlüğün eşitlikten daha mühim olduğunu biliyor muydu? Oysa hiç baskı ve zulüm görmemişti. Oysa biz gördük.

Fukuyama’nın liberal demokrasi dediği yönetim biçiminin iki ana sütunu var. Biri elbette özgür ve adil seçimler. Ancak bu tek başına yeterli değil. İkinci sütun daha önemli: bireysel haklar ve özgürlükler, azınlık hakları, bağımsız ve tarafsız yargı, güçler ayrılığı ve birbirini dengeleyecek yürütme, yasama ve yargı erklerinden kurulu bir devlet gibi. Seçimlerin önündeki iki sıfatı hatırladığınızda bu ikinci sütunun neden yaşamsal önemde olduğunu kavrarsınız hemen: adil ve özgür. Seçimlerin adil ve özgür olması nasıl mümkün olacak?

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ben 2010’da Kazakistan’da bulundum bir yıllığına. Orada o dönem seçimler gerçekleşiyordu ve kimse başkan Nursultan Nazarbayev’den başka hiçbir adayın adını bile bilmiyordu! Bırakın TV’de konuşan ve tartışan liderleri, adayların adları bile belli değildi. Kazakistan tabi ki oldukça yerleşmiş bir otoriter sistem. Daha sofistike otoriter sistemler, hibrit rejimler. Bunlarda vitrin demokrasisi – seçimler – oluyor ve alternatif siyasi partiler de ciddi muhalefet yapıyor izlenimi veriyor. Fakat muhalefetleri genelde sisteme ilişkin olmuyor. Yüzeysel muhalefet var ve daha tehlikesiz sularda varlıklarını devam ettiriyorlar. Türkiye’de olduğu gibi! Sistemin esas unsuru olan diskuru (yani rejimin meşrulaştırıcı öyküsü) bu tür rejimlerde muhalefetçe sorgulan(a)maz. Bu mesela Suriye’de yapılan askeri operasyonlara ilişkin bir alan olabilir. Veya Kürtler. Veya “FETÖ”. Rusya’da da mesela Kırım’ın işgalini eleştiren muhalefet olmaz. Ya da Avrasyacılığı!

Adil ve özgür seçimler için insan haklarına ve özgürlüklerine tam riayet eden bir devlet şart. Bu hukuk devletidir. Liberal demokrasiler hukuk devletleridir. Fukuyama’nın bahsettiği liberal demokrasilerin hukuk devletlerinden oluşması gerekiyor. Ancak bugün liberal demokrasilerin sayısının arttığını söyleyemiyoruz. Fareed Zakaria, illiberal (özgürlükçü olmayan) demokrasilerin arttığını, ama özgürlükçü (liberal) demokrasilerin artmadığını söylüyor. Levitzky ve Way rekabetçi otoriter rejimlerin popülarite kazandığını tespit ediyor. Bunların özelliği, göstermelik demokratik özellikleri olsa da Levitzky ve Way bu rejimlerin ileri demokrasilerden (liberal demokrasilerden) önemli ölçüde farklı olduklarını ortaya koyuyor.  Zakaria da çok benzer tespitlerde bulunuyor. Türkiye bir liberal demokrasi değil. 2006’da eriştiği demokrasi düzeyiyle liberal demokrasi olma yolunda önemli aşama kat etmişti. Fakat 2013’te yaşanan 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının anayasaya ve yasalara aykırı olarak, sivil darbeyle kapatılması ve sonrasında 15 Temmuz 2016’ya kadar bu sivil darbenin seri adımlarla bir kanserli doku yayılması gibi devleti ele geçirmesi sonucunda, bugün illiberal demokrasilerin en alt seviyesine, pür otoriter rejimin birkaç adım önüne kadar geriledi.

Bu dönem bir fırtınadır Türkiye tarihinde.

Türkiye bu fırtınada içindeki tüm potansiyel iyiyi yitirdi. Devletten değil halktan bahsediyorum. Kan görmeye alışan kasap misali, kalbi katılaştı, acı eşiği iyice dibe vurdu. Ne Ege ve Meriç’te sonsuzluğa göçen minikler, ne hapishanelerdeki hamile kadınlar, ne beton duvarların mahpusunda büyüyen çocuklar, ne işini sudan gerekçelerle kaybeden yığınlar, ne işkencelerde iç organları cisimle parçalanan garibanlar, Türkiye toplumunu ırgalıyor. Ne kapatılan gazeteler ve okullar, ne havadan ve karadan bombalanan karanlık ve gri Kürt mahallelerinde yaşanan dram, ne sınır ötesi askeri operasyon veya işgallerin yol açtığı büyük trajediler, toplumu uyandırmıyor. İnsanlar. İnsan esas değil midir her şeyde? İnsana büyük bir zulüm var. Bunu bu Türkiye yapıyor. Buna tepki göstermek, Türkiye’yi sevmenin gereğiyken, bugün bunu eleştirenler hain ilan edilmiş ve toplum bunu alkışlıyor. Ağzından köpükler saçarak insanların başlarına geleni amalı fakatlı cümlelerle sağda solda dillendiren şarlatanlara yanıt veren bir mahalleli ağabey, bir teyze, bir esnaf, bir baba yiğit çıkmıyor. Çıksa da o kadar ender oluyor ki bu, İran’da rejimi protesto eden binlerce öğrenciyi gördükten sonra, gerçekten utanıyorum! Korku argümanı işlemiyor artık cidden. Çünkü bu fırtınanın yıkıcılığı, bu yığınların sessizliğinden besleniyor.

Fırtına dinmeyecek…

Hava iyice bozdu. Kar fırtınası azdıkça azıyor. Oradan oraya savrulan kar taneleri. Yurdum insanları da oradan oraya onlar gibi savruldu. Savrulanlar ellerinden geldikçe seslerini duyurmaya çabalıyor. Hepsinde fırtınanın dinmesine dair bir umut, içten içe narin bir mum gibi yanıyor. Özgürlüklerin alternatifi komünizm değil artık. Hem o daha asil bir rakipti. En azından eşitlik ideali onu bazılarına meşru kılıyordu. Bugün Fukuyama’nın liberal demokrasisinin önündeki en büyük rakip, liberal demokrasilerin özgürlük ve haklarının sadece bazı toplumlar için geçerli olan, evrensel olmayan özgürlük ve haklar olduğuna sizi ikna etmeye çalışan her şey! Bunu bazen karşınıza milliyetçilik, bazen din, bazen jeopolitik, bazen sınıf mücadelesi, bazen de anti emperyalizm olarak çıkaracaklar. Ve fırtına dinmeyecek.

Ve fırtına dinmek bilmiyor. Bu fırtına yarın falan diner. Sonra sokaklar temizlenir, karlar kürenir, hasarlar onarılır, güneş doğar pırıl pırıl ve her yeri aydınlatır yine. Oysa biz insanın dersi olan fırtına dinmez. Siyasetteki bittiğinde daha yıkıcısı meydana çıkacak. O gün insanlar, içlerinde kopan fırtınanın farkına varacaklar. Ve asıl büyük fırtınanın o olduğunu anlayacaklar. Sizin yitirdiğiniz güven, yitirdiğiniz gelecek, yitirdiğiniz memleket ve hatta inanç – çetin bir fırtına kopmuş, kopacak. Kendimize sorup kendimiz cevaplamaya çalışacağız. Veya çocuklarımız soracak bir gün. Ne oldu bize? Ne oldu ülkemize? Dedim ya, bir kar fırtınası esnasında yazının başlığını fırtına koymak acaba bilinçaltının bir oyunu mudur, bilemem.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin