YORUM | AHMET KURUCAN
Geçen haftaki yazımızı nazil olan ilk ayette “ben okuma bilmem”, hilalin görülmesi konusunda “biz ümmi bir ümmetiz” ve Hudeybiye anlaşmasında “Muhammedün Resullullah” kaydını silmesi için Hz. Ali’ye o cümlenin yerini göstermesi meselelerine geçeceğim diye bitirmiştik.
Herkesin bildiği gibi Alak süresinin başında geçen ve “ikra” diye başlayan beş ayet ilk nazil olan ayetler olarak bilinir. Gerçi Kur’an tarihçileri arasında Müddessir ya da Fatiha süresinin ilk inen sure olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayete göre Hira mağarasında zaman zaman tehannüs ya da tehannüf eden Hz. Peygamber (sas) Cebrail (as) ile karşılaşır. Tehannüs uzlete çekilme, inzivada bulunma; tehannüf ise Hz. İbrahim’in dininin öğretilere bağlı olarak ibadet yapma manalarına gelir. Bir çok kaynakta geçen ifadeye göre “Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’ dedi.” Üç defa tekerrür eden bu muhavereden sonra Cebrail (as) yukarıda söylediğimiz gibi Alak süresinin ilk beş ayetini Efendimiz’e bildirir.
Konumuzu alakadar eden yani itibariyle Hz. Peygamber’in Cebrail’in ikra/oku demesine karşılık verdiği cevap olan “mâ ene bikâriin” demesidir. Burada “mâ ene bikâriin” genelde “ben okuma bilmem” şeklinde Türkçeye tercüme edilir. Bu manaya göre yapılan çıkarım alabildiğine nettir; “ben okuma bilmem” dediğini göre demek ki Allah Resulü okuma yazma bilmiyordu.
İmdi; burada iki nokta üzerinde durmamız gerek. Bir; ikra kelimesinin lügat ve ıstılahi manaları ve bu manalar bağlamında yapılacak tercih; ikincisi “mâ ene bikâriin” rivayeti tek mi, başka cümlelerle hadisenin anlatılması söz konusu mu ve eğer anlatılıyorsa kullanılan kelimelere bağlı olarak o cümlenin anlamı.
Sözlük manası itibariyle “ikra”nın kökünü teşkil eden ka-re-e fiili, cem etmek, toplamak, birleştirmek, ulaştırmak, iletmek, duyurmak, incelemek, araştırmak ve okumak manalarına gelir. Kur’an’da müştakları ile beraber 88 yerde geçen bu kelime, kullanım alanları itibariyle yukarıda saydığımız manalardan birine denk gelmektedir.
Ka-re-e kelimesinin bu sözlük manalarını esas alıp metin merkezli tercüme yapacak olduğumuzda, her bir mana diğerine nispetle önde veya arkada değil eş değerdedir. Dolayısıyla emir kipi ile zikredilen “ikra’” fiiline “oku” manası verilebileceği gibi cem et, topla, birleştir, ulaştır, başkalarına duyur, incele, araştır manaları da verilebilir. Burada birisini diğerine tercih etmenin bir nedeni olmalıdır ve bu neden kendi içinde tutarlı olmak zorundadır.
Bu zaviyeden bakınca Hz. Peygamber okuma yazma bilmez manasında “ümmidir” dediğiniz zaman “ikra” ayetine “oku” manası vermek kendi içinde tutarlı ve doğrudur. Ama ümmi’nin diğer manalarını yani ehli kitap olmama, İlahi kitapların muhteviyatına vakıf olmama, Mekke’li manalarını esas alırsanız “oku” yerine “bu vahiyleri cem et, başkalarına duyur, tebliğ et” şeklinde anlam vermek çok daha sağlıklıdır. Zira ikra’ fiilinin Hz. Peygamberin okuma yazma bilmesi ya da bilmemesi ile hiçbir alakası yoktur. Hatta Hz. Peygamberin peygamberlik misyonunun bu ayet ile başladığını düşünecek olursanız, “duyurma, tebliğ etme” manasının verilmesinin “oku”ya nispetle daha ağırlıklı bir yere sahip olduğu ve daha doğru olduğu ortaya çıkar. Bunun içindir ki bazıları “ikra bismirabbikellezi halak” ayetine “Yaratan Rabbinin adını duyur” ya da “Yaratan Rabbinin adına/adıyla O’nun ayetlerini duyur, tebliğ et” manasını vermişlerdir. Tam da burada bir ilave daha yapalım; Kur’an’a Kur’an isminin verilmesinin nedeni olarak gösterilen, Kur’an’ın bünyesinde çeşitli kıssaları, emir ve yasakları cem etmesi/ toplamasıdır değerlendirmesi ka-re-e’ye okuma değil cem etme toplama manasının verildiğini gösterir.
Yeri gelmişken Cabiri’nin dile getirdiği bir hakikati burada hatırlayalım; okuma yazma bilmeme Peygamberliğin şartlarında biri olmadığı gibi, onu mükemmel kılacak vasıflar arasında da değildir. Kimsenin bunu dile getirdiğini ve bu yüzden ümmi’ye okuma yazma bilmez manası verdiğini söylemiyorum ama dile getirdiği delillere baktığımızda bu düşüncenin zihnin arka planında var olduğunu görmemek de imkansızdır.
İkinci hususa gelince; öncelikle “mâ ene bikâriin” cümlesinin literal tercümesi “ben okuma bilmem” değil “ben okuyan biri değilim” şeklinde olmalıdır. Türkçe açısından baktığımızda ikisi arasında bir fark yok, aynı mana ve muhtevayı yansıtıyor diyebilirsiniz. Doğrudur. Ben de aynı görüşteyim. Ama madem kelime ve o kelimelerin kullanıldığı kalıplardan hareketle lafzi tercüme yapıyor ve bu lafzi tercüme üzerinden metin merkezli yorumlarda bulunuyoruz bunun bilinmesi gerekir. “Mâ ene bikâriin”, “ben okuyan biri değilim” demektir.
“Mâ ene bikâriin” lafzıyla bize intikal eden hadis Buhari’de Bed’u’l vahy isimli babın üçüncü hadisidir. Ma kelimesi buradan nefy/olumsuzluk edatıdır, dolayısıyla mana ben okuyan biri değilim, okuma bilmem” şeklinde tercüme edilir. Ama bazı dilbilimciler ‘mâ’ edatını soru edatı olarak da alınabileceğini söylemişlerdir. Bu durumda ‘mâ’ soru edatı “be” zaid yani anlama etkisi olmayan harf olarak değerlendirmişlerdir ki bu durumda mana “ne okuyayım, neyi okuyayım” şeklinde verilir.
Tam da burada yukarıda sorduğumuz soruya ve cevabına geçme zamanı. Soru şuydu; “mâ ene bikâriin” rivayeti tek mi, başka cümlelerde hadisenin anlatılması söz konusu mu ve eğer varsa kullanılan cümlelere bağlı olarak o cümlenin anlamı.” Evet böyle rivayetler var. Mesela Taberi, Tarihu’l-Ümem ve’l Mülûk adlı eserinde Hira’daki ilk vahy hikayesini anlatırken “Mâ ene bikâriin” yerine “mâ akrau” ve “mâzâ akrau” kayıtlarını ile anlatır ki manası “ne okuyayım” ve “neyi okuyayım” demektir.
Dikkat ederseniz ikincisi diye başlayıp gerek “mâ ene bikâriin” gerekse “mâ akrau” ve “mâzâ akrau” cümlelerini biraz da teknik sayılabilecek detaylara girerek ele aldığımız yukarıdaki iki paragrafta ka-re-e fiilini hep okumak manası üzerinden değerlendirdik. Halbuki başlangıçta ifade ettiğimiz “cem etmek, toplamak, birleştirmek, ulaştırmak, iletmek, duyurmak, incelemek, araştırmak” manalarını verecek olduğumuzda mana elbette değişecektir. Mesela bizim de kail olduğumuz duyurma ve tebliğ etme anlamını tercih ettiğimiz zaman “ne duyurayım, ne tebliğ edeyim” ve “neyi duyurayım, neyi tebliğ edeyim” demek olur.
Kaldı ki şimdiye kadar yazmak için zaman münasebet aradığımız bir hususu daha belirteyim; ikra’ya oku manası verildiğinde akla düşen şu soruya nasıl cevap verilecek; Hz. Cebrail Hz. Peygamber’e okunması için bir kitap ya da bir metin mi verdi ki okumasını isteyecek? Eğer Alak süresinin ilk beş ayetini “metin ve kitap” olarak değerlendirecek olursanız bu sorunun cevabı nettir; demek ki Cebrail (as) Hz. Peygamberin okuma bildiğini biliyordu. Aksi takdirde okuma bilmeyen bir insana “oku” emri verilmesinin mantığını anlamak çok zor hatta imkânsız.
Biliyorum çok uzadı yazı dizisi. Fakat akademik çalışma ve yayınlara konu olabilecek böylesi mevzuları gazete köşe yazılarına taşıyınca geride yapacak bir şey yok. Haftaya devam edeceğim nasipse.
Çok istifade ediyoruz, bırakın uzasın Hocam hayatımızın geri kalanı çok mu verimli ki.
[…] TR724 (перевод приводится с сокращениями) […]